Dünya alev aldığında: 50. yılında 1968

03.01.2018 - 06:22

Tomáš Tengely-Evans, 1968 yılındaki isyanları inceliyor ve onların tarihin akışına etkisi ele alıyor.

1968 yılı dünya tarihinde bir dönüm noktasıydı. Kitle hareketleri hükümetleri temelden sarstı. Dünyanın farklı köşelerindeki insanlar birbirlerinin yürüttükleri mücadelelerden ilham aldılar. Otoriteye karşı isyanlar açıkça kapitalist olan Batı ile Doğu Bloğu’nun Stalinist diktatörlüklerinin ortak özellikleri olduğunu açığa serdi ve her ikisini de reddeden bir alternatifin nasıl olduğunu gösterdi.

Hem Vietnam’daki direniş, hem de Sivil Haklar Hareketi’nin lideri Martin Luther King’in öldürülmesinin ardından patlak veren isyanlar ABD emperyalizminin kibrini kırdı. Paris sokaklarına dökülen öğrenciler barikatlar kurdu ve polisleri taşladı. Birkaç gün sonra on milyon işçi de genel greve giderek onlara katıldı. Polonya’da işçi sınıfından göstericiler onları “sosyalizm” adına yönetenlere olan öfkelerini “Kahrolsun Kızıl Burjuvazi” sloganlarıyla gösterdiler. Britanya’da da üniversiteler işgal edildi. ABD büyükelçiliğine yapılan 100.000 kişilik yürüyüşe öğrenciler de katıldı.

1968’de isyan salgın gibi yayılıyordu ve bu bir tesadüf değildi. Dünya çapında kapitalizm 2. Dünya Savaşı’nın ardından eşsiz bir büyüme evresinden geçmişti. Ancak 1960’ların sonuna gelirken bu büyümenin sınırlarına yaklaşılıyor, bu da sistemin meşruiyetinin altını oyuyordu. İşçi sınıfına “durumlarının hiç bugünkünden daha iyi olmadığı” söyleniyordu. Şimdi onlar daha fazlasını istiyorlardı ama seçkinler bunu sağlayamıyordu. Toplum da değişiyordu; kitlesel göçün ve seks konusunda daha açık tutumların etkisi görülüyordu. Düzen güçleri var olan durumu korumaya çalıştı; ya reformlara direndiler veya reformlar yaptılar. Ancak ikinci durum da daha fazla reform isteğine neden oldu. Britanya’da 1967’de kürtaj, boşanma ve eşcinsellik konularında yasalar kabul edildi. 1968’de ise ırk ayrımcılığına karşı ilk yasa parlamentodan geçti.

Radikal hareketler büyüdükçe milyonlarca insan devrimci bir değişimi hayal etmeye başladı. O dönemde solun ve işçi hareketlerinin büyük kısmı hala Rusya’yı ve Doğu Bloğu ülkelerini Batı kapitalizminin karşısındaki sosyalist bir alternatif olarak görüyordu. Ancak yaşananlar bu görüşe meydan okunmasına, ona karşı çıkılmasına neden oldu. Bunu sağlayan en önemli olay Prag Baharıydı. Çekoslovak Komünist Partisi durgunlukta olan devlet kapitalisti ekonomiyi canlandırmak için bir reform süreci başlattı, ancak bu süreç daha fazla kişinin egemenlerini sorgulamalarını sağlayan bir alan açtı. Rus tankları bu kazanımları ezmek için Çekoslovakya’ya girdiğinde Batı’daki pek çok eylemci hangi tarafta olduğunu tekrar düşünmek zorunda kaldı. Onların Çekoslovak işçi ve öğrencilerle Rus ordusundan çok daha fazla ortak yönü vardı.

