Dünyada Güncel Gelişmeler

02.01.2023 - 14:40

2023 yılının bu ilk hafta başında, bir önceki yılın son günlerinde dünyada gerçekleşen gelişmelerden seçtiğimiz öne çıkan konulara göz atıyor olacağız.

Derleyen: F. Levent Şensever

Brezilya’da Lula iktidarı devraldı

Brezilya’da 30 Ekim 2022’de gerçekleşen seçimlerden, aşırı sağcı Bolsonaro karşısında zaferle çıkan Luiz Inácio Lula da Silva, kamuoyunda bilinen adıyla Lula, 1 Ocak 2023 tarihi itibariyle başkan olarak iktidarı devraldı. Lula’nın bu zaferi, her ne kadar önünde zorlu bir süreç söz konusu olsa da Güney Amerika siyasetinde ciddi bir sola kayışa işaret ediyor.

Lula’yı bekleyen zorluklardan en önemlileri olarak ekonomik sorunlar, yükselen yoksulluk, eğitimde yaşanan kriz ve Amazon ormanlarının yok edilmesinin önlenmesi gibi konular sıralanabilir. Lula’nın, ekonomik, toplumsal ve doğayla ilgili sorunların yanı sıra, politik olarak derin bir kutuplaşma yaşanan ülkede siyasi birçok engeli de aşması gerekiyor. Eski Başkan Bolsonaro’nun Liberal Parti’si (LP) Kongre üye sayısını önemli ölçüde artırmayı başardı. LP ve ittifak kurduğu gruplar Kongre’de çoğunluğu ele geçirmiş durumda.

Lula bu gibi siyasi nedenlerle, iktidarı resmen devralmadan önce oluşturmaya başladığı kabinesine, ulusal bölünmeyi aşmaya yönelik merkez sağdan kişileri ve iş dünyasını temsil eden bir politikacıyı da kattı. Bunun yanı sıra, ileride alacağı siyasi kararlarda kaçınılmaz olarak sağ kanatla uzlaşması gerekecek.

Lula, 2003-2010 yıllarında başkan olduğu dönemde, izlediği ekonomik program sayesinde Brezilya tarihinin en popüler başkanlarından olmuştu. O dönemde, sosyal harcamaları artırmış, ülkedeki yoksulluk ve açlık oranlarında ciddi düşüşler sağlamıştı.

Lula’nın henüz iktidara gelmeden önce oluşturmaya başladığı siyasi ve ekonomik programına göz attığımızda, bir önceki dönemdekine benzer sorunları ele aldığını görüyoruz; bunlar arasında, ülke ekonomisinde yaşanan düşük büyüme oranları, eşitsizlikler ve giderek artan yoksulluk ve açlık sorunları sıralanabilir. Seçim programında, asgari ücretin artırılması, zenginlere yönelik vergi artışları, vatandaşların borçlarının silinmesi ve devlet destekli sosyal konut projelerinin artırılması gibi vaatlerde bulundu.

Lula henüz resmi olarak görevine başlamadan Kongre ile bazı uzlaşmalara vardı. Örneğin Kongre geçen aralık ayında anayasaya, Lula’nın yoksul ailelere para yardımını kapsayan programının önünü açan bir değişiklik eklenmesini onayladı. Anayasa değişikliğiyle birlikte, 2023 yılı bütçesine bu amaçla kullanılmak üzere 28 milyar dolar düzeyinde ek bütçe ayrıldı.

Lula’nın attığı önemli adımlardan biri de çevre sorunlarıyla ilgili oldu. Amazon ormanlarının korunması uzun bir süredir Lula’nın siyasi hedefleri arasında yer alıyor. İlk iki dönem başkanlığı sırasında Amazon ormanlarındaki kayıpları yüzde 70’ten fazla oranda azaltmayı başarmıştı. Ancak Bolsonaro’nın başkanlığı döneminde orman alanlarının kaybı son 15 yılın zirvesine çıkmıştı.

