Ayaklanmalar neden bitmek bilmiyor?

02.01.2015 - 11:46

2011’de, TIME dergisi “protestocu”yu yılın kişisi seçmişti. Belki de “on yılın kişisi” daha doğru bir tarif olurdu.

Fırtınalı zamanlarda yaşıyoruz. 2011’den beri her sene daha çok protesto, daha çok isyan, daha çok ayaklanma getirmiş gibi görünüyor —ve 2014 de bu anlamda daha farklı değildi. Aslında, geçtiğimiz sene, şimdiye kadarki en muhteşem kitlesel hareketlerden ve en kalıcı toplumsal çalkantılardan bazılarına tanıklık etti. Cin şişeden çıktı ve geri girmeyi reddediyor.

Aynı zamanda, masumiyet günlerinin geride kaldığı da açık. Tamtamcı çevrelere veya süreç üstüne sonu olmayan tartışmalara karşı daha az sabır gösteriliyor. Neoliberal devletin acımasız saldırısına maruz kalan protestocular, artık sadece adil, insani ve demokratik bir toplumun en temel unsurlarından bazılarını güvence altına almak için uğraşıyorlar. Milyonlarca insan, Meksika’da kaybolan 43 öğrenciyle ilgili açıklama yapılması için, ABD’de ırkçı polis tarafından katledilen silahsız siyah insanlara adalet arayışı için, Kobanê’nin kahraman Kürt direnişçileriyle dayanışma göstermek için, Yunanistan’da açlık grevi yapan mahkûmların hayatını kurtarmak için, İspanya’da acımasız protesto-karşıtı yasalara karşı gelmek için –ve liste uzayıp gidiyor– yürüdü.

Biz de öğrendik. Dünyanın dört bir yanında, son yılların umutlu ayaklanmaları nihai olarak kötüye gitmeye başladı. Mısır’da, 2013’te azimle harekete geçen şiddetli karşı-devrim, ABD destekli Abdülfettah el-Sisi’nin bu sene seçilmesiyle iyice kuvvetlendi ve eski diktatör Mübarek’in yakın zaman önceki beraatiyle de doruğa ulaştı. Bu arada, Suriye’de, üç yıl süren iç savaş ve devlet şiddeti bir canavar yarattı –sözde İslam Devleti–, bu canavar yaz boyunca Irak ve Kürdistan’ı yakıp yıktı. Mısır’da, Libya’da ve başka yerlerde de benzer aşırı güçler yükselişte. Devrimleri hafife almamak gerek.

2014, pek çok yönden oldukça karanlık bir yıldı. İsrail’in korkunç Gazze savaşından Ukrayna’da bir sivil uçağın vurulup düşürülmesine ve Batı Afrika’da patlak veren Ebola karşısında dünyanın dehşet verici kayıtsızlığından Akdeniz kıyılarında boğulan binlerce göçmene, bu sene, umutlu ya da heyecanlı olmak için az sebep var gibi görünüyordu. Ukranya’da Euromaidan isyanı, Tayland’da kraliyet taraftarlarının isyanı ve askeri darbeden Venezuela’yı sallayan orta sınıf protestolarına kadar en dikkat çekici mobilizasyonlardan bazıları, solun değil sağın içinden ortaya çıktı.

Ama 2014, aynı zamanda yeni ilerici güçlerin istikrarlı yükselişine de tanık oldu. Yunanistan’da muhafazakârların öncülüğündeki hükümet, yeni bir başkan atamadaki başarısızlığı üzerine çökerek 25 Ocak’ta gerçekleşecek olan bir erken seçimi tetikledi; seçimleri, radikal sol parti Syriza’nın kazanması öngörülüyor. Bu sırada İspanya’da Ocak ayında Avrupa seçimlerine katılması için yeni sol parti Podemos kuruldu ve şu anda, bir seneden daha az bir zaman sonra, şimdiden seçim anketlerinde birinci sıraya fırlamış bulunmakta. İspanyol aktivistler, ümitle “korkunun taraf değiştirdiğini” gözlemliyorlar. 2015’te, Avrupa kemer sıkma doktrini, bugüne kadarki en ağır meydan okumayla karşı karşıya kalacak.