Aynı zamanda Batı’daki hareketler de radikalleşiyordu. King’in suikastının ardından siyah eylemcilerin yeni nesli Siyah Güç’e (Black Power) ve devrimci Kara Panter Partisi’ne yönelmeye başladı. Sosyalist İşçiler Partisi’nin (SWP) öncülü olan Enternasyonal Sosyalistler (ES) her iki iktidar bloğuna karşı bir alternatif arayan yeni solun bir parçasıydı.

O zamanlar Londra İktisat Okulu’nda (LSE) bir öğrenci olan Chris Harman Socialist Worker’da (Sosyalist İşçi) şöyle yazıyordu: “Chicago’da süngü takmış askerlerin desteklediği polisler barışçıl göstericileri acımasızca dövüyor. Prag’da Rus egemenler “20.000 karşı devrimciyi tasfiye etmeye niyetli olduklarını” söyleyerek övünürken tanklar caddelerde devriye geziyor. Amerikan ve Rus toplumları, “özgür dünya” ve “sosyalist dünya” arasında önemli farklar var. Ancak her ikisi de modern teknolojinin sağladığı kaynakları kendi egemenliklerini tehdit eden işçileri bastırmak için kullanan, az sayıda insandan oluşan egemen sınıflar tarafından yönetiliyor. Onların tepkileri gösteriyor ki, onlar çalışan kendi hayatlarının kontrolünü almak için kitleler sokağa çıktığında ortaya çıkan gücün farkındalar.”

Milyonlarca insan Stalinist Rusya’nın sahte sosyalizminden başka kaynaklara yöneliyordu. Bazıları Mao Zedong’un Çin’ine, Fidel Castro’nun Küba’sına veya Üçüncü Dünya’daki başka farklı ulusal kurtuluş hareketlerine yöneldi. Ancak Karl Marx’ın “sosyalizmin işçi sınıfının kendi eseri olacağı” anlayışını canlandırmak isteyen ES gibi gruplar için de bir fırsat vardı.

1968 çoğu zaman bir öğrenci isyanı olarak görülür ve öğrenci hareketlerinin önemli bir rol oynadığı da doğrudur. Ancak o yıl yaşananlar işçi sınıfının potansiyeline önem vermeyenlerin güçlü bir şok yaşamasına da neden oldu. Önde gelen solcu akademisyenler ve düşünürler Batılı işçi sınıfını gözden çıkarmıştı. Onlara göre uzun ekonomik büyüme dönemindeki yüksek hayat standartları işçileri satın almıştı. Harman Fabian Society’nin bir broşüründe özetle “bahçe cücelerinin olduğu yarı müstakil evlerin otomotiv işçileri gibi grupları “burjuvalaştırdığı” iddia ediliyordu. Ancak Fransa’da Mayıs 1968’de insanlık tarihinin o zamana kadar gördüğü en büyük genel grev yaşandı. Fabrikalar işgal edilirken bazı kentlerde yakıt ve gıda dağıtımını işçi komiteleri düzenledi. İzleyen yıllarda işçi hareketi Britanya ve İtalya’da önemli kazanımlar elde etti.

1968 yalnızca solun güçlendiği bir yıl değildi. Sağcılar ve egemen sınıf kanlı bir baskıyla ve ırkçı hedef saptırmalarla karşı koydu. Muhafazakâr Parti milletvekili Enoch Powell eğer göçmenler durdurulmazsa “kandan nehirler” akacağını söyledi. İsyanlar toplumu geri dönüşü imkânsız bir şekilde dönüştürmeyi de başaramadı. Fransa’da bile başkan Charles de Gaulle avantajı yeniden ele geçirmeyi ve Haziran ayında yapılan genel seçimi kazanmayı başardı. Komünist Parti’deki ve sendika bürokrasisindeki reformist liderler ücretlerde daha fazla zam ve gelecekteki müzakerelerde daha fazla söz hakkı uğruna mücadeleyi bitirmeyi kabul ettiler. Pek çok işçi bu duruma çok öfkeliydi ama gerçek devrimci sol geri çekilme tartışmasını kazanabilecek kadar büyük ve güçlü değildi.

