Seçim sonuçlarının gösterdikleri: Almanya’da faşist tehlike

08.09.2024 - 12:32

Almanya'dan ırkçılık-faşizm karşıtı sosyalist aktivistler Taner Kumpirci ve Ziya Dinç (Revolutionäre Linke) 1 Eylül'de yapılan Thüringen ve Saksonya eyalet seçimlerinin sonuçlarına dair bir değerlendirme yazısı kaleme aldı.

Almanya için Alternatif (AfD: Alternative für Deutschland) partisi 1 Eylül’de yapılan Thüringen ve Saksonya eyalet seçimlerinde birinci (%32.8) ve ikinci parti (%30.6) konumuna geldi. Thüringen’de ikinci gelen muhafazakar Hıristiyan Demokratlara (CDU) yüzde 10’a yakın fark oluşmuşken Saksonya’da bu partinin hemen arkasında yer aldı. İki eyalette de eyalet başbakanı adayları Höcke ve Urban AfD içinde zamanla hegemonyayı ele geçiren faşist kanadı temsil ediyorlar. Höcke bu faşist kanadın lideri olmakla birlikte tüm parti içinde de „gizli“ ya da gölge lider konumunda. Faşist kanat kongreler süreciyle kadro değişimleri aracılığıyla parti içinde büyük çoǧunluǧu ele geçirmiş durumda. Bu nedenle AfD’yi, kurulduğu tarihten (2013) bu yana yaşadığı çeşitli radikal kabuk değişimlerinden ötürü, bugün artık özünde bir faşist bir parti olarak nitelendirebiliriz. Thüringen meclisi AfD grup başkanı ve eyalet başbakan adayı Björn Höcke ve yandaşları açıkça milyonlarca mülteci ve göçmen kökenli vatandaşı Almanya’dan sınırdışı etmeyi planlıyor ve bunun doğru olduğunu savunuyor, sokak eylemlerinde aktif bir biçimde rol alıyor, son zamanlarda yeni bir saldırganlık eğilimi olarak ortaya çıktığı biçimiyle, LGBTİ+ eylemlerini engellemeye çalışarak, mobilizasyon yoluyla kadrolaşarak taraftarları arasında güven tazeliyor. Bunların yanı sıra AfD bugün artık irili ufaklı, faşist terörizme başvuracak kadar saldırganlıktaki azılı faşistleri de içerisine alarak, bu türden ‘klasik‘ faşist gruplarla da iç içe geçmiş durumda.

Almanya’da 2.Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana hiçbir seçimde faşistler böylesine bir oy oranına sahip olamadı ve hiçbir eyalette birinci parti olamamıştı. Bu eyalet seçimlerinde görüldü ki AfD ‘normal‘ bir partiymişcesine yaygın bir tabana seslenebildi, geniş kitleleri zehirleyebildi. Özellikle 18-24 yaş arasındaki gençler, erkek seçmenler ve ücretli işçiler arasında büyük oy kitlelerine ulaşmış durumda, bu da işin başka bir oldukça tehlikeli boyutu. Peki ne oldu, buraya nasıl gelindi?

Neler oldu? Buraya nasıl gelindi?

Eylül 2021’de yapılan genel seçimlerden sonra oluşan tabloya göre, Aralık 2021’den bu yana Almanya „trafik lambası“ (Ampel) diye adlandırılan koalisyon hükümeti tarafından yönetiliyor. Koalisyon bilindiği üzere Sosyal Demokratlar (SPD), Hür Demokratlar (FDP) ve Yeşiller’den (Grüne) oluşuyor, başbakan (‘Kanzler/Şansölye‘) Scholz SPD’den. Bu her iki eyaletteki seçim sonuçlarına bakıldıǧında federal hükümet koalisyonunu oluşturan partiler tam bir hezimet yaşadılar, yaklaşık üçü birden toplamda %10 oy alabildiler. Faşistlerin birinci geldiǧi Thüringen eyaletinde başbakanın -ki aktif olarak SPD’nin seçim kampanyalarının parçasıydı- partisi SPD ancak %6.1 oy oranı ile eyalet parlamentosuna birkaç temsilci ile girebilmişken, diğer iki hükümet ortağı partiler %5 olan seçilme barajını dahi aşamadılar. Saksonya’da da Yeşiller barajı 0.1 farkla kılpayı geçebilirken SPD de barajın biraz üzerinde, ancak %7 oranına ulaşabildi. Diğer koalisyon ortağı (FDP) burada da meclis ve denklem dışında. Bu durum federal düzeyde de bir politik meşruiyet krizi yaratacaktır kuşkusuz.

