2015’ten bu yana Akdeniz’de mülteci krizi

09.10.2020 - 12:33

Uluslararası Göç Örgütü (IOM) verileri, 2015 mülteci krizinin ardından Akdeniz’de hala büyük bir kriz olduğunu ortaya koydu. 

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), "Umutsuz Yolculuklar" adıyla yayımlanan raporunda, Akdeniz'in mülteciler için dünyanın en ölümcül rotası olduğunu açıklamıştı. Raporda, 2018'de Akdeniz'den Avrupa'ya ulaşan mülteci sayısının 139 bin 300 olduğu, bu mültecilerden 2 bin 275'inin hayatını kaybettiği veya kaybolduğu belirtilmişti.

Birleşmiş Milletler verilerine göre, 2014’ten bu yana Ege ve Akdeniz’de yaşamını kaybeden göçmenlerin sayısı 10 binin üzerinde. Kimi kaynaklar ise 2014-2018 yılları arasında 27 bin göçmenin Akdeniz’de boğularak hayatını kaybettiğini söylüyor. 

2015 yılında aşırı kalabalık mülteci tekneleri artarda battı. Sadece Nisan ayında yaklaşık 1500 mülteci denizde boğularak ölüme terk edildi. 2015 yılının Ocak ve Ağustos ayları arasında 3030 mülteci Akdeniz’de yaşamını yitirdi. 2015 mülteci krizinin üzerinden yıllar geçti, fakat mülteci sorunu hala çözülmüş değil: Uluslararası Göç Örgütü (IOM) sadece bu yılın başından beri beş yüzü aşkın mültecinin Akdeniz’de hayatını kaybettiğini bildirdi. Bu mültecilerin çoğu Tunus ve Libya'dan yola çıkan teknelerin Orta Akdeniz'de batmasıyla hayatlarını kaybetti.

Mülteci politikaları ve göçmenlerle dayanışma

2015'in Ekim ayındaki büyük mülteci dalgasından iki ay önce Almanya hükumeti kapılarını mültecilere açmıştı. Ardından bir milyonu aşkın göçmen Almanya’ya ulaştı. Aşırı sağcılardan gelen sert tepkilerden sonra Angela Merkel, 2016’da “açık kapı” politikasının bir daha tekrarlanmaması gerektiğini söyledi. 

2018 yılının Ağustos ayında İtalya İçişleri Bakanı Matteo Salvini ve Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Avrupa Birliği’nde göç karşıtı bir ittifak kurmak istediklerini açıkladılar.

2018 yılında İtalya'da popülist 5 Yıldız Hareket ile aşırı sağcı Lig Partisi'nin kurduğu koalisyon hükümeti, göreve gelir gelmez İtalyan limanlarını Akdeniz'de arama-kurtarma faaliyeti yürüten sivil toplum kuruluşlarının gemilerine kapamaya başladı. Koalisyon ortakları bu kuruluşları, göçmenleri Avrupa'ya taşıyan bir "deniz taksisi" hizmeti vermekle ve insan kaçakçılarına yardım etmekle suçladı.

2018’ de İtalya'nın göç karşıtı, sağ-popülist hükümetinin baskıları sonucunda, 2 yıl içerisinde uluslararası sularda yaklaşık 30 bin kişiye yardım eden Aquarius gemisinin Akdeniz'deki göçmen arama-kurtarma faaliyetlerine son verildi. Aquarius'un faaliyetine son verilmesiyle, Orta Akdeniz'de düzenli olarak arama-kurtarma çalışması yapan başka bir insani yardım gemisi kalmadı.

2019 yılında Avrupa Birliği, Akdeniz'de göçmen kurtarma amacıyla gezen deniz devriyelerini askıya aldı. İtalya, limanlarını göçmen kurtarma gemilerine kapatma kararı aldı. 2019 Şubat ayında Carola Rakete isimli Alman bir kaptan bu karara karşı gelerek göçmenleri taşıdığı gemisiyle Lampedusa adasına yanaştı. Rackete, İtalya’nın aşırı sağcı İçişleri Bakanı Matteo Salvini’ye tepki göstererek, “İnsanların hayatı tüm siyasi oyunlardan daha önemlidir” ifadelerini kullandı. Rackete, kısa bir süre ev hapsinde tutulmuş, uluslararası kamuoyunun yaygın tepkileri sonucunda serbest bırakılmıştı. Dünyanın pek çok yerinde Rackete ile dayanışma gösterileri yapıldı. 

Almanya'nın 90 şehrinde göçmenlere yardım gemilerinin kriminalize edilmesine karşı gösteriler gerçekleşti. Binlerce insanın katıldığı gösterilerde Almanya hükümetinden Akdeniz'de yaşanan göçmen krizinde sorumluluk üstlenerek, daha fazla göçmeni kabul etmesi talep edildi.

2015 yılında çok sayıda mülteci Türkiye sahillerinden Yunan adalarına tehlikeli bir yolculuk gerçekleştirmişti. 2016 yılının Mart ayında ise Türkiye hükumeti, AB ile Yunan adalarına ulaşan mültecilerin geri gönderilmesine yönelik bir anlaşma yaptı. Anlaşmanın ardından sınırdan yasadışı geçişlerde ciddi bir düşüş yaşandı.

