Clara Zetkin: Uyanın, harekete geçin, savaşın!

24.03.2021 - 11:12

Bu yazıda, her yıl 8 Martlarda bolca anıp konuştuğumuz Clara Zetkin’in hem dünya tarihinde hem de Alman Sosyal Demokrat Parti’nin en çalkantılı atmosferinde, örgütsel, entelektüel ve politik duruşuyla işçi sınıfı ve kadın hareketini nasıl inşa ettiğini ve neden çağa yön veren figürlerden biri olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Clara Zetkin ailesiyle Leipzig’e taşındığında, kadın hareketiyle yakından ilgilenmesi annesinin, dönemin burjuva kadın hareketinin başlıca temsilcilerinden Auguste Schmidt’in yönetimindeki özel bir kız öğretmen okuluna gidebilmesini olanaklı kıldı. Bu, o tarihlerde, genç kadınlara açık olan tek mesleki eğitim olanağıydı. Clara Zetkin’in burjuva kadın hareketinin düşünceleriyle tanışması da bu döneme denk gelir. Annesi ile birlikte sık sık “Alman Kadınları Genel Birliği” oturumlarına giderdi. Hatta bu toplantılardan birinde Paris Komünü’nden bahsedilir ve Clara çok etkilenir. 

Sosyalizme doğru

1877’de öğretmen okuluna başladığında bir kız arkadaşıyla beraber Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin toplantılarına katılmaya başlar. Marx ve Engels okumaya başlayıp, işçiler arasında tartışmalara katılıp, onlarla emekçi halkların kurtuluşu ve örgütlenmesi üzerine çalışmalara girişir. Clara örgütlü bir yaşama girmesi ile birlikte Alman işçi sınıfının en zorlu mücadele zamanlarında en ön saflardaki yerini aldı. 20’li yaşlarında Almanya’da Bismarck yönetiminde anti-sosyalist yasaların ve sıkı yönetim kararlarının alındığı bu dönemde Clara Zetkin, bir grup Rus mülteci ile ve o gruptan olan Rus devrimci, daha sonra çocuklarının babası ve hayat arkadaşı olacak Ossip Zetkin ile tanışmış, onlarla Marx ve Engels’in fikirlerini tartışarak daha yakından tanıma fırsatı olmuştu. Bu arada Alman Sosyal Demokrat Partisi’ne üye oldu. Ancak anti-sosyalist yasalar parti üyeliği olanların müdür olamayacağını söylüyordu. 

Marksizm, sürgün ve ev işleri!

Clara burada bir yol ayırımına gelir. Clara’nın siyasi tercihi, ailesi ve öğretmen okulundan en çok sevdiği öğretmeni (burjuva feminist hareketinin önderlerinde önderlerinden) n Auguste Schmidt “korkunç insanlardan” ve “halk bozguncularından” uzaklaşması için adeta yalvarmışlardı. Clara çok sevdiği insanları kaybetmeyi göze alarak büyük kararlılıkla Alman işçi sınıfının zorlu zamanlarında bu saflara katıldı.

Bu sürede Ossip Zetkin’in Almanya’dan sürülmesiyle Clara Zetkin de Almanya’yı terk etti ve birlikte Paris’e taşındılar. Burada çok zor bir hayatları oldu. Bu arada iki çocuğu olmuştu, kocası ağır şekilde hastalanıp yıllar boyu çalışamaz hale gelince, evdeki tüm yük Clara Zetkin’in omuzlarına kalmıştı. Üç dil bilen Clara Zetkin çeviriler yaparak, bazı ilerici gazetelere yazılar yazarak (kadın yazarlara düşük ücretler ödendiğinden, Ossip’in imzası ile) geçinmeye çalışıyordu. Almanca, İngilizce ve Fransızca bilen Zetkin’in, romandan güzel sanatlara, şiirden felsefeye kadar geniş bir kültürel yelpazeye hakim olduğu söylenir. Aşırı çalışmaktan yorgun düşen Clara, Kautsky’e yazdığı bir mektupta “Para pisliktir, ama ne yazık ki pislik para değildir. Terziyim, aşçıyım, çamaşırcıyım, üstelik de bana rahat vermeyen iki haşarı oğlum var. Tam Luis Aragon’un karakterini incelemeye başlamıştım ki bir numaralının burnunu silmem gerekti. Ancak yerime oturmuştum ki kalkıp iki numaralıyı doyurmak zorunda kaldım. Kısacası yoksullukla karışık, bohem bir hayat sürüyorum” diyordu.