Federal hükümet koalisyon partilerinin büyük hezimetinin yanı sıra, ek olarak bir de açık olarak Thüringen eyalet hükümetinin hezimeti söz konusu. Burada 2019’da yapılan seçimlerde büyük umutlarla %31’lik bir oya erişerek 1.parti olan ve hükümet kurma şansına erişen Sol Parti (Die LINKE) hezimete uğrayarak bu kez %13.1 gibi oy oranına düştü. Sol Parti‘nin oyları büyük bir oranda, geçtiğimiz Ocak ayında kuruluşlarını açıklayan, Sol Parti’den sağdan popülist argümanlarla ayrılan BSW’ye (BSW: Bündnis Sahra Wagenknecht–Vernunft und Gerechtigkeit / Sahra Wagenknecht İttifakı–Akıl ve Adalet) kaymış görünüyor (Bkz. Grafik 1 ve Grafik 2). BSW Thüringen’de %15.9, Saksonya’da ise %11.8 ile kendileri açısından hayli başarılı bir sonuç elde etti. Her iki eyalette de ‘oyun kurucu’ durumuna gelmiş görünüyorlar. Şu ana kadar AfD ile ittifak yapmak konusunda pozitif yönlü bir eğilim gösteren parti olmadığı için, BSW olmaksızın her iki eyalette de hükümet kurma senaryoları oldukça zayıf, hatta imkansıza yakın.

Bir başka açıdan önemli konu ise, her iki eyaletin seçim sonuçlarına dair özellikle bazı veriler var ki, hem bugüne hem de geleceğe dair alarm zillerinin en yüksek perdeden çalmasına sebebiyet veriyor. Yukarıda da kısaca ifade edildiği üzere, örneğin sadece 18-24 yaş arasındaki seçmenler oy kullanıyor olsaydı, AfD %38 oy oranıyla, kesin değil ancak muhtemeldir ki, tek başına eyalet hükümeti kurma çoğunluğuna erişebilecek durumdaydı (Bkz. Grafik 3). Bu durumda karşı karşıya kalınan felaketin nasıl olacağını öngörmek zor değil. Eğer yalnızca 60 yaş altı seçmenler oy kullanmış olsaydı da, yine benzer bir senaryo olacağı kestirilmekte (Bkz. Grafik 4). Benzeri durumla sadece erkekler oy kullanmış olsaydı da, yine aynı oranla AfD’nin tek başına iktidar olacağı ya da bunun kıyısına daha yaklaşabileceği görünmektedir. Bu durumda AfD’nin 60 yaş ve üzeri seçmenlerin ve kadınların bu partiyi, genelden daha az oranla seçmelerinden ötürü tek başına hükümet kurma çoğunluğunu elde etmeye daha az yaklaştığı söylenebilir. (Bkz. Tagesschau Infografikleri). Son olarak AfD’nin Thüringen’de meclisin 1/3 çoğunluğunu alması nedeniyle yargıç atamaları, eyalet anayasa değişikliği vb. gibi 2/3 çoğunluk gerektiren ciddi konularda meclisi işlemez hale getirebilecek bir güce eriştiği de ortada. AfD’siz bir hükümet koalisyonu ihtimali de faşistlerin sistemi kilitleme kapasitesilerini engellemekte zorlanacaktır.

