Holokost’u anlayabilir miyiz?

22.10.2020 - 11:45

Enzo Traverso’ya ait Modern Barbarlığın Eleştirisi: Faşizm, Antisemitizm ve Tarihin Kullanımı Üzerine Makaleler (Critique of Modern Barbarism: Essays on Fascism, Anti-semitism and the Use of History, IIRE, 2019) isimli kitabın incelemesidir.

Marksizm, Holokost’u anlamamıza yardımcı olabilir mi? Marksizm, tarihin arkaplanındaki mantığı açıklamaya çalışan teorik ve deneyimsel bir kavrayış bütünüdür. Yine de, Marksizmin temel teorik araçlarıyla bile, Holokost’taki köle emeğine dayalı derin mantıkdışılık ve barbarlığın, zulüm ve baskı ile birleşimi açıklamak zor görünüyor. Enzo Traverso, yıllar boyunca bu konularla boğuşan ve anlayışımızı son derece ilerleten birçok önemli eser üreten bir yazar. Bir dizi anahtar düşüncesini bir araya getirdiği Modern Barbarlığın Eleştirisi kitabı, yeni okurlar için işe yarar başlangıç noktası. Kitap yeni bir anlayış ihtiva etmiyor, onun yerine Yahudi Modernitesinin Sonu ve çığır açan Nazi Soykırımını Anlamak kitaplarındaki bulguları yeniden ifade ediyor. Yine de, bu yeni baskı, önceki çalışmalarının bir araya getirilip yeniden sunulması açısından faydalı.

Traverso bizlere, Auschwitz’in dehşetinin Aydınlanma’dan beri geliştirilen, medeniyetin ilerlemesinin amansız bir şekilde daha iyi, daha adil bir dünyaya yol açacağı fikrinden son bir kopuşu simgelediğini hatırlatır. Elbette, köle ticareti sırasında Afrikalıların kaçırılması ve öldürülmesi, 1915-16 Ermeni Soykırımı ve çok sayıda diğer soykırım, zulüm ve savaş suçları insanlığın barbarlık kapasitesi hakkında bir fikir vermişti. 20. yüzyılın başlarında Rosa Luxemburg, insani gelişmenin iki olası yola, sosyalizm veya barbarlığa yol açtığını evvelden söylemişti. Bununla birlikte, insanlığın vahşete yönelik olağanüstü potansiyelini ortaya seren, Avrupa Yahudiliğinin ölüm kamplarında mekanize olarak yok edilmesiydi.

Marksizm ve Holokost

Modern Barbarlığın Eleştirisi, editör Alex de Jong tarafından üç bölüme ayrılmıştır: Tarihi yorumlama, tartışmalar ve sol ve antisemitizm.

İlk bölüm, Holokost’un biricikliği hakkındaki tartışmaları derliyor ve özellikle Marksizmi Holokost’u açıklayabilecek bir sosyal teori olarak ele alıyor. Yeni olmasa da tatmin edici bir özetle, Traverso kısa ve öz bir şekilde “kasıtlılar” ve “işlevselciler” arasındaki teorik argümanlarla ilgileniyor. “Kasıtlılar,” Nazilerin 1920’lerden itibaren tüm Yahudileri fiziksel olarak yok etmeyi planladığını iddia ediyorlar. Öte yandan “işlevselciler,” 1941’de Rusya’nın işgalinin imha politikasına doğru bir geçişi tetiklediğini savunuyorlar: Naziler bir anda kendilerini, yok edebilecekleri ve yok etmekten başka “çözüm” görmedikleri milyonlarca Yahudiyle birlikte bulmuştu. Traverso, bence doğru bir şekilde, her iki yaklaşımda da hakikatin nüvesi olduğunu iddia ediyor. Nazi ideolojisi başlangıcından itibaren soykırım niyetindeydi ve Avrupa’yı Yahudilerden arındırmak istiyordu. Hitler imparatorluğunun Sovyetler Birliği’ne doğru genişlemesi onlara bu fikirleri gerçekleştirme gücü ve kapasitesi verdi. Nazilerin politikası 1930’lar boyunca ve savaş sırasında zorunlu göçten imhaya doğru gelişti. Aslında, pek çok yazar, az ya da çok “kasıtlı” ya da “işlevselci” görüşlere sahip olsa da Traverso, Holokost’u bir emperyalist savaş çağına yerleştirerek faşizm ideolojisine dair kavrayışımızı artırır.1

