Parayı veren düdüğü çalar: Brezilya’dan İtalya’ya radikal sağ parayı nasıl ödeyecek?

19.10.2018 - 07:35

Ekonomi politikaları günümüz aşırı sağının zorluk yaşayacağı en önemli alan. Ama üstesinden gelebilirlerse, büyük kapitalistler bu aşırılıkçıları desteklemekte tereddüt etmeyecektir.

Aşırı sağcı Jair Bolsonaro’nun Brezilya başkanlık seçimlerinin ilk turunda gösterdiği başarı otoritaryen gericiliğin küresel düzeyde bir tehdit oluşturduğunu onaylar nitelikte.

Bolsonaro’nun 50 milyon oya tekabül eden %46’lık ilk tur başarısı, merkez sol İşçi Partisi adayı için ikinci turda işlerin kolay olmayacağı anlamına geliyor. İki hafta içinde yapılacak ikinci tur seçimlerinde Bolsonaro’yu yenmek solun elindeki tüm kartları karmasını gerektiyor.

Breziyla genelinde solcular ve çeşitli sosyal hareketlerde aktivism yapanlar bu zorluğu göğüslemeye çalışıyorlar. Dünyanın dokuzuncu büyük ekonomisi olan Brezilya’da işlerin ikinci turda ters dönmesi için çok sayıda insan kampanya yapıyor.

Yaşadıkları şoku uluslararası işçi hareketi ve samimi demokratların hepsi paylaşıyor. Latin Amerika’nın dehşet dolu yıllarını kimimiz hatırlıyoruz kimimiz ise duyduk. Kayıplar, asker-polis terörü, işçi hareketinin ve demokratik hakların tırpanlanması hepimizin hafızasında.

Büyük kapitalistler ve Bolsonaro

Tepkilerden biri solun yaşadığı şokken diğeri uluslararası iş çevrelerinin yaygın organlarından gelen tebrik.

ABD’de iktidarın zengin muhafakazar destekçilerinin gazetesi Wall Street Journal (WSJ) Bolsonaro’ya övgüler düzdü. WSJ’ye göre Bolsonaro, İkinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa faşistlerinden farklı Latin Amerika’ya özgü liderlik özellikleri sergileyen sert bir adam - Ç.N. caudillo, askeri ve politik liderlik için kullanılan İspanyolca bir kavram. Falanjistlerin Franco’ya böyle hitap ettiği biliniyor (bu sergilediği tehdidi azaltmıyor tabii ki).

WSJ’nin umudu Bolsonaro’nun, Brezilya’yı içine girdiği siyasi çıkmazdan ve yolsuzluk batağından kurtarması, ve aşırı zenginler için vergi kesintileri getirip serbest piyasa dinamizmi yaratması. Resmen tropik kuşakta bir Trump!

Kültür düzeyi daha yüksek ve daha kozmopolit olan Financial Times da Bolsonaro’nun ekonomik vaadlerine ve sola karşı sert politik saldırılarına sıcak bakıyor. İktidara gelince sola karşı girişeceği fiziksel saldırıya ne düzeyde göz yumacakları açık bir soru olarak bekliyor ama göz yummaları sürpriz olmayacaktır.

Bu kucak açmalar temel bir gerçeğe işaret ediyor. Tüm demagojisine rağmen, Bolsonaro sahte-radikal bir marjinal olarak siyaset sahnesine yükselmedi. Bolsonaro, başta iklimi mahveden ekstraktif endüstrilerde kümelenmiş (Ç.N. yeraltı kaynaklarını çıkaran) büyük patronların ve Brezilya askeri-devlet aygıtının favori adayı olarak siyasette yerini aldı.

Önceki seçimlerde kapitalist çıkarları temsil eden adayın oyu %40’lardan %4’e kadar gerilemiş durumda. Bu adaya önceden sunulmuş kurumsal ve muhafazakar oy desteği bariz biçimde kimilerinin faşist diye nitelendirdiği aşırı sağ adaya kaymış durumda.

Bu manzara, son yıllarda farklı biçimlerini gördüğümüz aşırı sağın yükselişini açıklamakta kullanılan en yaygın ve bayağı liberal teoriye tabii ki uymuyor. Bu teori, otoritaryen hatta faşist sağın gelişmemiş/ham bir popülizmin ifadesinden başka bir şey olmadığını iddia ediyor.

