Almanya için Alternatif’deki (AfD) faşistler seçimlerde kendilerine verilen desteği Almanya’daki örgütlü işçi sınıfı içinde bir güce dönüştürmek için çok çaba gösterdiler.
Böylece onu daha sonra patronların çıkarına olacak şekilde yerlici ve ırkçı bir çizgi üzerinden örgütsüzleştirebilecekler. Partinin Neonazi kanadı için bu önemli bir stratejik amaç. Onların amacı işçi sınıfının ırkçı merkez sağın ulaşamadığı kesimlerine ulaşabildiklerini ve işçi sınıfı örgütlenmelerini dağıtmak konusunda dolaysız bir araç olabileceklerini göstermek. Irkçı popülizmin çeşitlemelerinden farklı olarak gerçek bir faşizmin temel amacı budur, gelecekte kendisini seçkinler için yeri doldurulamaz değerde bir güç olarak sunmaya çalışır.
Almanya’daki Daimler kartelinde çalışan işyeri konseylerinin seçim sonuçları ise farklı bir hikâye anlatıyor. Bu konseyler işçiler ve çalışanlar tarafından seçilen resmi organlar, sendikalar ve başkaları bu seçimlerde aday çıkarabiliyor. İşyeri konseyleri üç taraflı mekanizmanın temel bir parçası; işçiler, patronlar ve devlet. Almanların kullandığı bu yöntemle işçi temsiline kontrollü bir şekilde izin verilerek emek kapsanmış oluyor.
– Wörth / Germersheim
IG Metall (Alman Metal Sendikası) 39 pozisyondan 24’ünü kazanarak seçimlerden daha güçlenmiş çıktı. AfD’nin cephesi olan “Merkez” hiç koltuk kazanamadı.
– Mercedes Benz, Untertürkheim fabrikası
Katılım neredeyse %65’ti, göreceli olarak yüksek. IG Metall listesi 47 koltuktan 37’sini kazandı. “Merkez” 2 vekâlet elde etti ve böylece 6 vekâleti oldu. (%13,2)
– Sindelfingen
40.000’den fazla kişinin oy kullandığı en büyük alan. İşyeri konseyi seçimlerine çalışanların yaklaşık %57,5’i katıldı. Geçici sonuçlara göre IG Metall oyların neredeyse %75’ini aldı (16.992 oy) ve 59 işyeri konseyi sandalyesinden 46’sını kazandı. Merkez 764 oy aldı, bu da %3,4’e ve 2 vekâlete karşılık geliyor.
–Stuttgart’daki Daimler genel merkezi
Kullanılan 6626 oydan, ilk sonuçlara göre yalnızca 108 tanesi Merkez için kullanıldı, dolayısıyla bir vekâlet elde edemediler. Farklı bağımsız ve Hıristiyan listeleri 2014’te yapılan son seçimlerden daha az oy elde etti. Kazanan IG Metall. Sendika 4 vekâlet kazanabildi. Toplam 22 vekâlet ile sendika şimdi 41 üyeli kurulda mutlak çoğunluğa sahip.
– Mercedes Benz, Rastatt
İlk sonuçlara göre 35 üyeli işyeri konseyine, farklı listelerden 29 IG Metall üyesi seçildi. Hıristiyan Metal Sendikası (UGM) sandalye kazanamadı. Merkez seçimlere ilk kez katıldı, 447 oy alarak 35 üyesi konseyde 3 vekalet elde etti.
AfD liderleri ezici bir zafer elde edeceklerini umuyorlardı, onlar IG Metall gibi yerleşik çıkar gruplarına karşı olan tepkinin meyvelerini toplayacaklarını iddia ediyorlardı. Ancak Untertürkheim fabrikası dışında çok kötü sonuçlar aldılar. Bu sonuçlar hem geçen Eylül ayında yapılan genel seçimlerde AfD’nin aldığı oy oranından, hem de çalıştıkları yer üzerinden değil, ayrıştırılmış, demografik bir seçim kategorisi olan “işçiler” arasında aldıkları oydan çok daha düşüktü. Bunun sadece Almanya için değil, genel olarak muazzam bir stratejik önemi var.
Bu durum geçtiğimiz yüzyılın farklı dönemlerinde tekrarlanan bir şablonu teyit ediyor. Aşırı veya faşist sağ, nüfusun bir bütün olarak oy kullandığı seçimlerde korkutucu kazanımlar elde etse bile, en büyük zorluğu işyerlerine ve örgütlü işçi hareketine nüfuz etmek konusunda yaşar. Naziler işyerlerine ve işçi örgütlerine ancak 1930’larda, devlet iktidarı onlara sunulduktan, sendikaları ortadan kaldırdıktan ve bunun yerine sözde hem işçileri hem de patronları temsil eden alternatif faşist korporasyonlar kurduktan sonra nüfuz edebildiler. O dönemde bile faşist kurum, sürekli işçilerin rejimin politikalarına karşı hoşnutsuzluklarını ve ona olan muhalefetlerini ifade eden bir yapıya dönüştü. Tarihçi Tim Mason’ın vurguladığı gibi devletle işbirliği yapan Naziler işçi sınıfı örgütlülüklerini yok edebilirlerdi ancak hiçbir zaman işçi sınıfını hayalini kurdukları ırkçı, totaliter distopya ile kaynaştırmazlardı.