Fakat bu düşüş mültecilerin can kayıplarını durdurmadı. AB’nin, kapılarını kapasının ardından mülteciler için yeni bir güzergâh ortaya çıktı: Van Gölü. Onlarca mültecinin bulunduğu teknelerin batmasıyla yine can kayıpları yaşandı. kimi göçmen kaçakçılarının, mültecileri Van Gölü üzerinden Ege denizine açılmak vaadiyle tekneye bindirdikleri yönünde iddialar ortaya atıldı.

2020 yılının Şubat ayında Türkiye hükumeti bir kısım mültecinin Yunanistan’a geçişine izin vermeye başladı. Erdoğan milyonlarca mültecinin sınırı geçebileceği söyledi, fakat beklenen düzeyde bir geçiş gerçekleşmedi. Mülteciler günlerce sınırda bekledi, Yunanistan polisinin şiddetine maruz kaldı. Mülteciler, faşist saldırılara uğradı. Bu saldırıların ardından ırkçılık karşıtı eylemler başladı. Hem Türkiye’de hem Yunanistan’da ırkçılık karşıtları, göçmenlere yönelik saldırılars ve mültecileri siyasi araç olarak kullanan hükumetlere karşı bir araya geldi. Türkiye’den DSİP ve Yunanistan’dan SEK (Sosyalist İşçi Partisi) ortak bir açıklama yayınlayarak Ege’nin iki yakasından göçmenlerle dayanışma gösterdiler.

Atina’da sınırların açılması için büyük eylemler gerçekleşti. Eylemciler, “Katil Avrupa Birliği!” gibi sloganlar ile AB’nin göçmen politikalarını eleştirdi, göçmen ölümlerinden AB’yi ve kapitalist sistemi sorumlu tuttu. 

Mülteci kampları

Mültecilerin çoğu Avrupa topraklarına Yunanistan'ın Ege'deki adalarında ayak basıyor. Midilli (Lesbos), Sisam (Samos), Sakız (Chios), İleryoz (Leryos) ve İstanköy (Kos) adalarında binlerce mültecinin yaşadığı kamplar oluştu.

İltica başvurularına yanıt alana kadar mülteciler bazen aylarca bazen bir yılı aşkın süre bu kamplarda kalıyor. Yunanistan Mülteciler Konseyi'nin 2019'un Aralık ayındaki verilerine göre o dönem 87 binden fazla göçmen iltica başvurusu için Yunanistan hükümetinden cevap bekliyordu ve bunlardan 45 bini altı ayı aşkın bir süredir beklemekteydi. Genellikle göçmenler, iltica başvurularına 10 aydan daha erken bir sürede yanıt alamıyor. Pandemi koşullarında bu sürenin daha da uzamış olabileceği düşünülüyor.

Kamplar çok kalabalık, elektrik ve temiz suya erişim ise oldukça sınırlı. Yunanistan hükumeti, AB’den alınan desteğin göçmenlerin ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek miktarın yanına dahi yaklaşmadığını ifade ediyor. 

Bu kamplardan en kalabalığı Midilli adasındaki Moria mülteci kampı. Moria mülteci kampı insani olmayan yaşam koşulları sebebiyle sıklıkla eleştiriliyordu ve otoritelere gerekli önlemlerin alınması çağrıları yapılıyordu. 3 bin kişi için tasarlanmış olan kampın nüfusu 20 bine varıyordu. Covid-19 salgınının ardından kampların kalabalık oluşu daha da büyük bir tehlike haline geldi. Mülteciler, defalarca Covid-19 tehlikesi yüzünden tahliye edilme taleplerini dile getirdiler, fakat herhangi bir adım atılmadı.

2020 Eylül ayında Moria kampında yangın çıktı ve kamp tamamen yanıp kül oldu. Çok sayıda mülteci sokakta kaldı. Yunanistan hükümeti mültecilerin şehir merkezine kaçmasını engellemek için adaya polis gücü gönderdi. Polis mültecilerin, yakındaki şehir merkezlerine girmelerini önlemek için yolları kuşatmaya aldı. Yangından kaçan göçmenler ırkçı saldırılara maruz kaldı.

Dünyanın farklı yerlerinde Moria kampındaki mültecilerle dayanışma eylemleri gerçekleşti. Berlin’de 5 bin kişiyi aşkın gösteriler gerçekleşti ve eylemciler “Yeter! Yerimiz var!” diye haykırdı. Bu eylemler, Moria’daki mültecilerle dayanışmanın yanı sıra Merkel’in “açık kapı” politikasının ardından yükselen aşırı sağcı göçmen karşıtı eylemlere de bir cevap niteliğindeydi. Hem Köln, Münih ve Leipzig gibi Almanya’daki başka şehirlerde hem de Paris’te göçmenlerle dayanışma için benzer yürüyüşler gerçekleştirildi.

Melike Işık



Bültene kayıt ol