Lula, seçim kampanyası sırasında 2030 yılı itibariyle sıfır orman alanı kaybı ve ülkedeki yerli kabilelerin çıkarlarını koruyacak yeni bir bakanlık oluşturma vaadinde bulundu. Mısır’da gerçekleşen COP27 zirvesi sırasında, yasadışı madenciliği önlemeyi, iklim için kritik öneme sahip ekosistemleri ıslah etmeyi ve Brezilya’yı iklim değişikliğiyle mücadelede lider ülkelerden biri yapmayı vaat etti. Almanya ve Norveç, Lula henüz göreve resmen başlamadan, 2008 yılında Amazon ormanlarının sürdürülebilirliğini sağlamak üzere oluşturulan fona finansal destek sağlamaya yeniden başlayacaklarını ilan ettiler. İki ülke, fonun 2019 yılında Bolsonara tarafından feshedilmesine kadar geçen süre içinde toplam 1,2 milyar dolar düzeyinde katkı sağlamışlardı. 

Lula, bu vaatlerinin arkasında duracağını konuyla ilgili attığı ilk adımla gösterdi. Kabineye atadığı toplam 37 bakan arasında, Çevre Bakanlığı’na ülkenin ünlü çevre aktivisti ve Amazon yağmur ormanlarının savunucusu Marina Silva’yı atadı. Silva, atanmasının hemen ardından, bakanlığının adını Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştireceklerini açıkladı. Silva, Lula’nın 2003’te kurduğu kabinede de Çevre Bakanı olarak görev almıştı. O dönemde, yağmur ormanları bölgesinde düzinelerce doğal koruma alanlarının oluşturulmasına öncülük etti, ancak Lula’nın tarımsal ticarete olan ilgisinin giderek artması nedeniyle başkanla anlaşmazlığı düşerek, istifa etmişti. 

Lula, ülke tarihindeki en yüksek sayıda, 11 kadını bakanlıklara atadı. Bunlar arasında, yeni kurulan Yerli Halklar Bakanlığı’na atanan, kendisi de bir yerli olan Sonia Guajajara da yer alıyor.

İsrail’de iktidar değişikliği

İsrail’de 1 Kasım 2022’de gerçekleşen erken seçimleri kazanan Netanyahu, aşırı sağcı partilerle kurduğu koalisyonun 29 Aralık 2022’de parlamentoda güven oyu almasının ardından başbakanlık koltuğuna oturdu. Netanyahu, güven oylaması sırasında yaptığı konuşmada, “İlk görevimiz İran’ın İsrail’i yok etmesinin önlenmesi olacak,” dedi. 

Hükümet kurulmadan önce geçici başbakanlık görevini yürüten Lapid de görevini yeni başbakana devretmeden önce verdiği bir demeçte, benzeri tehditleri savurdu. Lapid, İran’ın nükleer silahlar edinmesini önlemekte kararlı olduklarını belirterek, “Düşmanlarımız, varoluşsal olarak gördüğümüz tehditler karşısında boş durmayacağımızı bilmelidir.  (…) Hiçbir İsrail hükümeti nükleer bir İran'a izin vermez. Harekete geçmek gerekiyorsa, geçeceğiz,” dedi. 

Netanyahu’nun aşırı sağcı partilerden oluşan koalisyonu, küresel düzeyde Filistin devleti davasına olan ilginin önemli ölçüde gerilediği bir döneme geldi. Netanyahu’nun liderliğini yaptığı sağcı Likud Partisi, henüz güven oyu gerçekleşmeden yaptığı bir açıklamada, tartışmalı ve işgal altında olan Golan Tepeleri, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yeni yerleşimler inşa edeceklerini açıkladı. Yeni kabinede Turizm Bakanı olarak atanan Haim Katz da gerilimlere başka bir boyut katacak olan planlarını açıkladı. Katz, “İsrail’in Toskana’sı” olarak tanımladığı Batı Şeria’da turistik yatırımlar yapacaklarını ilan etti.

Bu bölgeler, İsrail’in 1967’de gerçekleşen Altı-Gün Savaşı sırasında işgal ettiği bölgeler ve bu nedenle de tartışmalı bölgeler olarak çeşitli gerilimlere gebe. Örneğin Avrupa Birliği ülkeleri, söz konusu bölgelerin yasadışı bir şekilde işgal edildiği gerekçesiyle, bu bölgelerde İsrail egemenliğini resmen tanımıyor. Filistinli yetkililer tarafından, ileride kurulacak olası bir Filistin devleti için Batı Şeria ve Doğu Kudüs kilit önemde topraklar olarak görülüyor. Alman hükümeti de yaptığı resmi bir açıklamada, İsrail’de iktidara gelen yeni yönetim konusuna ilişkin bir açıklama yaptı: “Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te İsrail yerleşimlerinin inşası, gelecekteki bir Filistin devletinin bölgesel temelini giderek daha fazla tehlikeye atıyor.”

Yeni inşa edilecek yerleşimler ve turizm projeleri, İsrail’in ABD ile olan ilişkilerinde de potansiyel olarak gerginlik çıkaracak konulardan biri. Nitekim, Biden yönetimi konuyla ilgili olarak söz konusu planlara karşı olduğunu resmen açıkladı. Beyaz Saray, konuyla ilgili yeni hükümetin adımlarını engellemeye yönelik hazırlıklar yaparken, Biden’ın yardımcılarından Jake Sullivan’ın önümüzdeki günlerde İsrailli üst düzey yetkililerle görüşmek üzere ülkeyi ziyaret etmesi planlanıyor. Konuya ilişkin ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken de geçtiğimiz aralık ayının başlarında yaptığı bir açıklamada, Batı Şeria’da inşa edilecek yeni yerleşimlere veya bölgenin ilhak edilmesine karşı oldukları mesajını vermişti. 

Buna karşın, yeni hükümet konuyla ilgili olarak “Bir halk kendi topraklarında işgalci olamaz,” görüşünü savunuyor. 

Yeni hükümetin karşı karşıya kaldığı gerilimler ve uluslararası baskılar bunlarla sınırlı değil. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu 30 Aralık 2022’de düzenlediği bir oturumda, İsrail tarafından “Filistin topraklarının uzun süreli işgali, yerleşimler ve toprakların ilhak edilmesi” konularında Lahey’de bulunan Uluslararası Adalet Mahkemesi’ne “acilen istişari bir görüş sunulması” talebiyle iletilmek üzere bir karar aldı. Karar lehinde 87 devlet oy kullanırken, aleyhte oy veren devletlerin sayısı 23 oldu, 53 ülke de kararsız kaldı. BM Genel Kurulu’nda alınan bu karar, İsrail’in söz konusu toprakları işgalinin, sorunu müzakereler yoluyla çözmeye yönelik geçici bir durum mu yoksa kalıcı ve devam eden bir durum mu olduğunun netleştirilmesine yönelikti.

İsrail, karar konusunda sert eleştiriler getirse de henüz Uluslararası Adalet Mahkemesi’nin alacağı karar doğrultusunda iş birliğine yanaşıp yanaşmayacağı konusunda kesin bir karar almadı. ABD, karar aleyhinde oy kullandı. İsrail’in BM nezdindeki büyük elçisi Gilad Erdan, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, “Hiçbir uluslararası kuruluş, İsrail'in kendi topraklarını işgal ettiğini ve bizim Kudüs'te, Judea’da ve Samiriye'deki varlığımızın yasa dışı olduğunu belirleyemez. BM gibi ahlaki açıdan çarpık bir yapıdan yetki alan bir mahkemenin meşruiyeti yoktur,” dedi.

ABD ve İsrail’in tüm çabalarına karşın alınan bu karar, Filistinli yetkililer tarafından diplomatik bir başarı olarak tanımlandı. Zira, Uluslararası Adalet Mahkemesi, konuya ilişkin son 18 yıldır ilk kez bir soruşturma yürütecek. Henüz uluslararası mahkeme konuyla ilgili karar almamış olsa da şimdiden açık bir gerçeklik var ki, bu konu, İsrail’de yeni hükümeti oldukça zorlayacak ve üzerinde ciddi baskılar oluşturacak bir boyutta. 

