Corbyn seçimleri neden kaybetti? Sosyalistler için önemi ne?

24.12.2019 - 10:42

İngiltere'de Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi'nin seçim yenilgisi solda tartışma yarattı. Özdeş Özbay, Corbyn'in kaybetmesinin nedenlerini ve sol adına çıkarılabilecek dersleri yazdı.

Birleşik Krallık’ta¹ 12 Aralık’ta gerçekleşen seçimleri Boris Johnson liderliğindeki Muhafazakâr Parti kazandı. Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin kazanması beklenmiyor olsa da farkın çok az olacağı ve Muhafazakârların tek başına hükümet kuramayacağı bekleniyordu. Dolayısıyla ülkede Brexit (AB’den çıkış) referandumundan beri süren istikrarsızlığın devam edeceği tahmin ediliyordu.

İşçi Partisi 2017’de Corbyn henüz yeni başkan seçilmişken %40 oy almıştı, bu sefer oy oranı %32’ye düştü. Muhafazakâr Parti ise oy oranını küçük bir artışla %42,5’ten %43,6’ya çıkardı. Seçimlere katılım oranı 2017 yılına göre %1,5 düşerek %67’de kaldı. Bu sonuca bakılırsa İşçi Partisi’nden Muhafazakârlara aslında pek bir oy gitmemiş. Kendi tabanından bir miktar sandığa gitmeyen olmuş. AB yanlısı Liberal Demokratlar %4 oy artırmış, bağımsızlık yanlısı ama AB’de kalmayı da savunan milliyetçi İskoçya Ulusal Partisi ise %8 oy artırmış. Corbyn’in son anda AB’den çıkışı ve kalmayı savunan herkesle arayı bulmaya çalışan ikinci referandum önerisi ne kalmayı savunanları kazanmış ne de çıkmayı savunanları memnun etmiş.

Seçimlerden tek başına sağ hükümetin yani “istikrarın” çıkmış olması üzerine tüm dünyada ve elbette Türkiye’de sağ muazzam bir coşkuyla saldırıya geçti. İşçi sınıfından, toplumsal adaletsizlikten, parasız sağlık ve eğitimden söz eden Corbyn için aşırı solculuğun bedelini ödediği söylendi. Oysa seçimlerde İşçi Partisi’nin beklenenden düşük oy almasının Corbyn’nin aşırı solcu olmasıyla değil seçim yaklaştıkça söylemlerini yumuşatmasının payı vardı ama en önemlisi Brexit konusunda ikinci referandum önerisi oldu.

Corbyn’in radikal bir sol söyleme rağmen %31 gibi aldığı yüksek oyu değil de Muhafazakârların başarısını öne çıkaranlar şimdi her yerde sola saldırıyor. Mesela ABD’de Corbyn benzeri bir siyasetçi olan Sanders’ın eli artık çok daha zayıf Demokrat Parti Başkanlığı yarışında. Demokratlar içerisinde Alexandria Ocasio-Cortez gibi solcuları da zor günler bekliyor. 

Türkiye’de ana akım medyada da solun bittiği ilan edilmeye başlandı. Oysa bizim açımızdan üzerinde durulması gereken iki önemli sonucu var Birleşik Krallık seçimlerinin. İlki, seçimde kaybeden programın aşırı sol değil İşçi Partisi içindeki sağ kanadın müdahalesiyle Brexit’ten taviz veren bir program olması. İkincisi, seçim kampanyasının yapılış biçimi.

Brexit- AB’den çıkış meselesi

İşçi Partisi’nin kaybetmesine neden olan nedenlerin ilki Brexit konusu oldu. İngiltere’de 2016’de yapılan referandumda özellikle gelir seviyesi düşük olan işçi bölgelerinde Brexit yani “AB üyeliğinden çıkış” oldukça yüksekti. İşçi sınıfı açısından AB, neoliberalizmi temsil ediyordu. 