Bir hareket içinde her zaman hareketin liderliği için bir mücadele vardır. Bazıları değişim için sıkı bir mücadele yürütür ancak kapitalizmle doğrudan çatışmaktan kaçınır. Ancak zaman tamamen geri çevrilemez. Savaşa, ırkçılığa ve kadınların ezilmesine karşı hareket önemli kazanımlar elde etti ve biz de bugün bu kazanımları koruyoruz. Bu kazanımlar, bizi bir dahaki sefere daha ileri gitmek ve isyanı devrime dönüştürmek için ilham vermeli.

Küresel mücadelenin doğuşu

Enternasyonalizm ve dayanışma 1968 hareketinin merkezinde yer alıyordu. Yılın hemen başında Vietnam’daki Ulusal Kurtuluş Cephesi (NLF) veya Vietkong gerillaları ABD emperyalizmine karşı koymanın mümkün olduğunu gösterdi. ABD işgalinin korkunçluğu, Güney Vietnamlı bir generalin NLF savaşçısı Nguyen Van Lem’i infaz ettiği videoyu izleyen ABD’deki halk için açıkça ortadaydı. Vietnam direnişi uluslararası dayanışma sorununu ABD Sivil Haklar Hareketi’nin ve öğrenci hareketinin gündemine getirdi.

Ekim 1967’de 100.000 kişi ABD’nin ordusunun karargâhı olan Pentagon’a yürümüştü. 1968’de ise ülkenin en iyi üniversiteleri öğrenciler tarafından işgal edildi. NLF subayı Bui Tin daha sonraki yıllarda ABD’deki savaş karşıtı hareketin “kendi stratejileri için çok önemli olduğunu” söyleyecekti. Tin şöyle diyordu: “Bizim cephemizde savaşanlara olan destek son derece istikrarlı iken Amerikan cephesinde bu destek kırılgandı. Her gün bizim liderliğimiz sabah 9’da dünya haberlerini dinler ve Amerikan savaş karşıtı hareketin gelişmesini takip ederdi.”

Ekim 1968’de Olimpiyat oyunları Meksika’da bulunan Mexico City’de yapıldı. Madalya töreninde ABD’li siyah atletler Tommy Smith ve John Carlos siyah eldivenli yumruklarını kaldırarak ABD milli marşına meydan okudular. Birkaç hafta önce binlerce Meksikalı öğrenci stadyumun dışında yaptıkları bir yürüyüşle Meksika ordusunun Ulusal Politeknik Enstitüsü’nü işgal etmesini (NPI) protesto etmişti. Devletin cevabı yüzlerce öğrenciyi Plaza de las Tres Institute’da öldürmek oldu. Katliamdan bir hafta önce Kuzey İrlanda’daki polisler Katolik sivil haklar hareketi eylemcilerini İngiltere işgalindeki Kuzey İrlanda’da bulunan Derry’de dövmüşlerdi. Daha sonra 1980’lerin son açlık grevcilerinden olacak olan Mickey Devine Meksikalı öğrencileri asla unutmadı. Onların davasını toplantılarda ve eylemlerde savundu.

Öğrenciler sahneye çıkıyor

Öğrenciler ilk kez mücadelenin ön planında yer aldılar. Savaş sonrası büyüme döneminde daha önce seçkinlerin eğitim alanı olan üniversitelerin orta sınıftan ve işçi sınıfından gelen öğrencilere açıldı. Britanya’da üniversitelerin sayısı 1960’larda iki kattan fazla artarak 22’den 45’e çıktı. Böylece üniversiteler dünyanın durumunun ve mücadelenin tartışıldığı alanlar haline geldi.