Bu arada BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi’nin 15 Aralık 2022 tarihinde yayınladığı basın açıklamasında, BM uzmanlarının 2005 yılında ölümleri sistematik olarak belgelemeye başlamasından bu yana 2022 yılının, işgal altındaki Filistin topraklarındaki en ölümcül yıl olduğu dile getirilerek, Batı Şeria'da İsrail güçleri ve İsrailli yerleşimciler tarafından Filistinlilere karşı yaygın şiddet ve aşırı güç kullanımı kınandı. Birleşmiş Milletler uzmanlarının kayıtlarına göre, Batı Şeria’da 2022 yılı içinde aralarında 33 çocuğun da bulunduğu toplam 150 Filistinli sivil öldürüldü.

ABD’nin savaş iştahı, Amerikalıları yoksulluğa mahkûm ediyor

Küresel krizlerin yol açtığı sorunlar, Batılı ülkeler de dahil olmak üzere dünyada milyonlarca insanın yoksullaşmasına ve açlık sınırın altında yaşam koşullarına mahkûm edilmesine neden olurken, bir yandan da dünya son yıllarda hızla artan bir silahlanma yarışına girmiş durumda.

Yılın son günlerinde ABD’de kabul edilen 2023 bütçesi, bu çarpık durumu gözler önüne seren nitelikte. Bütçeyle ilgili kabul edilen yasada, bazı tahminlere göre 2021 yılında kabul edilmiş olan geçici “Çocuk Vergisi Kredisi” sayesinde yoksul aile mensubu 3 milyona yakın çocuğun, yoksulluğun yol açtığı beslenme ve sağlık sorunları yaşamasının önüne geçilmişti. Ancak 2023 yılı bütçesinde bu yardımlar kalıcı olarak kaldırıldı. Bu durum sadece beslenme sorunlarının yeniden artmasına yol açmakla kalmayacak, aynı zamanda yoksulluğun neden olduğu eğitim, sağlık ve dolayısıyla ömür boyu düşük gelirli işlere mahkûm olma gibi sorunları da beraberinde getirecek. 

Alınan kararla ilgili ironi ise söz konusu yardımın kaldırılmasını isteyenlerin bu tutumlarına gerekçe olarak, kredilerin maliyetinin yüksek olmasını ve yardımların ebeveynleri çalışmamaya teşvik edeceği gibi inandırıcı olmayan argümanları savunuyor olmaları. Siyasetçiler bir yandan gözlerini kırpmadan silahlanma ve savunmaya 858 milyar dolar harcamayı onaylarken, öte yandan ücretli aile izni, genişletilmiş Çocuk Vergisi Kredisi, sağlık sigortası Medicare’in tüm vatandaşları kapsayacak şekilde genişletilmesi veya evrensel okul öncesi eğitim için yeterli finansal kaynak olmadığını ileri sürüyor.

Oysa, Kongre temsilcileri Biden’ın 2023 yılı için talep ettiği savunma bütçesini bir çırpıda 45 milyar dolar arttırdı. Yeni bütçede, ordunun yeni füzeler için ayırdığı tutar yüzde 55 ve donanmanın bütçesinde yeni silah sistemleri için ayırdığı tutar ise yüzde 47 oranında artırıldı. Bu arada, Pentagon’un harcamalarının yıllık mali denetlemeleri son beş yıldır yapılamıyor. Silahlanma projelerinin bütçeleri, çoğu kez öngörülen tutarlardan muazzam oranlarda sapıyor. Örneğin F35 projesi için ayrılan bütçe, bugüne kadar öngörülenden 165 milyar dolar daha yüksek çıktı. Projenin toplam maliyetinin 1,7 trilyonu aşması bekleniyor.

Bu hızla artan silahlanma yarışından en fazla pay alan kurumlar ise Lockheed, Raytheon, Boeing, General Dynamics, BAE ve Northrop Grumman gibi dünyanın en büyük silah şirketleri oluyor. Savunma bütçesinin yaklaşık yarısı, bu şirketlerden satın alınacak silahlar için ayrılacak.