The Correspondent’ta yayınlanan bir makalede Birleşik Krallık’ta temel politik gündemlerin yıllara göre artış ve azalışına yer verilmiş. 2015 öncesinde AB üyeliği en alt sıralarda, sağlık ve göçmenler birinci sırada. Referandumun ardından ise Brexit toplumun birinci gündem konusu oluyor, ardından sağlık gelirken göçmenler önemini neredeyse kaybediyor.²

Yukarıda bahsedilen makalenin yazarı 30 yıldır Birleşik Krallık’taki ölüm oranlarını inceleyen Danny Dorling. Oxford Üniversitesi’nde çalışıyor ve çok önemli bir bilgi veriyor yazısında. Birleşik Krallık’ta 2015’ten bu yana ölüm oranları artıyor ve bunun nedeni hava olayları veya salgınlar değil, kemer sıkma politikaları sonucu azalan kamu harcamaları. Özellikle sağlık kesintileri ve yoksullara yardım kesintileri. Birleşik Krallık, AB ülkeleri arasında sosyal harcamalara en az bütçe ayıran ülkelerden biri. Rakamlar vererek Birleşik Krallığın Avrupa’da bebek ölüm oranlarının arttığı tek ülke ve yaşam ömrünün azaldığı da tek ülke olduğu vurgusunu yapıyor. Corbyn’in seçim kampanyasını sağlık sistemi üzerine kurmasının nedeni bu. Johnson ise İşçi Partisi’ndeki çatlağı bildiği için seçim stratejisini Brexit üzerine kurmuştu. Seçim kampanyasının ana sloganı “Brexit’i gerçekleştireceğim”di.

Muhafazakâr Parti açıkça Brexit’i uygulayacağını söylerken İşçi Partisi’nin sağ kanadı Corbyn’in ikinci bir referandum düzenlemesi için sokak eylemleri yaptı ve başlangıçta “referandum geride kaldı, şimdi işçilerin birliğini sağlama zamanı” şeklinde özetlenebilecek bir politika takınan Corbyn, parti içi muhalefete taviz vererek seçimlerden hemen önce ikinci bir referanduma gidilebileceğini söyledi. Böylece Brexit oyu veren işçilerde iktidara gelirse İşçi Partisi’nin kendi kararlarına saygı göstermeyeceği anlayışı hakim oldu.

İşçi Partisi seçimde 60 sandalye kaybetti. Bunun 52’si AB’den çıkılsın diyenlerin çoğunlukta olduğu bölgeler oldu. Bu bölgeler son 40 yılda sanayinin çözüldüğü ve işsizliğin arttığı emekçi bölgeler aynı zamanda. 

Yani Corbyn aslında işçi sınıfının “çıkış” konusundaki netliğine daha önce olduğu gibi sahip çıkarak sosyal programını öne çıkarsa sonuçlar bambaşka olacaktı.

2017’de referandum sonuçlarını tanıyan Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi AB’den “ilerici çıkış” yani sol bir çıkış anlaşması yapacağını söyleyerek bu konuda net tavır alırken karşısındaki Theresa May Brexit konusunda net tutum alamayarak yalpalıyordu. Bu yalpalama sonucu istifa etti ve yerine net bir Brexit taraftarı olan Boris Johnson geldi. Dolayısıyla 2017 seçimlerinde Corbyn az farkla May’e karşı kaybetti. 2019’da ise Brexit konusunda yalpalayan Corbyn oldu. Net tutum alarak Brexit diyen ise Johnson. Kazanan da o oldu.   

Ekonomik sorunların ciddi bir boyuta ulaştığı bölgelerde en dar gelirli gruplar İşçi Partisi’nin AB konusundaki belirsizliğinin iki yıldır süren istikrarsızlığı derinleştirebileceğinden endişe etti, İşçi Partisi’nin kamuoyu yoklamalarında da seçimi kazanamıyor görünmesi ama Muhafazakârların da tek başına iktidar olamıyor görüntüsü yine istikrarsızlık korkusunu artırdı. Johnson’un AB ile bir anlaşmaya varmadan AB’den çıkmayı denemesine karşı parlamentoda yaşanan direniş ve politik bir krize dönüşen bu Brexit tartışmasının ardından Johnson’un erken seçim ilanı belirsizliğe karşı “istikrar” söyleminin tuttuğunu gösteriyor.

Corbyn mücadele edenlere değil ortalamaya seslendi

Toplumsal değişimin temeli her zaman toplumsal mücadeledir. Sınıf mücadelesinin son 40 yılın en düşük düzeyinde olduğu Birleşik Krallık’ta radikal sol bir programı savunmak zor. Ama ülkede aslında önemli toplumsal hareketler de mevcut.