Yine de Holokost ve Auschwitz’i açıklamaya çalışmalı mıyız? Nobel ödüllü yazar Elie Wiesel ve Frankfurt Okulu’ndan eleştirel kuramcı Theodor Adorno gibi çeşitli yazarlar, Holokost’un doğru bir şekilde anlaşılamayacağı veya analiz edilemeyeceği konusunda hemfikirdi.2 Bu düşünce hattına göre, Holokost, hangi araçlar ve perspektifler kullanılırsa kullanılsın her türlü idrakin ötesindedir. Adorno, “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır” diyecek kadar ileri gider.3 Yine de, onu anlamaya çalışmamız gerektiği konusunda Traverso’ya katılıyorum. “Bir Daha Asla” sloganı bir şey ifade edecekse, bir daha olmasını istemediğimizin ne olduğu konusunda bir fikrimiz olmalı. Bununla ilişkili bir diğer nokta da Holokost’un biricikliğidir. Hatta bu benzersizliği tartışmanın Holokost’un inkârı anlamına geldiği bile iddia edildi.4 Traverso buna karşı çıkıyor:

Bir soykırımın anısını canlı tutmanın en iyi yolu, diğer soykırımların varlığını inkâr etmek veya bunun etrafında dini bir kült oluşturmak ya da herhangi bir karşılaştırmanın tehlikeli bir küfür girişimi olduğunu savunmak değildir.5

Holokost’un biricikliği, bilimsel ırkçılığa ve mevcut olan en modern bürokratik ve endüstriyel kapitalist tekniklere dayanmasında yatmaktadır. Auschwitz, en uzun süre görev yapan komutanının dediği gibi “en büyük insan mezbahası” idi ve Birleşik Devletler Holokost Anma Müzesi’nin tanımladığı şekliyle “montaj hattı tarzı toplu katliam” gerçekleşmişti.6 Primo Levi şunu iddia ediyor:

Hiroşima ve Nagazaki’nin dehşeti, Gulagların utancı, yararsız ve kanlı Vietnam savaşı, Kamboçya’nın kendi kendini soykırımı, Arjantin’in faili meçhulleri ve o zamandan beri gördüğümüz birçok korkunç ve aptalca savaşa rağmen, Nazi toplama kampı sistemi kapsamı ve niteliğiyle tekilliğini devam ettiriyor. Bu kadar çok insanın hayatı, bu kadar kısa sürede ve bu kadar berrak bir teknolojik ustalık, fanatizm ve zulüm bileşimi ile söndürülmemişti.7

Bu tür bir düşünce şekli, çok iyi içgörülere sahip bazı yazarların, meselenin modernite olduğunu iddia etmesine neden olmuştur.8 Bu tür teoriler, Holokost’u açıklamak için bir miktar başarılıdır fakat aynı zamanda, özellikle kapitalist ilişkileri doğru bir şekilde tanımlamadıkları için sınırlıdırlar. Traverso’nun bu konudaki berraklığı memnuniyet vericidir. Kapitalist toplumsal gelişmenin sözde “ilerlemesinin” zorunlu olarak sosyalizmin habercisi olmadığını, aynı zamanda barbarlığa giden yolu da açabileceğini kabul etmesi de öyle.9

Marksizm, zora düşen kapitalizmin hayatta kalmasını ve hatta bazen gelişmesini sağlayan ekonomi ve politika arasındaki karmaşık ilişkileri anlayarak Holokost ve Auschwitz meseleleriyle cebelleşti. Naziler veya soykırım için özel bir arzusu olmayan birçok Alman kapitalisti, Nazi rejiminin kendi çıkarları doğrultusunda hüküm sürmesi için gerekli koşulları yarattı. Buna rağmen, siyasi sürecin kontrolünü kaybettiler ve Naziler, Alman sermayesinin önemli kesimlerini tedirgin edecek şekilde giderek daha fazla gemi azıya aldı.