ABD’de 2022 yılında sendikalaşma mücadelesi hız kazandı

Aralık ayında yayınlanan bir araştırmaya göre, ABD’de gelir eşitsizliği son 40 yılda ciddi oranda artış gösterdi. 1979 ile 2021 yılları arasında gelir dilimin en tepesindeki yüzde 0,1’lik kesim, gelirini yüzde 465 oranında artırırken, piramidin dibindeki yüzde 90’lık kesim ise aynı dönemde sadece yüzde 29’luk bir artış kaydedebildi. Yine aynı dönemde, ücretli çalışanlar arasında en çok kazanan yüzde 1’lik kesim, ücretlerini en az kazanan yüzde 90’lık kesimin yedi katından daha fazla artırdı. 

Uzun bir süredir ülkede üretim süreçlerindeki verimlilik önemli ölçüde artarken, emekçilerin ücretlerinin satın alma gücü sabit kaldı. Ancak son yıllarda emekçiler bu gidişata karşı mücadelelerini artırmaya başladı. Ülkede 2022 yılı içinde bir yandan işçi sınıfı eylemleri ve mücadelelerinde büyük artışlar yaşanırken, aynı zamanda kamuoyunda sendikalaşmaya yönelik olumlu eğilimler de artıyor. Ünlü kamuoyu araştırma şirketi Gallup’un yakın zamanda gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, Amerikan vatandaşlarının yüzde 71’i sendikalaşmaya olumlu bakıyor. Bu, ABD kamuoyunun 1965 yılından bu yana sendikalaşmaya olumlu yaklaşımındaki en yüksek orana işaret ediyor. 

Buna paralel sendikalaşma çabaları da giderek artıyor. 2021 yılının ekim ayı başıyla 2022 yılının haziran ayı sonundaki dönemde, Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu’na yapılan sendika onay başvurularında, bir önceki aynı döneme göre yüzde 58 oranında artış kaydedildi. Bu oranlar, sadece emekçilerin iş yerlerinde sendikalaşma faaliyetleri için veya sendikaların iş yerlerinde toplu sözleşme hakkı elde etmelerine ilişkin sertifika başvurularını kapsıyor. Bu resmi süreçlerin dışında da birçok sendikal mücadeleler olduğu kuşkusuz. Zira, işverenler sık sık çalışma yasalarını ihlal ediyor. Örneğin sendikal örgütlenme mücadelelerindeki öncülerin işten atılması gibi pratikler çok sık gerçekleşiyor. Bu tür vakalar da aynı dönemde yüzde 16 düzeyinde artış gösterdi.

Amerikalı emekçiler, çok çeşitli sektörlerde sendikalaşmaya başladı. Bunlar arasında kolejlerde eğitim emekçileri, çiftliklerde çalışanlar, market çalışanları, Starbucks şubeleri veya Amazon’un depolarında çalışan emekçiler, Google’ın işyerlerindeki kafeteryalarda çalışanlar, kuryeler, Apple’da çalışan emekçiler, gastronomi sektöründe çalışan emekçiler, otomotiv sektöründe çalışan emekçiler… liste böyle uzayıp gidiyor.

İşçilerin örgütlenmelerine düşmanca karşılık veren Amazon ve Starbucks işyerlerinde sendikalaşma çabaları son dönemde hızla yaygınlaştı. Özellikle Starbucks işyerlerinde yürütülen sendikal mücadelelerde çok sayıda zafer kazanıldı. 2021 yılının aralık ayında Starbucks şubeleri arasında, Buffalo kentinde gerçekleşen ilk sendikalaşmanın ardından, günümüze kadar 250’den fazla şubede çalışan emekçiler sendikalaşma yönünde oy kullandı. 

Bu mücadelelerde dikkat çeken bir gelişme de sendikal mücadele veren bazı emekçilerin, geleneksel sendikalar yerine kendilerinin örgütlediği yeni sendikalar kurmaya başlamaları. Örneğin Starbucks şubelerinde örgütlenen Birleşik İşçiler Sendikası görece özerk bir sendikal örgütlenme, ama Hizmet Çalışanları uluslararası Birliği Federasyonu şemsiyesi altında. Bu eğilimin başlıca nedeni, AFL-CIO gibi geleneksel kurumsallaşmış sendikaların, sermaye yanlısı Demokrat Parti ile yakın bağları ve yüksek maaşlı sendika bürokratlarının örgütlenme konusundaki isteksizliği. 

Kısa kısa

Ünlü aktör Benedict Cumberbatch’ın ailesine, atalarının 18 ve 19’uncu yüzyılda sahibi oldukları plantasyonda çalıştırdıkları köleler nedeniyle tazminat ödeme çağrısı yapıldı: Doctor Stange ve 12 Years a Slave gibi filmlerdeki rolleriyle tanınan ünlü aktör Benedict Cumberbatch’ın beş kuşak önceki büyük babası, 1728 yılında Doğu Karayip denizinde, İngiliz Milletler Topluluğu katılımcısı bağımsız bir ada ülkesi olan Barbados’da şeker üretmek üzere bir plantasyon satın almıştı. Ailenin işlettiği plantasyonda, 250 kadar köle çalıştırılıyordu. Plantasyon, 1830’lu yıllarda köleliğin kaldırılmasının ardından kapatıldı. Aile, plantasyonun kapatılması karşılığı bugünkü değerle 3,6 milyon pound karşılığı tazminat almıştı.

Geçtiğimiz haftalarda Barbados hükümeti, Cumberbatch ailesi gibi eskiden köle çalıştıran ailelere çağrıda bulunarak, köleliğin feshedilmesi nedeniyle bu ailelerin atalarına ödenen tazminatları, ada toplumuna okul, sağlık merkezleri ve yol yapımı gibi sosyal projeler olarak geri ödemeleri çağrısında bulundu. 

COP15 zirvesi, tarihsel öneme sahip kararlarla sona erdi: Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik konusunda düzenlediği konferansta alınan kararlar, biyoçeşitlilik konusunda büyük bir başarı olarak değerlendiriliyor. Zirveye katılan 200 ülke, 2030 yılına kadar yeryüzünün yüzde 30’unu kapsayan bir alandaki doğayı koruma altına alma konusunda anlaştı.

Uzmanlar, günümüzde yaklaşık bir milyon türün yok olma riski altında olduğunu belirtiyor. Şayet radikal önlemler alınmazsa, bu türlerin birçoğunun birkaç on yılda yok olması bekleniyor. 

İsviçre üçüncü cinsiyeti tanımadı: Dünyanın en gelişmiş ve refah düzeyi en yüksek ülkelerinden biri olan İsviçre’de hükümet, parlamentodan gelen, ülke vatandaşlarına resmi kayıtlarda cinsiyetlerini belirtmek için üçüncü bir cinsiyet ve cinsiyetsizlik seçeneği sunulması teklifini reddetti.

Federal Konsey, teklifin reddedilme gerekçesi, “İsviçre toplumunda kadın ve erkek cinsiyet modelinin hala güçlü şekilde kabul gördüğü, günümüzde üçüncü bir cinsiyet seçeneğine ilişkin koşulların şu an mevcut olmadığı,” şeklinde açıkladı.

Çin-Hindistan sınırında gerginlik tırmanıyor: Çin ile Hindistan arasında anlaşmazlık yaşanan sınır bölgesinde gerilim son haftalarda tırmandı. Bu gelişmeler üzerine Hindistan söz konusu sınır bölgesine asker yığmaya ve bölgede güvenlik önlemlerini artırmaya başladı. Hindistan’ın Çin ile toplam 3 bin 479 km uzunluğunda sınırı bulunuyor. 

Hindistan Dışişleri Bakanı Subrahmanyam Jaishankar, konuya ilişkin açıklamasında, ülkesinin Çin ile sınırı boyunca daha önce görülmedik düzeyde asker konuşlandıracağını açıkladı. Sınır gerginliği özellikle LAC olarak adlandırılan bölgede yoğunlaşmış durumda. Her iki ülkenin de nükleer silahlara sahip olduğu göz önüne alındığında, çatışmaların yayılmasının ciddi sonuçlar doğurabilme riski taşıdığı kuşkusuz. 