Brezilya’nın kentli kapitalist düzeni seçimini yaptı. Brezilya gibi “yükselen piyasaları” vuracağı belli tehlikeli bir ekonomik kriz döneminde, kapitalist sınıf siyasi tercihini aşırı sağ bir maceracıdan yana kullandı. Böylesi bir dönemde sınıf çıkarlarını koruyup kollayacak siyasi araç aşırı-sağ oldu.

Bolsonaro kendi etrafını hemen generallerle ve Şikago Okulu’nun ultra serbet piyasacı gurularıyla çevreledi. Karşımızda iki dünya savaşı arası dönemin korporatizminden çok turbo-benzinli 21. Yüzyıl neoliberalizmi var.

Bolsonaro’nun kahramanlarından biri olarak general Augusto Pinochet’yi zikretmesi boşuna değil. Pinochet solu tamamen ezmiş ve Şile’yi Rüzgarlı Şehir’in (Şikago) iktisatçıları için bir kesip biçme laboratuvarına çevirmişti.

Avrupa sağı ve Brezilya sağı

Avrupa’daki aşırı sağ ile Brezilya deneyimi arasında bir fark var. Almanya ve Fransa’da büyük kapitalistler hala Angela Merkel ve Emmanuel Macron’u destekliyor.

Faşist Marine Le Pen, Fransız işverenler federasyonu MEDEF’in sadece %8 desteğini almış durumda.

Italya’da patronlar hala milyarder ve bilindik numara Silvio Berlusconi’den ve Blairvari merkez soldan destek umuyorlardı. Lakin aşırı sağcı Lega ve düzen karşıtı popülist Beş Yıldız (Five Star) partisinin oluşturduğu istikrarsız koalisyonla yetinmek zorundalar.

Italyan hükümeti şu an bütçe ve ekonomik programı üzerinden üç ayaklı bir savaşa tutuşmuş durumda: AB ile, yerli büyük kapitalistler ile ve kendi içinde.

Hem AB hem de İtalyan işletmeleri aşırı sağda olan ve oligarkların işine yarayacak sabit vergiyi savunan Matteo Salvini’nin daha sosyal refah devleti yanlısı Luigi Di Maio’yu yumuşatacağını bekliyordu. Di Maio’nun Beş Yıldız hareketi enflasyonu düşürecek bir bütçe ve yoksullar için gelir garantisi sözü vermişti.

Bu sürtüşmenin sonucu en az Italyan borç piyasasındaki dalgalanma kadar belirsiz. Ama net olan bir şey var.

Avrupa ve İtalyan kapitalistlerinin çıkarları Roma’nın ekonomik siyasetinin seyriyle ilgili endişeleniyor olabilirler ama Salvini’nin siyasi şarlatanlığının merkezinde olan ırkçı ve otoritaryen iç siyasetinden gayet memnunlar.

AB liderleri bu yaz topladıkları zirvede Salvini’nin ve Macaristan’dan Victor Orban’ın göçmenlik karşıtı önergelerini kabul ettiler. Şimdilerde bu anlaşma bozuluyor. Adını anmaya değer hiçbir kuzey Afrika hükümeti Avrupa’ya geçmeye çalışan göçmenlere toplama kampı kurmaya hazır değil.

Göçmen krizin çözülme şekli daha barbarca tedbirlerin yolda olduğu anlamına geliyor. Göçmen ve mülteci hakları ile ilgili en ucuz yolu önerenin kazanacağı bir açık arttırma yaşanacak. Bu ise liberal ya da muhafazakar tüm AB hükümetlerini içerecek.

Tüm Avrupa ve İngiliz kapitalistleri buna hazırlar. Tam da bu yüzden Avrupa’nın kalbindeki Almanya, Avusturya ve İtalya’nın içişleri bakanları ya tam sağcı tipler ya da ideolojik olarak net faşistler.

Avrupa’daki aşırı sağ ve onun faşist bileşenleri için daha büyük problem ekonomi politikalarında yatıyor. 2008’deki büyük yıkımın ardından sahte bir radikallik inşa etme çabaları büyük kapitalistlerin ve Düzenin desteğinin kazanırken çeşitli çelişkiler yaşayacakları anlamına geliyor. Bu iki desteğe muhtaçlar çünkü bunlar olmadan devlet iktidarına hükmetmeleri mümkün değil.

Le Pen bu problemi geçen yıl yaşadı. Le Pen’in uzlaşmacı euro politikaları ve bununla çelişen Önce-Fransa ekonomik programı cumhurbaşkanlığı kampanyasında bir tutarsızlık yarattı. Fransız sermayesinin ilk tercihi Fransız kapitalizminin geleceği adına Macron oldu.  