Bu detay bizi aslında o dönem özellikle Paris’te emekçi kadınların yaşadıkları zorlukları, sorunlarını dile getirmede, onları anlamada, hareketi örgütlemede çok başarılı işler yaptığı sonucuna da götürmekte. Clara Zetkin kapitalizmde kadınların işgücüne katılımının giderek arttığını ve bunun da kadınların toplumsal bağımsızlığına katkıda bulunduğunu, yazdığı makalelerde dile getiriyordu. Kadın işçilerin patronlar tarafından işçi maliyetlerini düşürmek için kullanıldığını, buna karşı sosyalistlerin kadınların çalışmasına karşı çıkmak yerine kadınların sendikalarda örgütlenmesi için çabalaması gerektiğini anlatıyordu.

Özellikle de işçi ve emekçi kadınlara yaşadıkları zorlukları aşabilmelerinde sabırla yardımcı oluyor, cesaret veriyor ve kendi güçlerine inanmaları gerektiğini öğretiyordu. Kendini tamamen politik yaşama vermişti; tartışmalara katılıyor, gece yarılarına kadar okuyordu. 

İki temel soru

Bu arada Marx’ın kızı Laure ve Paul Lafergue ile candan bir dostluk kurar. Bir taraftan da Fransız partisinin sol kanadının savunduğu Marx ve Engels’in görüşlerinin yaygınlaşması için birlikte çalışırlar. 

Clara Zetkin Alman ve Fransız işçi hareketleriyle ilgilenirken iki temel sorun etrafında çalışmalarını şekillendiriyor: Birincisi, “sosyalistler kadınları nasıl uyandırıp, mücadelenin içine nasıl çekebilirler?”

İkincisi ise “sosyalist toplumda kadının nerededir?” sorusu. Clara Zetkin bu iki ana soru üzerine çok sayıda makaleler yazar ve özetle şunları söyler: İşçiler kapitalistler tarafından nasıl boyunduruk altına alınmışlarsa, kadın da erkek tarafından öylesine boyunduruk altına alınmıştır ve ekonomik özgürlüğüne kavuşmadığı sürece de öyle kalacaktır. Kadınların ekonomik bağımsızlıkları için en gerekli şart çalışmaktır.

Kadın işçiler kadının özgürlüğünün ayrı değil, büyük sosyal sorunun bir parçası olduğundan tamamen emindirler. Bu sorunun bugünkü toplumda hiçbir zaman çözülemeyeceğinin, ancak toplumun köklü değişiminden sonra bunun mümkün olabileceğinin de bilincindedirler… Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır. Sadece sosyalist toplumda, kadınların işçiler gibi haklarının tam sahibi olması mümkündür.

Özellikle “Eşitlik” gazetesinde yazdığı makalelerde Clara Zetkin şunları vurguluyordu: “Kadın hakları savunucularının hareketi tek tek noktalarda belli avantajlar sağlayabiliyor, ama kadın sorununu hiçbir zaman çözemez. Bu nedenle kadınların tam kurtuluşu ancak sosyalist bir partide örgütlenerek mümkündür.”

