Rosa Luxemburg, her fırsatta I. Dünya Savaşı’nı kınamıştı. Alman basınında Rus ve İngiliz emperyalizminin suçlarına yönelik haberlerin sıklıkla görüldüğünü ancak Almanya’nın emperyalist eylemleri ve emelleri konusunda sessiz kalındığına dikkat çekmişti. İngiliz basını da Alman militarizmini ve saldırganlığını kınıyor, benzer şekilde Rusya (İngiltere’nin müttefiki) veya İngiliz katliamları ve fetihleri hakkında hiçbir şeyi haber yapmıyordu. Yani emperyalist güçler rakipleri hakkında doğruyu söylerlerken, kendileri hakkında hep yalan söylediler.
Emperyalizm hiçbir zaman sadece güçlü ülkeler ve kurbanları (yerli halklar, küçük ülkeler vb.) arasındaki baskıcı ilişkiyle ilgili olmadı, aynı zamanda rakip emperyalist güçler arasındaki çatışmalarla da ilgili oldu.
Emperyalist güçler operasyonlarını daima rakiplerin veya isyancıların saldırılarına karşı ‘savunma’ ve ‘karşılık’ olarak sunarlar. Ve elbette, herhangi bir imparatorluk ne kadar büyükse, “savunacak” o kadar çok şeyi vardır.
NATO
Bütün bunlar NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) için de geçerli. ABD’nin inisiyatifiyle 4 Nisan 1949’da 12 Batı Avrupa ülkesinin katılımıyla kuruldu. Bu yıllar ABD’de komünizm karşıtlığının ve McCarthyizmin zirvede olduğu anlardı. Doğal olarak, Batı Avrupa’ya olası bir Sovyet saldırısını önlemek için bir savunma ittifakı olduğu iddia edildi (bunun için hiçbir kanıt yoktu ve güçler dengesi göz önüne alındığında büyük ölçüde de olası değildi). Gerçekte, ABD emperyalist gücünün genişlemesi ve projeksiyonu için bir araçtı.
NATO’nun bir “eşitlikler” ittifakı gibi görünmesini sağlayacak sivil bir üstyapı özenle inşa edildi. Ancak gösterilen yapının arkasındaki askeri gerçekler, bu düşüncenin saçmalığını açıkça gösteriyor. Gerçekte ABD askeri gücü, diğer tüm NATO üyelerinin toplam gücünden çok daha fazlaydı ve hâlâ da öyle. ABD askeri harcamaları (778 milyar dolar), en fazla harcama yapan on ülkenin toplamından (630 milyar dolar) daha fazla. Ve küresel askeri yayılım söz konusu olduğunda, ABD’nin dünya çapında yaklaşık 750 askeri üssü var. Bu rakama yaklaşan başka bir ülke yok.
NATO Genel sekreterinin sırayla farklı ülkelerden seçilmesiyle “dengeli” bir görünüm sergilenmek isteniyor. Genel Sekreter şu anda Norveç eski Başbakanı Jens Stoltenberg. Ancak 1949’dan günümüze NATO’nun 19 başkomutanının her biri ABD’dendi.
Bu nedenle, NATO’nun ABD emperyalizminin emri ve hizmetinde olmaksızın harekete geçmesi düşünülemez.
NATO müdahaleleri
Balkanlar: Eylül 1995’te NATO, Bosnalı Sırplara karşı Planlı Güç adı verilen bir operasyon yaptı. Binden fazla bomba attı ve azaltılmış uranyum mühimmatı kullandı. NATO 1999’da Yugoslavya’ya, Soylu Örs adı verilen ve yaklaşık 500 sivilin hayatını kaybettiği bir operasyon daha yaptı.
Afganistan: 2001’de Amerika Birleşik Devletleri, ülkeyi 20 yıl daha süren korkunç bir savaş döngüsüne sokacak olan ve ABD’nin tamamen yenilgiye uğrayacağı Afganistan’ı işgalini NATO’nun himayesi altında gerçekleştirebildi.
Irak: 2004’te NATO, ABD’nin Irak’ı işgal etmesine yardım etmek için Irak güçlerini eğitecek birlikler gönderdi. Bu öncelikle, korkunç Irak savaşına müttefiklerinin en azından simgesel olarak katılımını sağlamanın bir yoluydu.
Aden Körfezi: 17 Ağustos 2009’dan itibaren NATO, Aden Körfezi ve Hint Okyanusu’ndaki deniz trafiğini Somali Korsanlarından korumak için savaş gemilerini görevlendirdi. Başlangıçta Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen savaş gemileri katıldı, ancak diğer birçok ülkeden gemiler de daha sonradan dahil edildi.