Yeni kuşak öğrenciler üniversite yönetimlerinin seçkinciliğine savaş açtı ve ırkçılıkla ve emperyalizmle mücadele eden ezilen halklarla aynı davada buluştu. Paris’teki isyan kampüste daha fazla özgürlük, yurtların cinsiyetlere göre ayrılmaması talepleriyle ve Vitnam savaşına karşı çıkışla başladı. Bu öğrencilerin şiddetle bastırılması daha fazla öğrencinin onlarla dayanışmak için sokaklara çıkmasına neden oldu. Pek çoğunun kendi sıkıntıları olan işçiler onlardan ilham aldı.

Yeni Sol’daki bazı gruplar “öğrenci gücünü” inşa etmeye çalıştı. Üniversite kampüsleri işyerlerine kadar sıkı bir şekilde kontrol edilmezler ve isyanlar buralarda daha çabuk başlayabilir. Ancak öğrenciler, işçilerin ekonomide oynadıkları rol sayesinde sahip olduğu güçten yoksundur. İşçiler olmazsa, öğrencilerin mücadeleleri ortaya çıktıkları hızla yok olabilir. Öğrenciler 1968’de kahramanca bir rol oynadı ancak en yüksek noktaya işçiler sahneye girdiklerinde ulaşıldı.

Ne zaman, ne oldu?

5 Ocak: Alexander Dubçek Çekoslovakya hükümetinin başına geçer ve “Prag Baharı”nı başlatır. Yapılan reformlar sokaklardaki muhalefeti cesaretlendirir.

30 Ocak: Vietnam direniş güçleri Tet taarruzunu başlatır. İşgalci ABD güçlerine ve onların müttefiklerine karşı yürütülen bu sürpriz saldırı dalgasında pek çok büyük şehirden işgalciler geçici olarak çıkarılır.

1 Şubat: Vietnamlı gerilla savaşçısı Nguyen Van Lem’in yakın mesafeden infazının kamerayla kaydedilen görüntüleri ABD’deki kamuoyunu korkutur.

11 Şubat: ABD’de bulunan Memphis’te temizlik işçileri ırk ayrımcılığına karşı greve giderler.

15 Mart: 20.000 genç işçi ve öğrenci Gdansk’ta Polonya güvenlik güçleriyle çatışır. Eylemler kısa zamanda büyüyerek ülke çapında bir isyana dönüşür. 

17 Mart: 100.000 öğrenci Londra’da bulunan ABD büyükelçiliğine yürüyerek Vietnam’daki savaşa karşı çıktı.

4 Nisan: Martin Luther King Memphis’te bir keskin nişancı tarafından öldürüldü. ABD’de 11 ayrı şehirde isyanlar çıktı.

11 Nisan: Almanya’nın en büyük gazetelerinden Bild tarafından “halk düşmanı” olarak hedef gösterilen Rudi Dutschke’ye suikast girişimi. Öğrenciler gazetenin dağıtımını eylemlerle engelledi ve polisle çatıştı.

29 Mayıs: Fransa Başkanı Charles de Gaulle Fransa’dan kaçtı, on milyon işçi grevde, onlarca fabrika işçiler tarafından işgal edilmiş durumda. 

21 Ağustos: Rus tankları ve 200.000 kişilik birlikler Dubçek hükümetini devirmek için Çekoslovakya’yı işgal etti.

2 Ekim: Mexico City’de kitle eylemleriyle geçen bir yazın ardından, polis ve ordunun katlettiği yüzlerce eylemci öğrencinin cesetleri yan yana diziliyor.

5 Ekim: Katolik sivil haklar hareketi için yapılan bir yürüyüşe Kuzey İrlanda polisinin coplarla saldırmasının ardından Derry’de iki tüm süren isyan.

16 Ekim: ABD’li siyah atletler Tommie Smith ve John Carlos Mexico City’deki olimpiyatlarda ABD milli marşı okunurken siyah eldivenli yumruklarını kaldırıyor.

(Socialist Worker'dan Türkçe'ye çeviren: Onur Devrim Üçbaş)



Bültene kayıt ol