Tesla ve SpaceX’in sahibi Elon Musk tarihi bir rekor kırdı: Elektrikli otomobiller, roket üretim ve performansları ve edindiği servetiyle yıllardır sayısız rekorlar kıran Elon, bu kez pek de alışık olmadığımız bir rekora imza attı. Elon, 2022 yılı içinde kaybettiği 200 milyar dolarla yıllık yitirilen servet bazında, tarihteki en fazla servet kaybeden kişi oldu. Elon’ın serveti, bir yıl içinde 340 milyar dolardan 137 milyar dolara geriledi.

Bu rekoru kırmasına yardımcı olan gelişmeler, Tesla şirketinin yıl içinde yüzde 70 düzeyinde değer yitirmesi ve 44 milyar dolar harcayarak satın aldığı Twitter’ın milyarderin imajına büyük zarar vermesi olarak gösteriliyor. Elon’ın sahibi olduğu ve 100 milyar dolardan fazla değer biçilen bir uzay şirketi olan SpaceX, halka açık bir şirket olmadığı için, milyarderlerin servetlerine ilişkin oluşturulan listelerin çoğunda bu şirketin değeri dikkate alınmıyor.

Avatar 2’ye yönelik sömürgeci yaklaşım suçlamaları: Dünyanın en yüksek gişe rekoru kırmış olan Avatar’ın (2009) devamı olan Avatar: The Way Of The Water geçtiğimiz hafta vizyona girdi. Ünlü yönetmen James Cameron tarafından yazılan ve yönetilen film, ele aldığı konu itibariyle başta azınlık konumundaki yerli halkların temsilcileri ve sömürgecilik ve ırkçılık karşıtı aktivistlerin yoğun tepkilerine maruz kaldı.

Özel bir şirket tarafından, zengin madenleri nedeniyle sömürgeleştirilen bir gezegende yaşayan Omatica klanından Na’vi halkını ele alan bilim kurgu film, görsel zenginliklerle tam bir film şöleni sunarken, Cameron’un arka planda sömürgeciliğe ilişkin alegorisi az sayıda izleyicinin dikkatini çekmişti. 

Cameron, bir açıklamasında Avatar'ın konusuyla ilgili olarak, geçmişte Amerikalı yerlilerin topraklarının sömürgeleştirilmesinden esinlendiğini belirtmişti. Film konusunun nasıl geliştiğine dair yaptığı açıklamada, “Avatar, erken sömürge döneminde Kuzey ve Güney Amerika tarihini yeniden anlatan bir bilim kurgu filmidir,” demişti. Ancak Cameron’un Kuzey Amerikalı Lakota Sioux yerlileri hakkındaki sözleri, çok eleştiri aldı.

Avatar’ı yazarken itici güç olduğunu belirttiği, Kuzey Amerika’ya göç eden Avrupalılar tarafından kırıma uğratılmış Lakota Sioux yerlilerinin yaşadıklarına dair paylaştığı görüşleri, özellikle yerli halklar arasında büyük tepki topladı. Cameron konuyla ilgili görüşlerini şöyle açıklamıştı: “[Lakota Sioux halkının] bir zaman penceresi olsaydı ve geleceği görebilseydiler... ve çocuklarının ülkedeki en yüksek intihar oranlarında intihar ettiğini görebilseydiler, herhalde çok daha fazla savaşırlardı diye düşünmeden edemedim... çünkü onlar umutsuzdu ve onlar çıkmaza saplanmış bir toplumdu – şimdi olan da bu.”

ABD Senatosu, otomobil üreticilerinin Çin’de köle emeğiyle üretilen araba parçalarını kullanıp kullanmadıklarını araştırıyor: ABD Senatosu’nun Finans Komitesi, Ford Motor, General Motors ve Tesla gibi önde gelen Amerikan otomotiv şirketlerinin, Çin’in Sincan bölgesinde köle emeğiyle çalıştırılan Uygurlar tarafından üretilen araba parçalarını kullanıp kullanmadıklarına ilişkin soruşturma başlatma kararı aldı.