Libya: 2011’de ABD, Albay Kaddafi rejimine karşı Libya’ya müdahale etmek için NATO’yu kullandı. 5900’den fazla saldırı düzenledi ve ülke, bugün de etkisinin sürdüğü şekilde harap edildi.
Bu müdahalelerin hiçbirinin demokrasiyi savunmakla bir ilgisi yoktu. Yalnızca ABD imparatorluğunun devam etmesine yardımcı olmakla ilgiliydi.
Savunma, genişleme ve demokrasi
NATO gerçekten Batı Avrupa’yı Sovyet saldırısından korumakla ilgili olsaydı, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından ve 1989-91’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kendini feshederdi. Ancak NATO, dağılmak şöyle dursun, tam da Rusya sınırlarına doğru amansız bir genişleme süreci başlattı. 12 ülkeyle kurulan NATO, çoğu doğrudan Rusya ile sınır olmak üzere toplam 30 ülkeye genişledi.
1962’de ABD, Küba’daki Rus füzelerinin varlığı yüzünden dünyayı nükleer savaşın eşiğine getirdi. Varşova Paktı Venezüella ve Brezilya ile birlikte Kanada ve Meksika’yı da içine alacak şekilde genişleseydi çığlıkları ve öfke dolu haykırışları bir düşünün.
NATO’nun ABD ve başlıca müttefiklerinin stratejik çıkarlarını geliştirmek yerine demokrasiyi savunmakla ilgisi olduğu düşüncesi gülünçtür. NATO ve ABD’nin ‘demokrasiyi savunmada’ başarısız olduğu örnekler oldukça fazla: Bunlar Pinochet yönetimindeki Şili’den, 70’lerde askeri yönetim altındaki Brezilya ve Arjantin’e, 1967-74 askeri cunta yönetimindeki Yunanistan’dan, Güney Afrika’daki ırk ayrımına, İsrail’de sürekli gördüğümüz ırkçılıktan, bugün Suudi Arabistan ve Mısır’a kadar.
Buna birçok NATO ülkesinin, siyasi mahkumların ABD’de izin verilmeyen yöntemlerle sorgulanabilecekleri, yani işkence edilebilecekleri bölgelere taşıdıkları korkunç politikasına yardımcı olduğu gerçeği de eklenebilir.
Büyük resim
NATO büyük resmin içinde görülmeli. ABD emperyalizminin dış politikasının, Amerikan Devletleri Örgütü (OAS), Uzak Doğu’daki AUKUS paktı, CIA ve diğer birçok kurumun faaliyetleri ile birlikte çalışan ve sonuçta ABD’nin ekonomik ve askeri gücüne bağlı ve ona hizmet eden kollarından sadece biri.
Bu da küresel emperyalist rekabet çerçevesinde var olmaktadır. 20. yüzyılda ABD, kendisini ezici bir çoğunlukla baskın ekonomik ve askeri süper güç olarak kabul ettirdi ve SSCB’nin meydan okumasını ortadan kaldırdı. 21. yüzyılda ABD hegemonyası, ekonomisi sürekli olarak büyüyerek ABD’ninkini aşan Çin’in tehdidi altına giriyor. Uzun vadede askeri güç, ekonomik güce dayanır ve onu takip eder. ABD, ekonomik imparatorluğunu desteklemek için mevcut askeri üstünlüğünü kullanmaya ve Çin’i kuşatmak için bir üsler ve ittifaklar halkası inşa etmeye çalışıyor. Jeopolitik açıdan Çin’in potansiyel bir müttefiki olan Rusya’yı kısıtlamak bu stratejinin bir parçası.
Sosyalistler tüm bu sisteme karşı çıkıyorlar. Sosyal Demokrasiden farklı olarak (İrlanda’da ve uluslararası alanda) ABD ve Batı emperyalizmiyle aynı çizgide değiliz. Stalinistlerin ve soldaki bazılarının aksine, Çin’i veya Rusya’yı (her birinin kendi emperyalist emelleri var) veya onların vekillerini desteklemiyoruz ve özellikle Kazakistan veya Hong Kong’da olduğu gibi kendi halklarının isyanlarına karşı onları da desteklemiyoruz.
Asıl işimiz, Xi Jiang ya da Putin’de herhangi bir yanılsama yaşamadan, siyasi öfkemizi kendi yöneticilerimize yoğunlaştırmaktır.
John Molyneux
Çeviren TN.
(Sosyalist İşçi)