Bu durum ve sonuçları iyi analiz etmek gerekmektedir. AfD’nin seçim başarısıyla faşizmin mutlak bir zafere eriştiği gibi yorumlar hızlıca yapılmış ve yanıltıcı yorumlardır. Faşizme ve onun nasıl bir mekanizma olduğuna dair politik bilinç üzerinden bir okuma elbette yanlış değildir. Faşizmi ya doğrudan kendisi ya da anne-babaları/büyükanne-büyükbabaları yaşamak zorunda kalmış insanların idrak durumları farklılık göstermektedir. Ancak bir başka okuma biçimi de bugünkü kapitalizmin (ya da neoliberalizmin) mevcut durumu üzerinden yapılabilir ve yapılmalıdır. Her ne kadar seçim sonuçları bir şok etkisi yaratmış olsa da, AfD’nin zaferi beklenmedik bir durum deǧildi. Çeşitli gruplar tarafından yapılan anket çalışmalarının sonuçlarının ortalaması ile seçimlerin gerçek sonuçları neredeyse aynı. Özellikle iki Almanya’nın ‘birleşme’sinden (1990) sonraki Doǧu (DDR bölgesi+Berlin) ile Batı (BRD bölgesi+Berlin) arasındaki eşitsizliǧin devam etmesi –‘Doğulu’lar çeşitli nedenlerden ötürü halen kendilerini ikinci sınıf vatandaş olarak algılıyor-, zengin ile fakir arasındaki uçurumun büyümesi, en zengin birkaç yüz kişinin toplam servetinin milyonlarca insanın toplam servetinden büyük olması, savaş bütçelerine ayrılan milyarlarca Euro’nun işçi sınıfının cebinden çıkması, Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı özellikle enerji sektöründe uygulanan ambargonun enflasyonu ve hayat pahalılıǧını daha da arttırması, güvencesiz, örgütlenmeyi zorlaştıran taşeron işçiliǧin yaygınlaşması, iş koşullarının kötüleşmesi, işçi maaşlarındaki ‘artış‘ların enflasyonla baş edememesi, artık tamamen kronik bir sorun haline gelen artan ev kiraları ve büyük konut sorunu muazzam bir hoşnutsuzluǧa, hatta bazı kesimlerde keskin bir çaresizliǧe yol açtı. Her ne kadar son yıllarda çeşitli işkollarında grev ya da uyarı grevi gibi sendikal mücadelelerde bir hareketlilik zaman zaman olsa da, işçi-çalışan maaşlarındaki artışlar sınırlı kaldı. Enflasyon ve hayat pahalılıǧı karşısında bunlar da eriyerek yok oldu.  Bütün bunlar faşizmin kendisine zemin bularak yükselişinde kuşkusuz önemli etkenlerdir. Fakat tek başına ele alındıǧında faşizmin yükselişini açıklayamaz.

Toplumsal memnuniyetsizliğin kendisine odak olarak görebilecek bir demokratik, antikapitalist ve sisteme yönelik olarak eleştirel merkez olmadığı durumda, ifade edilen sorunlara ilişkin, ‘çözüm’ önerileri Nazi yöntemlerini andıran bir grup olmasına karşın, bu konuları dile getirerek tematize ettiği için bir çekim merkezi olabiliyor. Örneğin Thüringen eyaletinde ekonomik durumu iyi olmayan çalışanların %51’inin AfD’yi seçtiği görülmektedir. Bu tehlikeli durum bu partinin düşük ücretle, güvencesiz çalışan emekçiler ya da işsiz gruplar arasında da kendine yer bularak normalleşmesi gibi çok büyük bir riski de göstermektedir (Grafik 5).

Berlin’deki Federal meclisin anamuhalefet partisi durumunda olan muhafazakar CDU, anlatılan nedenlerden ötürü ortaya çıkan kitlelerin hoşnutsuzluǧunu, öfkesini, çaresizliǧini, özellikle mültecilere ve ülkede yaşayan Müslümanlara karşı yönlendiriyor. Filistin dayanışmasını da bu nefretle harmanlayarak kriminalize ederek, hedef gösteriyor. ‘Sosyal demokrat’ başbakan Scholz’un „büyük çapta sınır dışı etmeliyiz“ (Spiegel Dergisi) sözleri daha birkaç ay önce gazete ve dergilerin manşetlerine taşınmıştı.  Bu merkez-geleneksel partiler uzun süredir mültecileri nasıl daha hızlı bir şekilde sınır dışı edebiliriz, nasıl daha çok mülteci düşmanı retoriği kullanarak, daha çok prim (!) toplarız diyerek adeta bir yarışa girdiler.