Naziler için ırkçı fikirler, kadrolarını bir arada tutan çimentoydu. Bu, Nazi soykırımının bazı mantıksızlıklarını açıklıyor. Örneğin, 6 Haziran 1944’te, Müttefikler Normandiya’ya çıkarma yaparken ve Ruslar Doğu’da büyük bir saldırı başlatırken, neden 400 Selanikli Yahudinin Auschwitz’e nakledilmesi Alman yüksek komutanlığının en önemli emriydi? Neden, büyük işçi kıtlığı sırasında, “eğitimli” Yahudi köle emeğinin yerini “eğitimsiz” emek aldı ve böylelikle bazı önde gelen sanayiciler arasında öfke artışına sebebiyet verildi? Bu mantıksızlık ancak Alman egemen sınıfının Nazilere, Nazilerin de Holokost’a ihtiyaç duyduğunu görürsek anlaşılabilir. Kabaca ifade edersek, rejim yenilgiye uğrayabilir, ancak bu süreçte olabildiğince çok Yahudiyi öldürebilir ve böylece temel amaçlarından birine ulaşabilirler. Nitekim tarihçi Lucy Dawidowicz, İkinci Dünya Savaşı’nın onun deyimiyle “Yahudilere karşı bir savaşı” da içerdiğini savunuyor.10 Nazi ideolojisinin Holokost’un gelişimindeki önceliği, ekonomik baskılar (ki bunu anlamak kritik öneme sahiptir; örneğin işgal altındaki Sovyetler Birliği’ndeki yiyecek kıtlığı veya Yahudi mülklerinin kamulaştırılması) belirli cinayet kampanyalarını motive etmeye yardımcı olmuş olabilir, fakat Yahudilerin imhası tamamen ekonomik terimlerle açıklanamaz. Raul Hilberg’e göre, Yahudilerin tecrit ve mülksüzleştirilmesinin başlangıç ​​aşamasında mali kazançlar, kamu veya özel masraflardan çok daha fazlaydı ancak öldürme aşamasındaki gelirler kayıplardan çok daha azdı.11 Nazilerin savaş gayretiyle, Holokost’ta sınırlı vasıflı emek yok edildi ve demiryolları askeri amaçlara seferber edildi. IG Farben gibi kapitalist firmalar şüphesiz Yahudi köle emeğinden ve ölüm kamplarına imha araçları sağlayarak kâr elde ettiler. Yine de Holokost’un bürokratik örgütlenmesi araçsal olarak rasyonel hale gelse de, bu vahşet yalnızca kârlılık veya askeri strateji düşüncesiyle gerçekleşmemiştir.12

Holokost anlatıları

Traverso’nun kitabının ikinci bölümü, Holokost anlatılarının nasıl inşa edildiğine dair tartışmaları ele alıyor. 1996’da çıkan Hitler’in İstekli İnfazcıları: Sıradan Almanlar ve Holokost adlı önemli kitabın yazarı olan ABD’li akademisyen Daniel Goldhagen hakkındaki kısa bölüm biraz fazla dengelidir. Traverso, Goldhagen’i Holokost’un tek başına işlevselci bir yaklaşımla anlaşılamayacağını gösterdiği ve Alman gençleri arasında bir tartışmayı teşvik ettiği için övüyor. Ancak, Goldhagen’in Nazilerin aksine “sıradan” Almanların Holokost’tan sorumlu olduğuna dair ana tezinin akademi dışındaki etkisini görmezden geliyor.13 Örneğin, soykırımda Lehlerin rolünü küçük göstermek için yeni Varşova Yahudi Tarihi Müzesi’nde Polonya’da işlenen vahşet, “Nazi” yerine “Alman” olarak sınıflandırıyor. Bu, Polonyalı işbirlikçilerin paçayı sıyırmasını sağlıyor. Traverso, Goldhagen’in tezinin “engelsiz yıkımından” kaçınmamız gerektiğini, ancak bu tezin zayıf olduğunu ve Goldhagen’in eleştirel bir şekilde ele alınması gerektiğini savunuyor.14