Corbyn’i İşçi Partisi’nin başına getiren 2011’deki Occupy (işgal et) hareketiydi. Yüzbinlerce genç ve işçi meydanları işgal ederek forumlar oluşturmuştu. Hareketin Britanya siyasetine etkisi birkaç yıl sonra oldu. İşçi Partisi’nin en sol milletvekili olan, kendi partisinin Irak savaşındaki rolüne karşı Savaş Karşıtı Hareket’in sözcülüğünü yapan Jeremy Corbyn 2015’te başkanlığa adaylığına koydu. Corbyn’in kazanmasına hiç kimse ihtimal vermiyordu ama biranda partiye onbinlerce genç Occupy aktivisti dolarak parti içerisinde Momentum isimli bir grup oluşturdular ve eşi daha önce pek görülmemiş bir kampanya yaparak Corbyn’in kazanmasını sağladılar. Yani Corbyn binlerce aktivistin hareketi üzerinde yükseldi sadece konuşma yapıp programını anlatarak değil.

Seçimler yaklaşırken ise Birleşik Krallık’taki en büyük hareket iklim hareketiydi. Gelecek İçin Cumalar (Fridays for Future) ve Yokoluş İsyanı (Extinction Rebellion) onbinlerce aktivistiyle aylardır ülkeyi sarsan grevler ve eylemler düzenliyor. Ülkenin dört bir yanını saran bir aktivistler ağına ve meclislere sahipler. Aslında İşçi Partisi Eylül ayındaki konferansında Yeni Yeşil Anlaşma’yı kabul ederek hareketin talebi olan 2030 yılında sıfır karbon politikasına geçeceğini ilan etmişti. Program büyük bir umut yaratmasına rağmen seçim kararı alındıktan sonra sendika bürokrasisi partiye baskı yaparak seçim manifestosundan bu kararı kaldırttı. Böylece haftalarca sokaklarda kampanya yapabilecek genç bir aktivistler ağı daha baştan heyecanını kaybetti. 

2017’deki seçim başarısının sırrı Corbyn ve Momentum hareketinin kitle gösterileriyle bir sokak hareketi olarak seçim kampanyasını inşa etmesiydi. 2019 seçim kampanyasını ise kitle gösterileriyle değil mahalle çalışmaları yanında esas olarak medya ve sosyal medya üzerinden profesyonellerin eline terk ederek yaptılar.

Corbyn aşırı sol bir program mı savundu?

Seçimlerin hemen ardından İşçi Partisi sağı, sağcı ana akım medya ve Türkiye’de sağ ve liberal çevreler Corbyn’in radikal solcu veya sosyalist programının günümüz gerçekleri ile uygun olmadığını ve bu nedenle kaybettiği anlatıyor.

Örneğin Londra’nın İşçi Partili Belediye Başkanı Sadık Khan, Corbyn’in güvenilir bir lider görünümü vermediği açıkladı çünkü politik programı inandırıcı değilmiş!

Michael Roberts seçimlerden önce kaleme aldığı makalede İşçi Partisi programının Birleşik Krallık için oldukça sol olmakla birlikte yine de sosyal demokrat bir program için aslında yetersiz olduğunu anlatıyordu. Roberts, şöyle yazıyordu: 

“İşçi Partisi, kamu mülkiyetine geçmeyi ve büyük beş bankayı veya büyük sigorta şirketlerini ve emeklilik fonlarını kontrol etmeyi önermiyor. Bunlar potansiyel yatırım fonlarının büyük kısmını sağlamayı sürdürecekler. Bu, bir İşçi Partisi hükümetinin yatırım, hizmetler ve gelirlerde gerçek iyileştirmeler yapma yeteneğini zayıflatacaktır. İşçi Partisi’nin geliri ve serveti süper zenginlerden alarak toplumun geri kalanına dağıtmak için alacağı vergi ve diğer önlemler de çok sınırlı. Gerçekten de, İşçi Partisi, NHS [Ulusal Sağlık Sistemi] harcamalarındaki yıllık artışı yılda %4 artırmayı planlasa da, bu hâlâ Blair hükümeti döneminin altında bir oran ve yaşlanan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli değil. İşçi Partisi’nin önlemleri, eşitsizliklerin aşırı yüksek olduğu bir koşulda sadece küçük bir çentik gibi kalacak.”³

Öte yandan seçim öncesi anketlerde İşçi Partisi programında yer alan demiryollarının kamulaştırılması maddesine toplumun %64’ü ve yeni yeşil anlaşmaya %63’ü destek veriyordu.⁴ Yani belli ki toplumun önemli bir kısmı programı gayet gerçekçi buluyor. Ancak tamamı için özellikle de en düşük gelirli kesim için durum böyle olmayabilir.