Eyalet seçimlerinden kısa bir süre önce Solingen kentinde bıçaklı bir saldırı gerçeklesti ve bu saldırıda üç kişi hayatını kaybetti, birçok kişi de yaralandı. Almanya’nın birçok yerinde bıçaklı saldırılar zaman zaman oluyor, toplumsal alanda ‘suç’ diye bir olgu var maalesef. Suçun bireyselliği gibi en temel ilke hiçe sayılıyor, suç failin kimliği üzerinden, failin bir göç geçmişi varsa, genelleştiriliyor. Saldırgan katilin Suriyeli bir kişi olması, sıǧınma talebi reddedilen bir mülteci olması, istismar edilerek ırkçılar tarafından bir nefret dalgasına dönüştürüldü. Göçmenlik ile bıçaklı saldırı arasında adeta bir doğru orantılı kuruldu. Milyonlarca insana dair büyük ırkçı genellemeler yapıldı. Hükümet partileri özellikle muhalefetteki CDU lideri Friedrich Merz’den gelen baskıyla yine mültecilerin her türlü haklarını kısıtlayan yasalar üzerinde duruyor, Suriye ve Afganistan gibi ‘güvenli olmayan ülke’ oldukları için teorik olarak sınırdışı etme işleminin yapılmaması gereken ülkelere nasıl daha çok insan sınırdışı edebiliriz diye kafa yoruyorlar ve bunu yapabileceklerini ispatlarcasına hemen saldırının ardından 28 Afganistanlıyı uçaǧa bindirip bu ülkeye gönderdiler ve bu medyada büyük yankı uyandırdı. Taliban’ın iktidarı ele geçirmesinden sonra bu ülkeye ilk kez sınırdışı işlemi de yapılmış oldu böylece.

Genel politik iklim ırkçılık ve göçmen düşmanlığı ile zehirlenerek şekillendirilirken, tehlikenin Müslümanlardan geldiǧi sıkça ifade edilmekte, deǧerlerimizi savunmamız gerektiǧinin propagandası en üst tondan yapılmakta. Elbette bu konular hep bir belirsizlik bölgesinde duruyor, kastedilenler dolaylı ifade ediliyor. Yine korkunç bir yüzeysellik ve klişeleştirici ifadelerle elbette. Böylece ırkçılık vasıtasıyla işçi sınıfının mücadelesini, Filistin dayanışma hareketini, iklim hareketini, olası uyarı grevi eylemlerini ya da doğrudan grevleri bölüp zayıflatmaya çalışıyor ve aynı zamanda milliyetçilik etrafında insanları toplamaya çalışarak, Almanya emperyalizmine de destek saǧlanmış olunabiliyor.  Hükümet tarafından gelen saldırganlık dalgası böylece meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

AfD’nin tehlikeli yükselişinin bir başka yapısal nedeni de, Sol Parti’nin (Die LINKE) Thüringen eyaletinde hükümet koalisyonunun büyük ortağı olması, ancak bu muazzam imkana rağmen yüzünü başka bir yöne dönmüş olmasıdır. Thüringen eyaletinde yaklaşık 10 yıldır Bodo Ramelow liderliğindeki (eyalet başbakanı) kırmızı-kırmızı-yeşil (Sol Parti, SPD ve Yeşiller) hükümeti de diǧer eyalet hükümetlerinden farklı bir politika uygulamadı ve yaptıklarının sonuçlarının faturasını da seçimlerde hayli pahalı olarak ödediler. Berlin, Bremen, Thüringen başta olmak üzere başka birkaç eyalette de benzeri durumlar yaşandı, yaşanıyor. Sol Parti memnuniyetsizliklerin, güvencesizlikle biçimlenen korkuların ve politik öfkenin birleşip akabileceği bir merkez-parti olmak bir yana, bu oluşan öfkenin, eyaletlerde yöneten koalisyonun başı ya da ortağı olduğu için bizatihi kendisine yöneldiği bir parti durumuna düştü. Thüringen özelinde Erfurt, Weimar ve Jena gibi Sol Parti’nin birinci olduğu bölgenin büyük şehirlerinde durum kırsala göre de hayli farklılık göstermekle birlikte, ancak bu başka daha ayrıntılı bir analizin konusu olabilir.

Saksonya eyaletinde de Sol Parti hükümet koalisyonu partisi olmaya çalıştı ancak bu seçimlerde neredeyse kayboldu. Oyları Thüringen’deki sonuç kadar keskin olmasa da, %10’dan %4.5’a düştü. Sol Parti öfkelerin, mücadelelerin, hoşnutsuzlukların kesişiminde duran, ülke ya da bölge genelindeki mücadeleci bir sınıf politikası, sosyal haklar, iyileşmeler odaklı politik programdan ziyade Yeşiller ve SPD ile hükümet kurma ‚oyunlar’ı peşine takılarak, büyük bir yanılgıya düştü. Bu da Sol Parti‘nin giderek zayıflamasına, seçim ve adaylık işlerinden gerçek politik mücadelelere fırsat bulamamaya (!), geniş emekçi kitlelerin gözünde diǧer burjuva-sistem partileri arasında bir diğer parti olma durumuna düşürdü. Radikal bir gelenekten gelen Sol Parti böylece yutulmuş oldu. Sol Parti, Die LINKE en güçlü olduğu bölge olan Thüringen eyaletinde kapitalist sistemi yönetmekten öteye gitmedi, sosyal hak ve kazanımlarda keskin kısıtlamalara gitti, mültecileri sınır dışı etti. Ayrıca eyalet başbakanı Ramelow Ukrayna’ya silah gönderme ve askeri silahlanma yanlısı bir profil çizdi, ‘‘Ukraynalı erkekler burada geziyor‘‘ gibi sağcı vasat bir klişeyi dahi tekrarladı.

Sol Parti‘nin eriyen oylarının büyük bir bölümü esas olarak ondan kopan kadrolardan oluşan Sahra Wagenknecht İttifak’ına yani BSW’ye kaydı. Ancak BSW konusunda bir yanılgıya, bir iyimserliğe düşmemek gerekmektedir. BSW bir taraftan sosyal bir söylemde bulunan, savaş karşıtı gibi görünen bir durumdayken diǧer yandan hükümetin mültecileri daha hızlı bir şekilde sınırdışı etmesini savunuyor ve bu konuda hükümete karşı saǧdan bir eleştiride bulunuyor. Wagenknecht’in partisi, işçi sınıfını bölmekten başka bir alternatif sunmuyor. Ayrıca ırkçılığa, göçmen karşıtlığına verdikleri politik tavizler günün sonunda AfD’ye giden yolların taşlarını döşüyor. Irkçılık konusunda bir ilkesel politik duruşlarının olmadığı, hatta yeni-ırkçılık biçimi olarak ortaya çıkan kişilerle/gruplarla ortak platformlarda biraraya gelmekte bile beis görmedikleri de ortada görülebilmektedir.

Faşist parti AfD ise özellikle daha önceki seçimlerde oy vermeyen kitlelerden oy topladı, sözde savaş karşıtlıǧına bürünerek bu boşluktan yararlanmaya çalıştı ve bunda da kısmen başarılı oldu. Corona salgınından bu yana mobilize olan kitleleri çalarak, kendi zehirli konumuna aktardı.

Şimdi, ne yapmalı?

Konut sorunları, güvencesizlik, emeklilik yaşının yüksekliği, maaşlarının düşüklüğü, belirsizlikler, bölgeler ve küresel çatışmalar riski… gibi çok çeşitli kriz anlarıyla belirlenen bir politik iklim içerisinde yaşamaktayız. Sınıf mücadelesine odaklanan, enternasyonalist, gerçek, antifaşist ve elbette antikapitalist bir radikal solun olmadıǧı yerde faşizm ve faşist odaklar çeşitli çarpıtmalarla kendisine normal zamanlardan daha kolay olarak zeminler bulabilmektedir. Her ne kadar AfD’nin Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde elde ettiǧi başarılar şok etkisi yarattıysa da, faşistleri durdurmak hala mümkündür. Kaybedilmiş bir moral üstünlük olsa da, nihai bir yenilgiden bahsetmek gerçek dışı olur. AfD’ye oy veren kitlelerin tamamen, liderliğinin aksine, faşist çetelerden oluştuğunu söylemek yanlış olacaktır. 2019’da Sol Parti’ye oy veren on binlerce insanın bu seçimde AfD’ye oy vermiş olmaları Bkz. Grafik 2) faşist olduklarını göstermez. Ayrıca sokak eylemleri durumu ve motivasyonu açısından bakıldığında, faşistlerin göçmenleri ya da ailesinde göç geçmişi olan yurttaşları kitlesel sınırdışı etme organizasyonu konulu gizli toplantılarının açığa çıkmasından sonra, 2024 Ocak ayından itibaren milyonlarca insan sokaklara döküldü. Seçimler öncesinde de binlerce insan Thüringen ve Saksonya’nın çeşitli kentlerinde AfD’ye karşı büyük antifaşist eylemlerde yürüdü. Thüringen’in ikinci büyük kenti olan Jena‘da iki bin civarında antifaşist faşist Höcke’nin bizzat gelerek AfD’nin seçim mitinginin yapılacaǧı salonu bloke etmeyi başardı. Hakeza seçimlerden 1 gün önce eyalet başkenti Erfurt’ta Höcke ve Weidel’a karşı dört binden fazla kişi sokaklara döküldü. Ayrıca Essen şehrinde 3 ay kadar önce 80 bin kişilik dev bir antifaşist miting organize edildi. Bizler de bu mücadelelerin hepsinin parçası olarak sokaklardaydık.