Traverso’nun Norman Finkelstein, Timothy Snyder ve Peter Novick’in çalışmalarına ilişkin tartışmaları Goldhagen hakkındaki bölümden daha inceliklidir ve daha kıymetlidir. Traverso, Finkelstein’ın Holokost Endüstrisi kitabını kaba bulmasına rağmen, hakaret edenlere karşı onu savunur ve kitabı “hafıza siyaseti ve tarihin kamusal kullanımları üzerine bir tartışma için bir fırsat” olarak adlandırır.15 Snyder’a karşı durur ve tartışmacı bir tavrı vardır. Nazi projesininin ekolojiyle sahte bağlantısından dolayı Synder’ı azarlar. Snyder’a göre, ikisi de doğal kaynakların kullanımıyla ilgilenmektedir. Traverso ayrıca Snyder’ın Menachem Begin, Yitzhak Shamir ve Benjamin Netanyahu gibi sağcı Siyonist politikacılara olan hayranlığına da saldırır. Snyder, bu kişilerin kıt kaynakları kontrol etmenin önemini anladığını iddia etmektedir. Traverso, Snyder’ın “Siyonist ve neo-muhafazakâr basmakalıp sözler ettiğini, keşfettiğinden daha fazla tarihi gizlediğini” savunmaktadır.16

Traverso’nun kitabı ayrıca Shoah’ın yazarı ve aynı isimli belgeselin yönetmeni Fransız film yapımcısı ve yazar Claude Lanzmann hakkında da bir bölüm içeriyor. Traverso, Lanzmann’ın sömürgecilik karşıtlığı ile “işgal altındaki topraklardaki Filistinlilere yönelik baskıyı utanç verici bir şekilde inkâr etmesini sağlayan” güçlü Siyonizmi arasındaki paradoksa dikkat çekiyor.17 Dokuz saatlik Shoah, onun bu çelişkili yaklaşımını ortaya seriyor. Daha sonraki filmleri felaketin çapına önemli bir ışık tutsa da, onun görüşüne göre tüm Almanlar Nazi, tüm Yahudiler kurban ve tüm seyirciler ise suç ortağı. Bu, Holokost’tan kurtulanların aklına takılan, Primo Levi’nin doğrudan muhalefet ile doğrudan işbirliği arasındaki “gri bölge” olarak bahsettiği zorlu bölgeden Lanzmann’ın kaçındığı anlamına geliyor.18 Traverso, Lanzmann’ın zihniyetinin, Nazilerle işbirliği yapan Yahudi konseylerine izin verdiğine işaret ediyor, ancak bizler Yahudilerin karmaşık ve zor seçimlerle başbaşa kaldığını da kabul etmeliyiz. Siyonizm, Lansmann’ın İsrail’in antisemitizme karşı yegâne savunma olduğuna inanmasına neden oldu ve Traverso’nun onu bunun için eleştirirken haklı.

Ders çıkarmak

Kitabın “Sol ve Antisemitizm” başlıklı üçüncü bölümü, bugün faşizmin yükselişini nasıl durdurabileceğimize dair soruları gündeme getiriyor. Traverso haklı olarak Nazilerin birincil muhaliflerinin, Weimar Cumhuriyeti’nin Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve Komünist Parti’nin (KPD) siyasi ve teorik zayıflıklarına işaret ediyor. Almanya’daki hem sol hem de Yahudi toplumu örgütleri, 1933’te Nazilerin iktidarı ele geçirmesinin geçici olacağını düşündüler. Bu vahim gelişmeye ilişkin, KPD’nin lideri Ernst Thalmann’ın “Hitler’den sonra sıra bizde” dediği söylenir. Hitler’in şansölye olarak atanmasından iki gün sonra, bir Yahudi örgütü olan Centralverein, Yahudilerin paniğe kapılmaması gerektiğini savunmuştu. “Kimsenin anayasal haklarımıza dokunmaya cesaret edemeyeceğini” iddia ettiler ve üyelerini Nazi karşıtı gösterilerden uzak durmaya çağırdılar.

