Gördüğümüz en uzun, yüksek gerilimli ve kanlı gecelerinden birisiydi. O sıcak saatlerde medyaya yansıyanlar dışında, halen inanılmaz tanıklıklar ve görüntüler ortaya çıkıyor. Hergün yeni hikayeler dinliyor ve aktörlerini tanıyoruz. Tarihimizin çok önemli dönemeçlerinden birini geçtiğimiz kuşku götürmez. Hele darbenin direnişle püskürtülmesi, muhakkak ki dünya siyasi tarihinde anlamlı bir yer işgal edecek ve muhtemelen derslere konu olacak.
Darbe portföyümüz zengin
Elhamdülillah bizler, Osmanlıyı bir yana bırakırsak, 27 Mayıs 1960’dan beri bütün darbe çeşitlerini görmüş bir memleketin insanlarıyız. Emir komutalı, cuntalı, muhtıralı, postmodern, başarılı, başarısız, darbe içinde darbe derken, yaşamadığımız kalmamış. Portföyümüzde bilişim çağının ruhuna uygun olarak, 2007 baharının bir gecesinde Genelkurmay Başkanlığı’nın sitesine konulan sanal bildiriyle TBMM’deki cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale edeni bile var. Velhasıl her türlüsünü gördük görmesine, ama bu sonuncusunun epey farklı olduğunu da kabul edelim. Neyse ki bunu inceleyip, farkını anlayacak epey vaktimiz olacak. O bakımdan ben de öncelikle o gece Üsküdar Meydanı’nda gördüklerimi paylaşmak istiyorum.
O gece herkes yaya
Biliyorsunuz, 15 Temmuz’a dair ortalıkta çok tevatür dolaşıyor. Bazıları inanılmaz absürd. Bazıları neredeyse ırkçılık sınırına varmış durumda. Kimileri ise yalanda ölçü tanımıyor. O gece ben de sokaktaydım. Bunları okuyunca ve duyunca şaşkınlıkla karşıladım. Üsküdar’da oturuyorum. Önce arkadaşlarımın telefonuyla İstanbul’daki bazı olayları öğrendim. Ardından Genelkurmay önündeki çatışmaya tanık olan başka bir arkadaşımın anlattıkları olayı netleştirdi. Televizyonda izlediğim Başbakan Yıldırım’ın konuşması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı ve 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar’ın açıklaması darbenin önleneceğine dair hissiyatımı güçlendirdi. Ev halkının itirazlarına rağmen saat 00.30’da evden çıkarak Üsküdar Meydanı istikametinde yola koyuldum. Niyetim taksiyle gitmekti ama ortalıkta pek yoktu. Yoldan geçenler de almıyordu. Taksi derdinde olanları az olmadığını farkettim. Üsküdar Meydanı bizim evden normal bir yürüyüşle 35-40 dakika çekiyor. O sırada özel otomobil yanaşıp istikametimiz aynıysa beni de götürebileceğini söyledi. Açıkcası günlük hayatta pek sık rastlamadığım bu dayanışmacı nezaket benim için sürpriz oldu. Zeynep Kamil Hastanesi’nin oraya kadar gittik. Ünlü cezaevinin bulunduğu Toptaşı Caddesi devasa bir harfiyat kamuyonuyla kapatılmıştı. Meydana inmek mümkün değildi ve vedalaşıp yolları ayırdık. Yolu kapatan kamyona göz attım özel bir şirkete aitti ve yanıbaşında sigara içen kişi şöförü olmalıydı. Aşağı doğru yürümeye başladım.
Sokakların bozulan sessizliği
Üsküdar ve semtleri ikamet bölgesidir ve iş yerlerinden çok konutlar hakimdir. Bu nedenle, Toptaşı Caddesi’nden inerken gördüğüm kadınlı erkekli gruplar ara sokaklardaki evlerinden çıkan semt sakinleriydi. Garipsemedim. Dikkat çekici olan gece yarısını geçen bir saatte sokakta olmalarıydı. Ramazanlarda iftar sonrasından sahur vaktine kadar cami ve kutsal mekanları dolaştıklarını bilirim. Üsküdar’ın Salacak sahilinde yapılan Katibim Festivali zamanında da geç vakitlerde aileler sokaklardadır. Ama bunların dışında o semtlerde, belli bir vakitten sonra, özellikle bazı semtlerde herkes evine çekilir ve sokaklar sessizliğe bürünür. Ağırlığı muhafazakar olan semt sakinlerinin yaşam tarzları da İstanbul gecelerine akmaya müsait değildir. Ama, gördüğüm kadarıyla çatışma sesleri, ses duvarını aşan savaş uçakları, helikopterler, ambulans sirenleri arasında devletin tepesinden gelen çağrı alışkanlıklarını aşıp onları gece yarısı sokağa çekmişti.
Panayıra gider gibi
Sokakların karanlığından insan grupları fışkırıyordu. Havalarına ve yakınlıklarına bakınca bunların ev halkı olduğu seziliyordu. Giyim kuşamları karmaydı. Mevsime uygun uzun pardesölü ve başörtülü kadınlar, pantolon giyinmiş başı açık ya da kapalı genç kızlar, blujinli delikanlılar ve iyi giyimli orta yaş erkekler, sakallı yaşlılar, hep birlikte telaşsız adımlarla aralarında sessizce konuşarak aşağı doğru ilerliyorlardı. Çocuk yaşlarında olanları da gördüm. Kiminin elinde küçük boyutlu bayrak bulunuyordu. AKP flamalarına ise nadiren rastlıyordum. Ahmediye Meydanı’na yaklaştıkça sokaklardan çıkanların sayısı artıyordu. Motosikletliler ise bir başkaydı. Kapalı yol tanımıyorlardı. Kadınlı erkekli idiler. Kadınlar veya genç kızlar genellikle arkadaydı ve ellerinde bayrak taşıyorlardı. Bayrama gider gibiydiler. Birinde genç bir erkeğin arkasında siyah çarşaflı bir kadının coşkuyla salladığı bayrağıyla geçip giderken ardından gülümsemedim desem yalan olur.
Darbeye karşı omuz omuza
Cuma Pazarı’nın kurulduğu sokağın başında ise en az 100 kişi toplamıştı. Sloganlar eşliğinde ters yönde Zeynep Kamil’e doğru yürüyüşe geçiyorlardı. Karma bir topluluktu ve her yaştan insan vardı. Önde genç bir grup önderlik etmeye çalışıyordu. Aralarında biraz organize oldukları belliydi. Sloganları soldan esinlenme “Darbeye karşı omuz omuza” ile “Dik dur eğilme bu millet seninle”ydi. Sanıyorum amaçları sokağa çıkmayı teşvik etmek ve daha sonra dönüp meydana inmekti. Arada sık sık sağ elleri havada tekbir getiriyorlardı. Aşağı doğru yürüyenlerden bazıları da onlara katıldı.
Üsküdarlı orta sınıf çağrıya kayıtsız kalmadı
Ahmediye’yi de geçip Üsküdar Meydanı’na yaklaşınca kalabalık tıpkı miting topluluğu gibi artmaya başladı. Kadınların sayısı epey fazlaydı. Ama buna şaşırmadım. Üsküdar muhafazakar bilinir, biraz öyledir de. Fakat eski bir kent olduğunu ve gelişkin kentleşme kültürünü unutmamak lazım. Üstelik ev bark sahibi, esnaf ve işi gücü olanların, ortalamanın üzerinde eğitim görmüşlerin yaygın olduğu bir ilçe. Yani, orta sınıf hayli yaygın. Orta yaş ve üstü geleneksel yaşam tarzını daha yakınken, genç nesiller zamana daha fazla uyum sağlamış gibi. Bu nedenle aralarında, şort, tayt giymiş genç kızların, modern spor kıyafetli delikanlıların olması pek yadırganmıyordu.
Bu saatte ne ezanı!
Benim de dikkatimi çekti. Adım başı rastladığımız, çoğu Osmanlı’dan kalma camilerin minarelerinden, ezandan farklı ayetler ve dualar yükseliyordu. Neden olduğunu az çok kestirmekle beraber, ne olduğunu merak edenler çoktu. “Bu saatte ezan okunur mu”, diye soruyorlardı. Bazıları bunun akıllıca bir buluş olduğu imasıyla kıs kıs gülüyorlardı. Selanın darbeye karşı değerlendirilmesi hoşlarına gitmişti. Bunu yapmayı düşünenleri çok akıllı buluyorlardı.
Meydana inemeyen tanklar
Meydana vardığımda halkın meydanda değil, Üsküdar’ı Bağlarbaşı’na bağlayan cadde üzerinde toplandığını gördüm. Hani, Osmanlı yemekleriyle ünlü Kanaat Lokantası’nın bulunduğu Fıstık Ağacı’nı geçip Bağlarbaşı’na uzanan cadde. İnanılmaz kalabalık toplanmıştı ama kargaşa yoktu. Caddeye giriş sıkışık olmasına karşın rahattı ve isteyen ilerilere kolayca gidebiliyordu. Halkın meydanı bırakıp burada toplanmasının nedenini düşünüyordum ki, ard arda sıralanmış tankları gördüm. 10 tanklık bir koca konvoydu. Aralarında da birlik komutanının içinde bulunduğu bir zırhlı araç vardı. Üsküdar Meydanı için bu çok çok fazlaydı. Belli ki bir bölümü başka yere gidecekti. Ama halk caddeyi öyle doldurmuştu ve önlerini öyle kesmişti ki, bir milim kıpırdayacak halleri yoktu. Hareket edemiyorlardı. Kışladaki hesap caddedeki halka uymamıştı. Üsküdar Meydanı’nın bir tarafı Boğaz Köprüsü’ne, diğer tarafı Selimiye Kışlası istikametine gider. Tanklar hiçbirine gidemiyordu. Halkın nasıl bir taktik planı bozduğu bilmiyorum ama darbenin stratejisi burada da direnişe toslamıştı. Başarmanın keyfi insanların yüzlerinden okunuyordu. Ortalık bir şenlik alanı gibiydi.
Polis sükuneti sağlıyor
Tankların üstü erkek direnişcilerle doluydu. Birlik komutanının zırhlı jeep irisi aracı tankların orta kısmındaydı ve etrafı çok kalabalıktı. Herkes bir şey söylüyor ve kızgınlık gösteriyordu. “Hepimiz bu vatanın evledı değil miyiz!”, “Biz de askerlik yaptık”, “ Siz Türk değil misiniz!”, “Kardeşi kardeşe kırdırmak olur mu!”, “ Kışlanıza dönün” diyorlardı. Kimi samimi diyalog yapmak istiyordu. Bu korkunç “görevi” bırakmaları için ikna çabası içindeydiler. O sıra iki kızgın genç bağırarak aracın üzerine sıçradı. Tavanı yumruklayıp telsizi kırmak istediler. Askerlerde hareketlenme oldu. Çevredekiler gençleri engellemeye çalıştılar. Olay büyüme temayülü gösteriyordu. Araya bir polis müdürü girdi. Birlik komutanıyla yaptığı konuşmadan sonra yatıştırıcı sözlerle oradan ayrıldı. Jeepteki subay ve askerlerin tedirgin ve çaresiz halleri değişmedi ama sertleştirecek havada da değillerdi.
Darbe selfie’leri
Sırasıyla tankların etrafını dolaştım. Gösteri platformuna dönmüşlerdi. Herbirinin üzerinde en az 50 kişi vardı. Ortalık bayram yeriydi. Bayrak sallıyanlar, slogan atanlar, zafer işareti yapanlar, tekbir getirenler, etrafa talimat yağdıranlar… En çok revaçta olan tankın üzerinde ya da önünde fotoğraf ve selfie çekmekti. Bazıları bunu ailecek yapıyordu. Telefonlar ellerden düşmüyordu. Ata biner gibi tankların top namlusuna oturmak kolay değildi ama orta yaşın üzerindekiler bile bunu deniyorlardı. Belli ki gelecek nesillere kalacak bir hatıra olarak görülüyordu. Oradan anlamlı bazı sözler söyleyip bayrak sallamak o ortama pek aykırı düşmüyordu. Bazı tankların sürücü kapakları açıktı. Askerler ya ordaki direnişçilerle konuşuyor ya da çevreyi izlemekle yetiniyorlardı.