AfD’nin reddedilmesinin nedeni esasen bahsi geçen sendikaların savunduğu politikalar değil. Bu önemli. IG Metall’de son derece ırkçılık karşıtı eylemciler ve görevliler var. Ancak o da her sendika gibi, rutinci bürokratçılıktan ve yaygın gerici fikirlerle uzlaşmalardan payını alıyor. Aşırı sağın önündeki bu engelin –tüm toplumu dönüştürebilecek olan bu gücün- bu niteliği çalışma hayatının gündelik yapısından ve sendikal örgütlenmenin varlığından kaynaklanıyor. Bu örgütlenme en temel kolektivite kavramına dayanıyor. Yani bu birliği bozan fikirler ve siyasal güçler – her türden geleneksel ayrım: ırk, cinsiyet, eğitim, yaş, cinsel yönelim, sözleşme türü, göçmenlik durumu, evlilik durumu vb- ölümcül bir zehirlerdir.
Bu durum zehrin kolektif yapıdan otomatik olarak ve tam anlamıyla atıldığını değil, bağışıklık sisteminin güçlenebildiğini ve bu yapının militan kolektif politikaları işyeri ve sendika içinde ve dışında savunabilecek potansiyel bir örgütlü güç olduğunu gösterir. Dolayısıyla AfD’nin bu büyük işyeri seçimlerindeki müdahalesinin genel zayıflığına rağmen, onun bu girişimi önemsizleştirilmemeli ve ezilmelidir. Bu durum özellikle faşistlerin %13’ten fazla oy aldığı fabrika için geçerli. IG Metall eylemcilerine göre bu fabrika, tüm işgücünün çalıştığı yerler arasında en zayıf sendika temsilciliği örgütlenmesine ve sendikal bilince sahip fabrika.
İki alanda bu yönde harekete geçmeye yönelik girişimler var. Gelmekte olan büyük koalisyonu (SPD-CDU) önceden sezen solcular ve militan sendika temsilcileri, geçtiğimiz ay SPD ve Merkel arasındaki anlaşmayı destekleyen DGB sendika federasyonunun çizgisini reddettikleri bir girişim başlattılar. Onlar bir tarafa sendikanın çıkarlarının gerektirdiği kırmızı çizgileri diğer tarafa ise anlaşmanın sermaye yanlısı yapısını koydular. Bu girişim koalisyon hükümetiyle mücadele etmek yönünde bir hazırlıktı. Onlar tartışmanın önemli bir noktasına da dikkat çektiler; SPD’nin mülteci haklarını savunmaktan utanç verici bir şekilde vazgeçmesi. Girişimi destekleyenler mülteci haklarını savunma, yabancı düşmanlığına karşı çıkma, göçmenlere karşı söylemin cezp ediciliğine kapılmama ve yayılmacı ve militarist dış politikaya son verme çağrısında bulundular. Girişim SPD ve Die Linke taraftarlarıyla, herhangi bir partiye üye olmayanları birleştiriyordu.
İkinci alan AfD’ye karşı kitlesel bir toplumsal hareketin oluşturulmasıydı. Girişim solun güçlerini stratejik olarak birleştirmek için mücadele etmeyi, göçmenler ve göçmen toplulukları ile birlikte hareket etmeyi ve özellijle sendikal hareketin potansiyel gücünden faydalanmayı önüne koymuştu. Bu Yunanistan’da ve bir yönüyle Britanya’da 1970’lerde yaşanan bir deneyimdi. Bu hareketin popüler sloganı şuydu: Faşistler sendikalardan defolsun.
İşçi Partisi solunun faydasız kavgası
Bu olanların bugün Britanya’daki devrimci solun tartışmalarıyla bağlantısı var. Almanya’daki durum pek çok açıdan Britanya’dan farklı olsa bile bu böyle. Britanya’da büyük koalisyon yok. Zayıf bir Muhafazakar azınlık hükümeti ve solun yükselişi sayesinde çok büyük bir ölçüde toparlanmış bir İşçi Partisi muhalefeti var. Hatırı sayılır büyüklüğe sahip bir aşırı sağ parti ise yok. Bu verilerin hepsi bağlantılı. Ancak Britanya’daki hareket de içinde bulunduğu koşullarda benzer bir stratejik sorun ile karşı karşıya: Solun yükselişi nasıl örgütlü işçilerin veya henüz işyerinde örgütlü olmayan işçilerin gizli gücünün açığa çıkmasına vesile olabilir?
Burada İşçi Partisi solu içinde, bürokratik bir konum hakkındaki iç tartışmanın ya sendikal örgütlenmeyi azarlayan korkunç açıklamalara veya solun ilerlemesinin yolunun sendikaların siyasetteki etkisinin azalmasından geçtiği söylemlerine dönüştüğünü görmek biraz üzücü ve hatta çok edici. Bu gerçekliği ters yüz etmek demek. Solun ve sosyalist ilerlemenin temeli, asıl kaynağı işçi sınıfının kolektif örgütlenmesidir. Bugün modern sosyalist hareket olarak bildiğimiz hareketi ortaya çıkaran şey 170 yıl önce sosyalist fikirlerle işçi sınıfının kendisini örgütleme yolundaki yarı kendiliğinden çabalarının birleşmesiydi. Elbette o zamandan beri tüm sendikalarda bürokratikleşme ortaya çıktı ve bu bürokratikleşme yoluyla işçi sınıfının çıkarları kapitalizmin sınırları içine hapsedildi. Ancak bu durum sendikaların ya ortaya çıkardığı veya siyasal değişim umudunu bağladığı merkez sol partiler için de tamamıyla geçerli. Bu durum İşçi Partisi içi de geçerli. Onun içinde özgün ve farklı güç merkezleri var: üye sendikalar, milletvekilleri ve üyeler.
Sorun tüzükle ilgili değil, siyasal ve çözümü de parti içindeki yasal mücadelelerden geçmiyor. Almanya’daki SPD, İşçi Partisi’nin kendisine has bir şekilde sahip olduğu sendikaların partiye bağlı olması yapısına sahip değil. Parti her üyenin tek oy hakkının olduğu bir referandumda ikiye karşı bir oranında bir oranıyla bir koalisyona gitmeyi kabul etti. Bu karar siyasal anlamda intihar demek ve aşırı sağı güçlendirecek, sendikalarla ve partinin işçilerle karşı karşıya gelmesine neden olacak. Sendikalarla merkez sol partiler arasında bir fark var. Sendikalar doğaları gereği toplumdaki temel uzlaşmazlığa daha yakındır, içlerinde bu uzlaşmazlık konusunda ne yapılacağı ile ilgili birbiriyle çelişen fikirde akımlar olsa bile.
Sendikalar üyelerinin deneyimi yoluyla en temel sınıf örgütlenmesini oluştururlar. Bu yüzden İşçi Partisi’nin solunda sürmekte olan, kimin bir sonraki parti genel sekreteri olarak atanacağı tartışmasında sendikaları suçlamak tamamen anlamsızdır. Konu tartışmanın tarafları hangisine vurgu yaparsa yapsın oy verme hakları veya bürokratik konumların paylaştırılması değildir. Bunu yapmak yanlıştır çünkü tüm hatalarına rağmen ilerlemenin ve gericiliğe karşı durmanın temeli olan bir yapıyı, iç tartışmalar nedeniyle yerden yere vurmak anlamına gelir. Bu yapı işçi sınıfının temel örgütlenmesidir. Bunun kanıtı da Daimler işyeri konseyi seçimleridir.
İşçi Partisi bu temel örgütlenmeden farklıdır ve farklı olması için tasarlanmıştır. İşçi Partisi’nin solundaki bazı kişilerin övdüğü SPD de böyledir, üstelik SPD’nin sendikalarla ilişkisi yasla olarak daha uzaktır. Almanya’daki sol bu sayede daha mı gelişkin? Hayır. Başka bir yol var. Bu yolu hem Jeremy Corbyn ve John McDonnell hem de İşçi Partisi’nin içindeki ve dışındaki sosyalistler ve sendika eylemcileri savunuyor. Bu yol bu radikalleşme momentini sendika üyelerini iki katına çıkarmak, bazı sektörlerdeki sendika kalıntıları halinden çıkıp yeni sektörlerde sendikalaşmak için kullanmak.
Sendikaların hâlihazırda var olduğu alanlarda (üniversitelerde devam etmekte olan grevlerde olduğu gibi) onları yeniden canlandırmak. Solun büyük enternasyonalist ilkeleriyle çalışanların zekâsını ve potansiyel gücünü birleştirmek ve işyeri örgütlenmesinin sömürü ve baskıya karşı diğer mücadele alanlarıyla iç içe geçmesini sağlayacak yeni, hat dolu yollar bulmak.
30 yıldır süren, işleri seçkinlerin yöntemiyle yürütme yolu muazzam bir krizde. Halk yabancılaşmış durumda ve devasa bir öfkeye sahip; İtalya seçimleri bunu gösteriyor. İçe dönük ve dar görüşlü bir sol bu potansiyeli değerlendiremez. Başarısız olacak ve başarısız olmayı hak ediyor da. Bugün var olan örgütlerden çok daha büyük sol örgütler başarısız oldu. Toplumun tabanında yer alan milyonlarca kişiye kendilerini örgütleme ve bunu yaparken siyaseti gerçekten radikal bir yöne doğru yöneltme konusunda yardımcı olabilecek bir sol büyük sosyal, iklimsel ve insani krizin aşılmasına katkı yapabilir. Ancak bu yapmak için milyonlara yönelmek ve Alman sanayi kapitalizminin merkezindeki Daimler’deki seçimlerde gördüğümüz sağduyu ve temel kolektifliği sahiplenmek gerekiyor. Azınlık değil, çoğunluk için olan radikal sosyalist siyaset budur.
Kevin Ovenden (Yazar ve aktivist)
(İngilizce orijinalinden Türkçe'ye Onur Devrim çevirdi)