1930’ların başından itibaren, Lev Troçki ve onun az sayıdaki destekçisi, faşizmi durdurmaları için işçi sınıfı örgütlerine birleşik cephesi çağrısında bulundular. SPD ve KPD onları önemsemedi. Zaman zaman bu iki parti birbirlerine, sözde geçici Nasyonal Sosyalistlerden daha şüpheli görünüyordu. 1920’lerin sonlarından itibaren, Komünistler Sosyal Demokratları “sosyal faşistler” olarak ve dolayısıyla Nazilerden daha iyi olmadıkları için kınadılar. Nitekim KPD’ye göre, gerçek doğasını sosyalizm adı altında maskeleyen SPD, belki de Hitler’in ekibinden daha ikiyüzlü ve tehlikeliydi. Buna karşılık, SPD, KPD’nin Moskova’daki efendilerine körü körüne meftun anti-demokratik bir güç olduğuna inanıyordu.

Traverso, solun temel sorununun antisemitizmi anlama eksikliği olduğunu savunuyor. Bu bir hata. Elbette bu bir sorundu, ancak Nazilerin iktidarını engelleyebilmek için daha büyük sorunlar vardı. Bunların en önemlisi, Nazi diktatörlüğünün Almanya’nın güçlü işçi hareketi için ne anlama geleceğini anlamadaki başarısızlıktı. Sol için bir diğer engel, Komünistler ve Sosyal Demokratlar arasındaki kandan nehirlerdi. Bu nehirler, SPD’nin Rosa Luxemburg gibi KPD aktivistlerini öldürmek için aşırı sağla işbirliği yaptığı 1918-23 Alman Devrimi’nden beri akmaktaydı. Dahası, her iki taraf da, sosyalizmi yalnızca tarihsel kırılmaların ve siyasi savaşların potansiyel bir sonucu olarak değil, nesnel olarak belirlenmiş bir tarihsel kesinlik olarak gören savaş öncesi İkinci Enternasyonal’in Marksizm yorumunda kökleri olan fikirlerin gücünü kıramadılar. Tüm bu faktörler, Alman işçi sınıfının önde gelen partilerinin Nazilere karşı birleşik eylemde bulunmaya isteksiz oldukları anlamına geliyordu. Bu trajedi, SPD ve KPD’nin birleşik oylarının, Weimar Cumhuriyeti’nin son demokratik seçiminde Kasım 1932’de Nazilerin oyundan daha fazla olması gerçeğiyle vurgulanıyor. Sosyal Demokratlar ve Komünistler fabrikalara derinden bağlıydı ve işsizler arasında ve her ikisinin de oldukça fazla militanı vardı. Hitler’e ortaklaşa meydan okumadaki başarısızlıkları, dünya tarihinin büyük bir trajedisidir.

Traverso’nun son bölümü “Borç: Varşova Gettosu Ayaklanması” başlığını taşıyor. Traverso, 1943’te Nazi işgali altındaki Varşova’daki Yahudi isyanının büyük bir hayranı. Bu ayaklanmayı, Holokost’un en kahramanca anlarından biri olarak görüyor.19 Bu belki de Yahudi tarihindeki en büyük an. Dahası, Alain Brossart ve Sylvia Klingberg’in Naziler tarafından yok edilen Doğu Avrupa Yahudiliği dünyasını tanımladığı “Yidiş Ülkesi”nin son büyük anıydı.20 Bu nedenle Traverso, bir önceki kitabında bunu “Yahudi modernitesinin sonu” adlandırıyor. Ayaklanmanın tarihi, Yahudi Savaş Örgütü (ZOB) direniş hareketinin lideri ve Yahudi sosyalist akımı Bundculuğun taraftarı olan Marek Edelman tarafından yazılmıştır.21 Onun Getto Savaşları kitabı, olayları görgü tanığı perspektifinden kaydeder.22 Başarı umudu olmayan ve yine de özünde ahlaki ve etik bir misyona sahip bir ayaklanmaydı. Traverso’nun belirttiği gibi, ilginç bir şekilde, ZOB’un liderliği, Siyonist ve sosyalist örgütlerin bir karışımıydı. Siyasi bakış açılarındaki farklılığa bakılmaksızın tüm Yahudilerin birlikte mücadele vermediği takdirde Auschwitz’e gideceğini anlamışlardı. Traverso, ayaklanmadan çıkarılması gereken dersi güzelce ifade ediyor ve bugün ne yapmamız gerektiğine dair bir öneride bulunuyor:

Getto savaşçıları bize evrensel bir hümanizm ve umut mesajı bıraktı… İnsanlar yalnızca kazanma şansı olduğunda isyan etmezler: İsyan ediyorlar çünkü insanlık haysiyetine yapılan bir hakareti kabul edemiyorlar… Şimdi hafızanın iyileştirici erdemlerini kullanmak bize bağlı.23

Bu kelimeleri eyleme dönüştürmemiz gerekiyor. Faşizm ve sağ popülizm, ırkçılığın kanatları üzerinde dünya çapında yükselişini sürdürüyor. Solun görevi, sendikacıların, sosyalistlerin, Yahudilerin, Müslümanların, Romanların, siyahların, LGBT+ ve diğerlerinin onlara karşı mümkün olan en büyük birleşik cepheyi inşa etmesini sağlamaktır.

Henry Maitles

Henry Maitles, West of Scotland Üniversitesinde emeritus profesör. Değerler ve eğitim üzerine dört kitaba sahip, son kitabı Understanding and Teaching Holocaust Education (Sage, 2018) ismini taşıyor.

Tercüme: Ozan Ekin Gökşin

Kaynak: International Socialism

[1] Daha geniş bir tartışma için bkz. Callinicos, Alex, 2001, “Plumbing the Depths: Marxism & the Holocaust”, The Yale Journal of Criticism, cilt 14, sayı 2.

[2] Wiesel, Elie, 1993, “Elie Wiesel’s Remarks at the Dedication Ceremonies for the United States Holocaust Memorial Museum”, United States Holocaust Memorial Museum; Adorno, Theodor, 1983 [1967], Prisms, (Massachusetts Institute of Technology Press)

[3] Adorno, a.g.e., s. 34.

[4] Daha geniş bir tartışma için bkz. Finkelstein, Norman, 2000, The Holocaust Industry: Reflections on the Exploitation of Jewish Suffering (Verso), s. 41-49.

[5] Traverso, Enzo 2019, Critique of Modern Barbarism: Essays on Fascism, Anti-semitism and the use of History (International Institute for Research and Education), s. 248.

[6] Hoess, Rudolf, 2000, Commandant of Auschwitz (Orion).

[7] Levi, Primo 1988, The Drowned and the Saved (Abacus), s. 9-10.

[8] Bauman, Zygmunt, 1989, Modernity and the Holocaust (Oxford University Press).

[9] Traverso, Enzo, 1999, Understanding the Nazi Genocide (Pluto Press).

[10] Dawidowicz, Lucy, 1986, The War Against the Jews (Bantam).

[11] Hilberg, Raul, 1985, The Destruction of the European Jews, cilt 2 (Holmes & Meier), s. 735.

[12] Daha geniş bir tartışma için bkz. Callinicos, Alex, 2001, “Plumbing the Depths: Marxism & the Holocaust”, The Yale Journal of Criticism, cilt 14, sayı 2.

[13] Goldhagen, Daniel 1996, Hitler’s Willing Executioners: Ordinary Germans and the Holocaust (Alfred A Knopf).

[14] Finkelstein, Norman, 2000, The Holocaust Industry: Reflections on the Exploitation of Jewish Suffering (Verso); Maitles, Henry, 1997, “Never Again!”, International Socialism Journal 77 (Kış).; Shandley, Robert (ed.) 1998, Unwilling Germans? The Goldhagen Debate (University of Minnesota Press).

[15] Traverso, 2019, s. 147.

[16] Traverso, 2019, s. 177.

[17] Traverso, 2019, s. 179.

[18] Levi, Primo 1988, The Drowned and the Saved (Abacus).

[19] Traverso, Enzo 2016, The End of Jewish Modernity (Pluto Press).

[20] Brossat, Alain ve Klingberg, Sylvie 2016, Revolutionary Yiddishland (Verso).

[21] Bund terimi Litvanya, Polonya ve Rusya Yahudi İşçi Ligi’nden gelmektedir.

[22] Edelman, Marek, 1994 [1945], The Ghetto Fights (Bookmarks).

[23] Traverso, 2019, s. 267.



Bültene kayıt ol