Direnişçi Hoca
Bir ara hareketlenme oldu ve kalabalık dalgalandı. Tankların kalabalığı yarıp çıkmasından endişelendim. Bu arbede ve ölüm demekti. Neyse ki, gürültüler arasından bir itfaiye aracı çıka geldi. İlk tankın önüne park etti. Sonra bir daha yerini değiştirip yana aldılar. Cami hocası olduğunu söyleyen bir kişi aracın mikrofonundan direnişçileri sükunete davet etti. Darbeyi kınadı. Meşru iktidara ve millete yapılanın affedilemeyeceği mealinde şeyler söyledi. Askerler için “Onlar emir kulu. Zarar vermeyelim. Ama tanklara da geçit vermeyelim” şeklinde devam etti. O kalabalık ve uğultu içinde ne kadar duyuldu ve dinlenildi bilemiyorum. Ama bir kargaşa doğmadı ve tanklar da bir yere gidemediler. Bu topluluk bindirilmiş kıta değildi. Evinden çıkan gelmişti. Çağrılar çok etkili olmuştu. Darbeyi büyük bir haksızlık olarak görüyorladı. Müthiş bir organizasyonla harekete geçmiş filan değillerdi. AKP ilçe örgütü yöneticisi ve üyeleri ile belediye mensupları yavaş yavaş duruma nüfuz etmeye ve yönlendirmeye çalışıyorlardı. Etkindiler ama mutlak bir yönlendirmeden söz etmek en azından o saatler için çok zordu. Sonraki saatler ve günlerde bunu başarmalarını ise direnişin bir defosu ve AKP’nin fırsatçılığı gibi görmenin de bir anlamı ve mantığı olduğunu sanmıyorum.
Bir tanıdık yüz aradım
1969’dan beri Üsküdar’da oturuyorum. Hep sol dünyanın içinde yer aldım. Siyasal süreçleri yakından takip etmeye halen devam ediyorum. Ama darbeye karşı sokağa dökülen bu kadar büyük bir kalabalığın içinde aşina olduğum bir tek yüze rastlamadım. Bu da bana çok tuhaf geldi. Halbuki Üsküdar sol eğilimli milletvekili, belediye başkanı da çıkarabilen bir ilçeydi. Birçok aydın insan yaşardı. Radikal demokratik solun güçlü olduğu mahalleler az değildi. Diyorum ki, belki gece karanlığında benim gözlerim iyi seçemedi. Belki de vakit geç olduğu için evlerine çekilmişlerdi. Bilemiyorum, kimsenin günahını almak istemem. Ama rastlasaydım belki birlikte fotoğraf çektirirdim.
Ne yapabiliriz, zaten kaç kişiyiz!
Daha sonra çok duyduğum “Bu bizim meselemiz değil”, “Bunların arasında başıma bir şey gelir”, “Ne yapabiliriz, zaten kaç kişiyiz ki”, “ Darbe yenildiği takdirde Erdoğan’ın totaliterizmi daha güçlenecek” gibi fikirlerin Üsküdar’da yaşayan sol cenahtan kimi insanların sokağa çıkmamasında etkisi olmuş mudur? Bu darbeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP iktidarından kurtulmanın hiç hesapta olmayan ve ehven-i şer bir fırsatı olarak görenlerin olması ihtimalini ise hiç aklıma getirmek bile istemem. Var mıdır? Lafı uzatmayayım, kimsenin ölmediği direniş caddesinde selamlaşabileceğim, iki çift laflayacağım kimseye rastlamadan, sabah beş civarında, yine uzaklardan gelen uçak, helikopter, ambülans sirenleri ve silah sesleri arasında eve koyuldum. İnsanlar meydana akmaya devam ediyordu.
Atilla Aytemur
(Serbestiyet)