Komite Başkanı Senatör Ron Wyden, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “soruşturmada, araba bileşenlerinin köle emeğine dayalı zorla çalıştırmayla bağlantılı olmadığı teyit edilmedikçe, otomobil üreticileri Sincan’da çıkarılan madenler veya üretilen bileşenleri içeren arabaları Amerika Birleşik Devletleri'nde satamaz ve satmamalıdır” dedi.

Nazi toplama kampında sekreterlik yapmış olan Irmgard Furchner, yargılandığı mahkemede 10 bin 500 tutsağın ölümüne yönelik işbirliği yaptığı gerekçesiyle suçlu bulundu: Yargıç, Furchner’in sivil bir çalışan olmasına karşın, kampta gerçekleşen vahşetin farkında olduğunu açıkladı. İki yıl hapis cezası alan Furchner’in cezası ertelendi. Furchner, uzun bir sürenin ardından Nazilerin işlediği suçlarla ilgili yargılanan ilk kadın olurken, cezasının düşük olmasının nedeni, suçu işlediği tarihte 18 veya 19 yaşlarında olması nedeniyle çocuk mahkemesinde yargılanmış olması.

Hollanda, 250 yıllık köleci geçmişine yönelik ilk kez resmi olarak özür diledi: Hollanda Başbakanı Mark Rutte 19 Aralık’ta, Hollanda’nın kölecilik ve köle ticaretindeki tarihsel sorumluluğundan dolayı hükümeti adına özür diledi. Başbakan’ın Ulusal Arşiv kurumunda yaptığı 20 dakikalık konuşması sırasında dile getirdiği özür, davetli seçkin katılımcılar tarafından sessizlikle karşılandı. 

Başbakan, bazı insan hakları aktivist grupları ve eski sömürge ülkelerinin açıklamayı, köleliğin feshedilmesinin 160’ıncı yılının anılacağı gelecek yılın 1 Temmuz tarihine kadar ertelemesini tavsiye etmelerine karşın, açıklamasını ertelemedi. İnsan hakları aktivistleri, gelecek yıl köleliğin sona ermesinin 150’nci yılının anılacağı görüşünü savunuyor, zira resmi olarak kölelik feshedilmesine rağmen, birçok köle bir on yıl daha plantasyonlarda zorla çalıştırılmaya devam etti. 

Başbakan zaman konusundaki itirazlara ilişkin açıklamasında, “Herkes için uygun tek bir iyi an olmadığını biliyoruz, herkes için doğru bir söz yok, herkes için doğru bir yer yok,” dedi. Başbakan aynı zamanda, “Hükümetin, Hollanda ve eski sömürgelerindeki köleliğin mirasıyla mücadeleye yardımcı olacak girişimler için bir fon kurulacağını,” açıkladı.

Afrika’da açlık ve bulaşıcı hastalıklarda hızlı artış: İklim değişikliğinin yol açtığı doğal felaketler, birçok Afrika ülkesinde tüm bir kuşağı etkileyen fiziki ve ruhsal olumsuzluklara yol açıyor. Kıtanın doğusundaki Afrika Boynuzu’nda yaşanan 40 yıldır görülmemiş düzeydeki kuraklık, batı Afrika’nın Sahel bölgesinde yaşanan su taşkınları ve su sıkıntısı gibi felaketler, 76 milyondan fazla Afrikalının gıda güvenliğini risk altına soktu. Somali’nin bazı bölümlerinde şimdiden kıtlık yaşanıyor.

Söz konusu bu iki bölgede doğal felaketler ve silahlı çatışmalar nedeniyle 15 milyondan fazla insan yerinden edildi. Nijerya, Burkina Faso, Etiyopya, Somali, Sudan ve Güney Sudan halkları, bu felaketlerden en fazla etkilenen uluslar oldu.



Bültene kayıt ol