Bu konulara ilişkin ilk büyük katkısını Paris’teki II. Enternasyonal’in kuruluş kongresinde yapar. Büyük bir halk topluluğu önünde düşündüklerini söyleme korkusunu yendiği anda, uluslararası kamuoyunun kapıları ona açılır. Clara’nın ajitatör ve propagandist yeteneği gün ışığına çıkar. Fransız ozan Louis Aragon, Basel Çanları romanında Clara Zetkin’in toplum karşısına çıkışını bu cümlelerle anlatır; “Konuşuyor. Tek başına bir kadın gibi değil, kendisi için büyük bir gerçeği bulmuş bir kadın gibi …Binlerce ve milyonlarca kadın onunla aynı şeyi söyledikleri için, ne söylüyorsa doğru…”

“Savaşa hayır!”

Clara daha sonra, II. Enternasyonal hazırlık çalışmalarına katılır. Kendisiyle özdeşleşen “Eşitlik” gazetesinin başına geçer. Eşitlik gazetesi uluslararası kadın hareketinin sesi olur. Kadınların hak ve özgürlüklerini bu gazeteden seslendirmeye devam eder. Bu gazeteyi 25 yıl boyunca, 1917’ye kadar yönetmiştir. Ardından, partisiyle savaş politikasında derin bir görüş ayrılığına girdi. Bu bölünme Avrupa’da hem burjuvazi hem de işçi hareketini iki kampa böldü. Aynı zamanda sosyalist sol için de tarihsel olarak tarafların belirlenmesini sağladı. Sosyalist Enternasyonal’in “her türlü araçla savaşı önlemek” yönündeki kararı bir kenara atıldı. SPD’nin Birinci Dünya Savaşı esnasında kendi burjuvalarından yana tavır alması ayrımı netleştirdi. Bu tavır, devrimci yenilgiciliği savunan Lenin önderliğindeki Bolşevikler ve Almanya’da Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Clara Zetkin tarafından mahkûm edildi. Bu ayrımın yanı sıra, sınıf savaşının mevcut olmadığını savunan, sosyalizme barışçıl bir şeklide geçmenin mümkün olduğunu belirten Bernstein revizyonizmine karşı, Rosa Luxemburg, Karl Liebnect ve Clara Zetkin, 1903’ten itibaren birlikte muhalefet etmişler ve parti içindeki birçok yakınını karşısına alarak her defasında sol kanatta yer almışlardı.

1915 yılında Clara Zetkin’in çabalarıyla Bern’de toplanan Sosyalist Kadınlar Konferansı, emekçi kadınlara seslenen bir manifestoyla, savaşın emperyalist karakterini ve vatanın savunulması yalanını teşhir etti. Kadınlar bu süreçte savaş karşıtı gösterilerin önemli bir kesimini oluşturuyordu. Bu dönemde parti içindeki fikir ayrılığı daha da keskinleşmiş ve parti içinden Rosa Luxemburg önderliğinde bir grup Spartakistler grubunu kurmuştu. Spartakistler her yerde protestolar, gösteriler, grevler örgütlüyordu. 

St. Petersburg tekstil fabrikalarındaki kadın işçiler, 1917’nin 8 Mart’ında başlattıkları grev hareketiyle, Ekim Devrimi’nin de fitilini ateşlediler. Clara, Ekim Devrimi’ni yoldaşlarıyla birlikte zaferle selamlayarak daha sonrasında Rosa Luxemburgların kurduğu Üçüncü Enternasyonal üyesi KPD’nin (Alman Komünist Partisi) içinde yerini aldı. 

Kadının güçlü olması ancak kendini güçsüz bulduğu alandan çıkarmasıyla mümkün. Clara Zetkin’in dediği gibi, kadınların üretim sürecine girmesi sendikalarda örgütlenmesi ve anti kapitalist bir hatta mücadeleye atılmaları, en küçük bir reform talebinden köklü bir toplumsal değişime kadar, kendi hayatlarını cehenneme çeviren tüm mekanizmaları yıkarak mümkün olacaktır.

Berna Tezcan

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol