Önde gelen marksist devrimcilerden Tony Cliff, sosyalizm mücadelesinin, egemen sınıfın fikirlerinin bölücü etkisine karşı, işçi sınıfının daha bilinçli kesimlerinin işçilerin geri kalan kesimini kazanma mücadelesi olduğunu söylüyordu. Bu, sınıf mücadelesinin en kritik yanına işaret eden bir zorluk aynı zamanda. Egemen sınıfın fikirleri, sadece 24 saat işleyen propaganda mekanizmaları aracılığıyla değil, eğitim, gelenekler ve aile gibi sosyal yaşamın gündelik pratiklerinde de etkiye sahip.
Bu zorluk, Engels’in özenle vurguladığı gibi, sınıf mücadelesinin ideolojik düzeyinin neden önemli olduğunu da gösteriyor. Egemen sınıfın fikri hegemonyasına karşı, işçi sınıfının bir bütün olarak kazanmasını hedefleyen fikirlerin, sürekli tartışılması, işçilerin ve aktivistlerin kendi deneyimlerinden süzülerek, mücadele eden işçilerin saflarında hakim fikirler haline gelmesi için çalışmak, özgürlük mücadelesi açısından bir zorunluluk. Bu mücadeleyi küçümsemek, bir gelenek haline geldi. Küçümsenen, sadece örgütlenmek fikri olmadı, işçi sınıfı merkezli fikir ve eylem geleneği de küçümsendi.
Özellikle, işçi sınıfının bütünün, egemen sınıfın bütün kurumlarını dağıtarak iktidarı kendi ellerinde toparlaması gerektiği konusunda yaptığı tarihsel hamleyle, zafer kazanan ilk sosyalist devrimin, Rusya’da 1917 ylında gerçekleşen toplumsal ayaklanmanın liderliğini yapan Bolşevik Parti ve bu parti saflarında neredeyse destansı bir mücadele veren Lenin’in fikirleri, bu küçümseyici yaklaşımdan en fazla pay alan gelenek oldu.
Özgürlük mücadelesi ve leninizm, neredeyse yan yana kullanımı yasaklanan iki kavram!
Bunun birinci nedeni, üzerinde yeniden daha sık durmak zorunda olduğumuz stalinizm. Stalinizm gibi, karşı devrimci bürokratik bir sınıfın devlet kapitalisti egemenliğinin teorik ve pratik ifadesi olan bir geleneği, leninizmin devamcısı olarak algılamak, yani stalinizmi sosyalizmle eşitlemek ve Lenin’in fikirlerinin stalinizmin ceberrut uygulamalarına cevaz verdiği yönündeki görüş, sorgulanamaz, hakim görüş halindedir.
Leninizmi tarihin tozlu sayfalarında görünmez kılmaya çalışan eğilimin güçlenmesinin nedeni sadece bu değil. Güncel bir neden daha var, o da, mücadele içinde ortaya çıkan sol reformist fikirlerin, leninizmde aşırı bir keskinlik görmesi ve bu keskinliğin etkisiz kılınmak istenmesi.
21. yüzyılda leninizm
Ekim devriminin üzerinden 100 yılı aşkın bir süre geçti. Bu günlerde, ”henüz tweet atma şansının olmadığı teknolojik koşullarda gerçekleşen bir devrimin bugün bize ne gibi bir katkısı olabilir” sorusu Lenin’in fikirlerine mesafeyle yaklaşılmasında belirleyici oluyor.
Bütün bu fikirlere karşı, Lenin’in mücadele ve fikirlerinden yararlanmasını bilmeyen hiçbir özgürlük mücadelesi, kalıcı bir kazanım elde edemez. Daha da önemlisi, Lenin’in parti ve sınıf mücadelesi arasındaki ilişkiyi kavrayışından beslenmeyen, yola çıkmayan ve bu ilişkinin özünü dönemin mücadelesi içinde örgütsel bir pratiğe dönüştüremeyen hiçbir siyasi gelenek, kapitalizme karşı mücadelenin kalıcı bir zafere dönüşmesine yardımcı olamaz.
Lenin’i çürütmek için kafa yoranlar, başarı kazanmak için atmaları gereken asıl adımı, yani kapitalist üretim sürecinin marksist eleştirisini gözden geçirmek ve bu eleştiriyi çürütmek zorundalar. Çünkü Lenin’in fikirlerini bugün güncel kılan, tam da Lenin’in Karl Marx’ın kapitalizm eleştirisine yaslanması, Kapital adlı eseri bir başvuru kaynağı olarak kullanma beceresini göstermesiydi. Lenin’i silikleştirmeye çalışanlar, kapitalizmin uzlaşmaz sınıfların mücadelesi tarafından şekillendiğini, sınıflar mücadelesinin bir kutbunda yer alan işçi sınıfının, mülksüzleştirenleri mülksüzleştirme yeteneği taşıyan devrimci bir sınıf olduğunu görmezden geliyorlar. Eylemlerini bu sınıfın eylemiyle birleştiremeyen, bu sınıfın eylemine destek olmayan, bu sınıfın eylemi tarafından içerilmeyen toplumsal güçlerin hareketinin, radikal değişiklikler yaratmasının imkansız olduğu gerçekliğini silikleştirmeye çabalıyorlar.
Chris Harman’ın “Yeniden Lenin: Bir Hakikat Siyasetine Doğru” kitabını eleştirirken yazdığı gibi, sol akademinin zirvelerinde dahi, Lenin, Rus devrimi ve bolşevikler hakkında yalan yanlış, hiçbir tarihsel gerçeğe yaslanmayan fikirler ortalıkta geziniyor. Yine Harman’ın aktardığı gibi, Alain Badiou’nun Lenin’i Mao’nun öncülü olarak göstermesi, Negri’nin “Lenin’in biyopolitiğinin, artık işçi sınıfının var olmadığı bir dünyada Lenin’i aşan çelişkilerde kendini ifade ettiğini” söylemesi ya da devrim kavramının ve sınıf perspektifinin ortadan kalktığının tartışmasız bir doğru gibi dile getirilebilmesi, Lenin’in marksizmin devrimci çekirdeğine sahip çıkarken antikapitalist bir dönüşümün gerekli ve zorunlu olduğunu kanıtlayan eylemini bugün sahiplenmenin önemine işaret ediyor.
21. yüzyılın erken döneminde sınıflar mücadelesinin ne kadar sertleşeceğini otoriter liderlerin ırkçı, sağcı, faşistlere cesaret veren, çevre ve emekçi düşmanı politikaları gösteriyor. Ama görünen sadece küresel sınıf mücadelesinin ne kadar sertleşeceği değil. Gelişmeleri tetikleyen temel dinamik, küresel kapitalizmin krizi. Chris Harman’ın vurguladığı gibi, “İstikrarsız bir dünyada yaşıyoruz, istikrarsızlık artacak gibi. Bir milyar insanın her gün açlık çektiği bir dünyada yaşıyoruz, açlık artacak gibi. Çevreyi tahrip eden bir dünyada yaşıyoruz, çevre tahribatı artacak gibi. Gelişmiş sanayi ülkelerinde bile insanların eskisinden mutsuz olduğu bir dünyadayız. Mutsuzluk artacak gibi.” (Zombi Kapitalizm) Harman bu satırları 2008’de patlayan küresel krizin ilk yılında yazmıştı ve artan mutsuzluk, artan bir öfkeyle birleşti ve dünya yeni bir devrim dalgasıyla, mücadele dalgasıyla sarsılmaya başladı.
Ama her mücadele, aynı zamanda, mücadele halindeki fikirler demektir. Bu mücadeleler içinde, sosyalizmin işçi sınıfının kendi eyleminin ürünü olacağını savunanların müdahalesinin yetersizliği, kapitalizmin yarattığı öfkenin kapitalizmi aşacak bir toplumsal örgütlenmeye yönelecek bir siyasal harekete dönüşmesine engel oluyor. Lenin’in önemi, tam da burada. Halkların hapishanesi olduğu oranda çokkültürlü bir işçi sınıfının önce Çarlığı ve hemen ardından burjuva egemenliğini devirdiği Rusya’da işçi sınıfının tüm ezilenlerin mücadelesini birleştiren; mücadele eden kadın ve erkek işçilerin en aktif, en mücadeleci, en ileri kesimleri arasında politik birliği sağlayan kitlesel bir devrimci partinin varlığı, antikapitalist öfkenin zafer kazanan bir özgürlük mücadelesinin platformu haline dönüşmesini sağladı.
Leninizmin modasının geçtiğini düşünenler, kapitalizmin, işçi sınıfının, kendiliğinden ayaklanmalar, sosyal patlamalar ve isyanların, kapitalizmin krizlerinin, savaşların, kapitalist devletin ve daha da önemlisi kitlesel mücadeleler içinde kıran kırana cereyan eden farklı politik eğilimlerin mücadelesinin modasının geçmiş olduğunu iddia ediyorlar. Ama yeni diye önerdikleri Yunanistan’da Syriza, İspanya’da otonomculuk, Türkiye ve Gezi direnişi sırasındaki eklektik birliktelikler vs. yeni sayılmaz. Leninizme bugün, dünden daha fazla ihtiyaç duyulmasının nedeni, yeni diye öne sürülen teorilerin ve örgütlenme önerilerinin, devlet iktidarı sorununun ya etrafından dolanmaları ya da bu sorunu çözmenin yolunun parlamenter hamleler olduğunu düşünmeleri.
Leninizm ise, tüm ezilenlerle birlikte işçi sınıfının demokratik öz yönetim organlarıyla kapitalist devlet iktidarını dağıtmasının ve bu devrimin sürekli kılınmasının geleneğidir. Gezegenin toptan yok oluşunu engellemek için bu geleneğin, mücadele eden milyonların eyleminde yeniden kök salmasını sağlamaktan başka yolumuz yok.