Faşistleri okullarda, işyerlerinde, üniversitelerde, alanlarda, sokaklarda, salonlarda… kısacası her nerede olurlarsa olsunlar, kitlesel bir şekilde engellemek gerekir. Faşistlerin söz/ifade hakkı, buluşma, örgütlenme hakkı olamaz. Bunu yapabilmek için var olan antifaşist örgütlenmeleri daha da güçlendirmek gerekmektedir. Irkçılıǧa karşı ayaǧa kalk (Aufstehen gegen Rassismus) veya yeni yeni inşa edilmekte olan (Widersetzen) gibi geniş örgütlenmelerle insanlar kazanmak ayrıca sendikalar içinde de antifasist işçi örgütlenmesini güçlendirmek gereklidir. İşçi sınıfı merkezli bir politika yapmayı hedef olarak koyan radikal-sol bir program olmadığı durumda, işçilerin öfkesini, hoşnutsuzluğunu, güvencesizliğe duyduğu öfkeyi, basit çözüm önerileriyle(!) faşist parti çalabiliyor. Faşizme karşı mücadele sisteme yönelik öfkeyi de en asli konusu olarak görmeli ki, öfke ile sistem eleştirisi birleşebilsin. Irkçılıǧa, faşizme, göçmen düşmanlığına, savaş kışkırtcılığına taviz vermeyen antikapitalist bir örgütlenme de şart. Faşistleri önce durdurabilmenin sonra ise yenebilmenin yolu sistemin krizlerine sistemden antikapitalist bir kopuş öneri ve ufkusuyla bir model ortaya koyabilmekten geçiyor. Antifaşizm retoriği sol kamuoyunda bir hareketlilik sağlayabilse de -hatırlayalım Ocak ayından bu yana en az 3-4 milyon kişi sokaklara çıktı- geniş kitleler ile bu alan üzerinden ortaklaşmak, etkileri olsa da, kısa vadede kolay değildir. Sorunlara antikapitalist önerilerimizle alternatif olabilmeliyiz, antifaşizm kavrayışımızı antikapitalist bir model ile beslemeli ve örgütlenmelerimizi bu amaç doğrultusunda yapmalıyız. Aksi durumda faşizmin nasıl bir insanlık felaketi ortaya koyabileceğini, bilhassa Almanya dersleri üzerinden çok iyi bilmekteyiz.

Grafik 1: Thüringen eyaletinde şehir ve seçim bölgesi bazlı sonuçlar. Soldaki harita 2019’un sonuçlarını sağdaki ise 2024 sonuçlarını göstermektedir. Sol Parti’nin nasıl bir dağılma yaşadığı buradan da görülebiliyor, tıpkı AfD’nin keskin artışının görüldüğü gibi.

Grafik 2: 2019 seçimlerinde Die LINKE’ye oy veren seçmenlerin bu seçimde diğer partilere oy geçişlerini görülmekte.

Grafik 3: 18-24 yaş arasındaki seçmenlerin oyları

Grafik 4: 60 yaş altı ve 60 yaş partilere göre oy dağılımları.

Grafik 5: Ekonomik duruma göre partilerin oranı. Federal hükümet ortaklarının ekonomik durumu kötü seçmenler arasında (Thüringen’de) toplamda %7 oy alabildiği görülmekte, AfD’nin ise %51 gibi bir çoğunluğa eriştiği görülebiliyor.



Bültene kayıt ol