Fakat en ilham verici hareketler, adalet ve onur için sokaklarda haykıran sıradan insanların öncülük ettikleri olmaya devam ediyor. Bu sene, Meksika, ‘68’den bu yana sokak gösterilerinin en büyüklerine ve Başkan Peña Nieto ve Kurumsal Devrim Partisi’ne (PRI) karşı en ciddi meydan okumaya tanık oldu. Hong Kong, ciddi bir demokrasi yanlısı hareketin doğuşunu gördü; bu hareket birçok yönden, Çin kontrolündeki topraklarda 1989 Tiananmen Meydanı başkaldırısından bu yana görülen en önemli protestolardan biri. Brezilyalılar, Dünya Kupası sırasında milyonlar olarak sokaklara akmaya devam ederken, Bosnalılar –derin kökleri olan etnik ayrışmaların ötesine geçerek– senenin başında, kısa süreliğine, tam gelişmiş bir işçi başkaldırısını gerçekleştirdiler.

Bu sırada, ABD, Ferguson’da Michael Brown’ın ve New York’ta Eric Garner’ın polis cinayetinin ardından (ve daha sonra katillerin suçsuz bulunması üzerine) açıkça polis-karşıtı ve ırkçılık-karşıtı olan ayaklanmalar yaşıyordu. Özellikle St. Louis kasabası, yaz boyunca küçük çaplı bir kentsel ayaklanmaya tanık oldu; bu sırada Körfez Bölgesi (Bay Area), geçtiğimiz ay, radikal aktivizmin ve siyah özgürlüğünün yuvası ünvanına yaraşır şekilde bir dizi yürüyüş, protesto ve çatışmaya sahne oldu. New York haftalardır tam kuvvetle harekete geçiyor. Ben bu satırları yazarken, polis-karşıtı protestolar ülke çapında devam ediyor ve yakında yatışacak gibi de durmuyor.

Yine de, yukarıdakilerin hepsinin, bu sene IŞİD’i öz-yönetimleri altındaki Kobanê kantonundan ne pahasına olursa olsun def etmek için Kürtlerin ortaya koyduğu kahramanca mücadelenin yanında soluk kaldığı açık. Tabii ki Suriye iç savaşının şartları yüzünden –on yılların en kanlı savaşı olduğu şüphe götürmez– Kürtlerin durumu, öteki hareketlerin içinde bulunduğu durumla kıyas kabul etmez. Rojava’dan yayılan tüm kahramanlık öyküleri ve devrim masallarına rağmen, Kürtlerin kazanımları, IŞİD’in faşist hırsları, ABD liderliğindeki koalisyonun emperyal hırsları ve Türkiye’nin, İran’ın ve Suudi Arabistan’ın bölgesel hırsları karşısında tehlikede. Yine de, Kürtlerin demokratik özerklik tecrübesi, umutsuzluk çölünde parlayan bir umut feneri olarak dimdik durmaya devam ediyor.

Geriye dönüp bakınca görüyoruz ki, eğer 2014 bize bir şey gösterdiyse, o da 2011 sonrası mücadele dönemlerine yol açan yapısal nedenlerin hiçbirinin gerçek anlamda ele alınmadığıdır. Birçok yönden, dünya finansal sistemi ve küresel ekonomi uçuruma sürüklenirken ve durmadan artan toplumsal eşitsizliklere tepki olarak yükselen toplumsal huzursuzlukla başa çıkmak için devletler şiddetini arttırırken, dünya çapında kitlesel protesto dalgaları ve açık başkaldırılar için tek olasılık daha da şiddetlenecek olmalarıdır. Aslında, eski rejimde bir “düzen” hissini tekrar sağlayabilecek bir tek etkili yol var gibi görünüyor: her alana yayılan bir cesaretsizlik ve ümitsizlik hissini yerleştirmek için bütün demokratik iddiaları açık bir devlet baskısıyla feda etmek.

2014’ün başlarında, bir süre, dünya bu ikinci yola doğru gidiyor gibi göründü –daha da büyük bir cesaretsizliğe ve geri çekilmeye (demobilizasyon) doğru. Fakat son aylar, başka sonuçların hâlâ mümkün olduğuna dair umut vaat etti; hem yalnızca Avrupa, Asya ve Amerika’da değil, ayrıca yeni Ortadoğu savaşlarının dehşetinin tam ortasında da. Aslında, değişim rüzgârları tekrar canlanıyor gibi duruyor. Dünya çapında taban hareketleri, dayanağını tekrar buluyor gibi görünüyor. Ya 2011 yalnızca bir başlangıçsa? Yalnızca bu düşünce bile insanın tüylerini diken diken ediyor. Eğer 2014 bir işaretse, protestocunun on yılı henüz gelmemiş olabilir. Ve bizi bekleyen olanakları kim bilebilir ki?

Jerome Roos - roarmag.org

(Türkçe'ye Özge Karakale çevirdi)



Bültene kayıt ol