Ulusal Cephe bu ikilemi çözmek üzere harekete geçmiş bulunuyor. Tecrubeli faşist vekillerden Nicolas Bay, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ulus ve “kimlik” temalarıyla yarışacaklarını söyledi. Bir yandan da geleneksel sağı piyasa ve sermaye yanlısı söylemlerle hegemonyaları altına almayı hedefleyecekler. Yani artık daha az “usulal devrimci” kopuş lafı edip daha az Ulusal-Sol gibi duyulmaya çalışacaklar.

Almanya’daki AfD (Almanya İçin Alternatif) bu ikilemden gittikçe daha azgın, ırkçı ve otoritaryen bir söyleme odaklanarak çıkmaya çalışıyor. Merkel hükümetinin sağ kanadında siyasi bir yankı bulabilir bu strateji.

Faşizm, sermaye ve sol muhalefet

Bolsonaro, eğer iki hafta içinde yarışı kazanırsa bir örnek teşkil edecek: ilerlemenin yolu büyük kapitalistlerin doğrudan güvenini kazanmayı sağlayacak siyaseti benimsemekten geçiyor!

Holokost ve Nazi Almanya’sının saygın tarihçilerinden biri olan Christopher Browning, New York Review of Books’un son sayısında İkinci Dünya Savaşı öncesindeki faşist hareketilerin başarısının bu nihayi adıma bağlı olduğunu bize hatırlatıyor.

Faşistler tüm toplumsal memnuniyetsizliği gerici demagoji ile örgütleyebilirler. Ama ancak büyük kapitalistlerin ve anaakım muhafazakar güçlerin ittifakı ile iktidarı alabilirler. Ocak 1933’te önde gelen burjuva siyasetçi Franz von Papen Hitler’e iktidarı teslim ederken “Onu biz işe aldık” demişti.

Pazarlık ettiklerinden biraz fazlasını almış olabilirler ama bu şartlar gerektirdiğinde Alman kapitalistlerinin çok da rasyonel bir pazarlık yaptıkları gerçeğini değiştirmez. İyi niyetli sosyal demokratların hata yaptıklarına dair uyarılarına o vakitlerde kapitalistlerin kulakları sağırdı.

Bugün de süper zengin yat sahibi sınıfa “liberal değerlere” sadık kalmalarını salık vermek aynı düzeyde verimsiz bir çaba. Bolsonaro, Breziyla petrol ve endüstriyel tarım devlerine somut bir şeyle gidiyor – Amazon’un daha fazla yok edilmesine muhalefet eden tüm yerli ve çevreci muhalefeti fiziken ortadan kaldırmak.

Peki sol ne önerebilir? Karma-ekonomiye dayanan çevresel yıkım? Hayır. Solun önereceği tek şey militan bir muhalefet. Hem kapitalist iktidarın şu anki temsili biçimine karşı kayıtsız olmayan hem de zamanı geldiğinde büyük kapitalistlerin bir sınıf olarak her zaman doları demokrasinin üstüne koyacaklarının farkında olan bir muhalefet.

Küresel Güney’de kapitalizmin neoliberal biçiminin başarısı 40 yıl önce Güney Kore ve Mısırlı generallere, Latin Amerikalı diktatörlere ve Hindistan’da demokratikleşmenin geri alınmasına bağlıydı..

Yedisinde ne ise, yetmişinde de odur. Liberalizmin demokrasi ile arkadaşlığı sadece geçerken selam vermek düzeyinde oldu.

Kapitalism ise defalarca bize hem liberalizmden hem de demokrasiden vazgeçebileceğini kanıtladı.

Brezilya’dan alacağımız en acil ders bugünün Brezilyası’nın siyasi olarak 1970’lerdeki Brezilya’ya benziyor oluşu.

Bu hafta Brezilya ve Avrupa’da aşırı sağa ve faşizme karşı yürüyüşler gerçekleşecek. Berlin sokaklara çıkacak. Bu kapsayıcı gösterilere katılmak gerekir.

Aynı zamanda eski bir Alman Marksist aforizmayı hatırlayalım: eğer faşizmden bahsediyorsak kapitalizmden bahsediyoruzdur.

Bu Brezilya’nın yaşadığı süreçten çıkaracağımız anlam.

Dolayısıyla, faşizme ve aşırı sağa karşı kitlesel bir cephe inşa etmek zorundayız. Eğilmez bir sosyalist ve anti-kapitalist omurga ile!

Kevin Ovenden

(Morning Star, 15 Ekim)

Çeviri: Canan Şahin



Bültene kayıt ol