Joseph Choonara işçi sınıfının Birleşik Krallık’ta geçirdiği değişimi yani artık sanayiden çok hizmetler ve kamu sektöründe çalışan işçilerin sınıfın çoğunluğunu oluşturduğu anlattıktan sonra bu işçilerin bir kısmı tarafından İşçi Partisi programının gerçekçiliğinin de sorgulandığını belirtiyor. Corbyn’in kaybettiği işçi kentlerindeki oy kaybının Corbyn öncesinde başladığını yani İşçi Partisi’nin sağcılaşmasıyla birlikte bu bölgelerdeki ekonomik gerilemeyle oy kaybının el ele gittiğini, 2017 seçimlerinde ise Corbyn liderliğinde gerilemenin durduğu ve tekrar İşçi Partisi oylarının yükseldiğini anlatıyor. 2019’da ise yeniden gerileme yaşandığını vurguluyor. Burada ilk etken “AB’den çıkış” idiyse de ikinci neden sınıfın dağılmasıyla birlikte kaybedilen özgüven. Bu özgüven kaybı tamamen sermayeden yana olan güç ilişkileri içerisinde Corbyn programının gerçekçiliğinin sorgulanmasına neden olabiliyor. Bu gerçekçilik sorgulamasının sebebinin programın aşırı sol olmasından çok işçi sınıfının örgütlülük ve mücadele düzeyinden kaynaklandığını söylüyor Choonara. İşçi sınıfı radikal değişime olan inancını ve özgüvenini ancak sınıf mücadelesi içerisinde elde edebilir. Oysa ülkedeki sınıf mücadelesi düzeyinin düşüklüğü bir tür sınıf özgüveninin eksikliği olarak ortaya çıkıyor.⁵

Peki şimdi ne olacak?

Johnson ülkede var olan hiçbir sorunu çözebilecek bir programa sahip değil. Sendika aktivistlerinin ve Corbyn etrafındaki mücadeleci bir kesimin moral bozukluğu önemli bir sorun olmakla birlikte Gelecek İçin Cumalar daha seçimlerden önce 13 Mart’ta iklim için küresel grev ilan etti. Sağlık ve eğitim sektöründe seçim öncesinde yaşanan grevlerin yeniden başlama ihtimali var. Irkçılığa karşı çok büyük eylemlerin yaşandığı ülkede ırkçılık karşıtı aktivistlerin mücadeleyi sürdüreceği belli. 

Brexit gerçekleşirse yeniden referanduma giderek bağımsızlık ilan edeceğini söyleyen İskoçya’da Ocak ayı için kitlesel eylem çağrısı yapıldı. Bir İngiliz milliyetçisi olan Johson ilk büyük sınavını bu konuda verecek. 

Hem küresel ölçekteki hem de Birleşik Krallık’taki ekonomik sıkıntılar ve sağlık sektöründeki dev sorunlar işçi sınıfını artık sağcı hükümetten de bir beklentisinin kalmayacağı koşullarda mücadelenin önünü açabilir. Seçim sonuçları önemli olsa da seçim öncesi yaşanan üniversite çalışanları grevleri, iklim için okul grevleri ve ırkçılık karşıtı hareket bastırılmış değil yeniden yükselebilir ve bunu muhtemelen ilk olarak 13 Mart’ta göreceğiz. 

Özdeş Özbay

1. Birleşik Krallık, İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’dan oluşuyor. 

2. https://thecorrespondent.com/177/the-biggest-story-in-the-uk-is-not-brexit-its-life-expectancy/23433342405-302f1fdb?fbclid=IwAR1k7LNkguzghNfs3-sCGH2jznYevPyw5GPXGQ1WcAufWLk9BceffuM9zUI

3. https://thenextrecession.wordpress.com/2019/11/23/labours-economic-policy-the-challenge-ahead/

4. https://tribunemag.co.uk/2019/12/up-off-the-canvas

5. http://socialistreview.org.uk/bloody-bitter-pill?fbclid=IwAR3dTHSLAVDMVHX9alndCIL4_EMV_XerYNQ_GEwLZOERP-POWbavC7ne4A8



Bültene kayıt ol