Bir zamanlar, tiyatrocu Ferhan Şensoy ve Orta Oyuncuları “İçinden Tramvay Geçen Şarkı” adlı bir oyunda kullandıkları gamalı haçlı Nazi subayı kıyafetleriyle İstiklal Caddesi’nde insanları durdurup, kimlik sormuşlardı. Araya “bitte” gibi Almanca laflar sokuşturarak... İnsanlar en küçük bir itiraz etmeden kimliklerini göstermiş, kendilerine verilen “çök”, “otur” gibi emirlere de gayet uysal bir şekilde itaat etmişlerdi...
Ayrıntılarını bulamadım ama benzer bir olay da Türkiye sınırları içinde, Bulgaristan yakınlarındaki bir yol üzerinde gerçekleşmişti. Yanlış hatırlamıyorsam, yolu kesen “yabancı” görünümlü üniformalı polisler, yolculara sınırı geçtiklerini ve pasaportlarını göstermeleri gerektiğini söylemişlerdi. O zaman da oldukça çok sayıda insan, tabii ki pasaportlarını gösterememiş ama “zorluk çıkarmadan” geri dönmüşlerdi.
Tam olarak aynı olmasa da, yüzlerce, binlerce “üniformalı itaat” olayı arşivlerde duruyor. İnsanları kandırmak, dolandırmak üzere tezgahlanmış senaryo denemeleri konusunda gayet zengin tecrübeleri olan bir ülkeye sahibiz...
Çok tecrübeliyiz ama bu tecrübe pek işe yaramıyor; kandırma ve kandırılma kısır döngüsü aynen devam ediyor.
Son zamanların moda yöntemlerinden birinde, telefonda kendilerine polis, asker vb. süsü veren bir takımadamlar, telsiz efektleri altında yaptıkları gayet “ikna edici”(!) açıklamalarla (“teröre yardım etmişsiniz”; “sizin telefonunuzdan falanca yanlış işlem yapılmış”; “şuraya bir çuval para getirin, sizi kurtaralım” vb.) dünya kadar insanı dolandırdılar.
Hatırlarsınız diyet uzmanı bir profesörü de dolandırmışlardı. Yani eğitimli, eğitimsiz, yaşlı, genç, erkek, kadın fark etmiyor.
Ancak halkımız içindeki dâhiler yeni pazarlama teknikleri konusunda yaratıcılıkta sınır tanımıyorlar. Kapınızı çalan üniformalı bir takımadamlar 15 Temmuz’un hemen ardından “çocuğunuz darbeye karışmış, onu götürmemiz lazım” diyerek, zamana uyum konusunda inanılmaz yaratıcılıklar gösteriyorlar.
Sahte binbaşılar, teğmenler, polisler, komiserler... Hepsi üniformalanmış bir kimlik kullanıyorlar ya da sesleri ile üniformalı taklidi yapıyorlar; yani insanların “saygı” ve “korku” duyacağı varsayılan bir unsurla dolandırıcılıklarını dekore ediyorlar.
Neden bu kadar kolayca kanıyor insanlar?
Bu sadece saflık ve iyi niyet değil... Ancak üniformalı insanlara duyulan sevgi ve saygı da değil... Çok daha derin bir sorun; ideolojik bir korku... Günaha benzer bir şey; öyle olması gerektiğine inanılmış, doğallaşmış bir korku... Devletten, otoriteden, polisten, askerden ve üniformadan duyulan korku...
Bu üniformalanmış kimliğin ve korkunun simetrik karşıtı da var.
Çok fazla örneği var ama Soma maden ocağındaki 300 işçinin katledilmesinin müsebbibi olan şahıslardan birinin “maden kazasını FETÖ’cüler, PKK’liler, DHKP-C’liler vs. yaptı!” şeklindeki lafları benim favorim...
Yani bazı durumlarda, bazı “akıllılar” belli bir jargon, söylem, retorik veya büyülü cümle ya da kelime kullandıklarında akan suların duracağından eminler.
Bu işin bir yanı... Yani inanmışlıklarımız birilerinin çok fazla işine yarıyor...
Ama bütün bunlardan daha elim ve vahim olmak üzere, memleket sathında kolay yoldan zengin olmak, kahraman olmak, izinsiz bina yapmak (ama bir kişi dışında ceza almamak), kopya çekmek, çalınmış sorularla işe girmek (bunu bir dava kılıfı altına sokmak), belli bir cemaate yakın görünüp iş almak, ihale kazanmak, devlete kapağı atmak, dersi, sınıfı geçmek, çamur atarak iz bırakmak, piyasaya sahte mal sürmek, rüşvet almak-vermek yani yalan ve sahtecilik başlığı altında sıralanabilecek ve “ahlâk eksikliği” taşıyan sayısız olayların ülkesi burası...
Bu herhalde Türklerin (ya da Müslümanların, Kürdlerin vb.) “fıtratında” olan bir kötülük değil...
Ama belli ki, “ben yaptım oldu” basitliğinde, kendini korkuyla dayatan bir devlet / otorite altında, insanın içindeki o fıtratın iyi tarafına ciddi bir şekilde yabancılaşmışız...
Ferhat Kentel
(Bas Haber)