Can Irmak Özinanır

Can Irmak Özinanır son yazıları

Can Irmak Özinanır tüm yazıları

04.01.2021 - 17:01

Üniversiteler bitti mi?

Boğaziçi Üniversitesi’ne kurum dışından birinin rektör olarak atanması öğretim elemanlarının ve öğrencilerin tepkisiyle karşılaştı. Bu yazının başına oturduğumda Boğaziçi öğrencileri güvenlik barikatlarını aşmış kampüste son zamanların en büyük eylemlerinden birini yapıyordu. Bu atama elbette pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Üniversitelerin son yıllarda yaşadığı köklü dönüşüm, OHAL döneminde akademisyenlerin ihraç edilmesi ve bu dönüşüme karşı birleşik bir mücadele verilememesi bu tartışmaların odağındaydı. “Kurumu korumak” gibi sözlerle bu dönüşüm karşısında pasif kalan akademisyenler ve yöneticiler haklı olarak eleştirildi. Bu eleştirilere eşlik eden argümanlardan biri de üniversitelerin artık bittiği yönündeydi. Peki, üniversite gerçekten bitti mi?

Bu soruya bir yönüyle evet demek mümkün. Üstelik bu yeni bir süreç de değil 12 Eylül darbesinden bu yana YÖK eliyle üniversite üzerinde büyük bir baskı mekanizması oluşturuldu, yıllar boyunca adım adım Bologna Süreci, sektörle işbirliği gibi süslü sözlerle üniversiteler güvencesizliğin asistanlardan başlayıp öğretim üyelerine uzandığı neoliberal uygulamaların deney alanına dönüştürüldü. Bu dönüşümün sadece Türkiye ile sınırlı olmadığını hatırlamakta da fayda var. AKP iktidarı tüm neoliberal politikaların en kararlı uygulayıcısı olarak bu uygulamaları yaygınlaştırdı, bir yandan da hükümet için üniversite hep “ele geçirilmesi” gereken bir yer olarak görüldü. Görece özgürlükçü bir atmosferi olan üniversiteler hükümet medyası tarafından sistematik biçimde kriminal mekânlar gibi gösterildi ve merkezi bir şekilde otoriterizm üniversitelere hâkim olmaya başladı. 2016’daki darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL’de ise başta Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hedefe oturtulan barış akademisyenleri olmak üzere muhalif görülen akademisyenlerin önemli bir kısmı tasfiye edildi, baskı atmosferinde sendikaların gücü zayıfladı, öğrenciler ve akademisyenler soruşturmalarla yıldırılmaya çalışıldı. Bu süreçte üniversitedeki küçük-büyük pek çok yönetici tasfiye sürecinin açık veya utangaç destekçisi olmaya sürüklendi. Adı rektörlük seçimi olarak bilinen ancak aslında göstermelik bir teamül olan seçimler bile ortadan kaldırıldı. Rektörlük atamasında Cumhurbaşkanı’na tam yetki verildi. Tezlere, çalışma alanlarına, derslerin içeriklerine müdahale edildi. Müdahaleye izin vermeyen akademisyenler soruşturmalar ve işten atılma tehdidiyle sindirilmeye çalışıldı ve zaten en güvencesiz konumda olan araştırma görevlilerinin tüm güvenceleri ortadan kaldırıldı. OHAL sonrasında başına kurum dışından bir rektör atanan ilk üniversite Boğaziçi değil, örneğin Ankara Üniversitesi’ne birkaç ay önce kurumla hiçbir ilgisi olmayan eski AKP milletvekili Necdet Ünüvar atandı. Taşra üniversitelerinde çok daha ağır hissedilen uygulamalar artık Ankara Üniversitesi, ODTÜ, Boğaziçi, Hacettepe gibi merkez üniversitelerde de rahatlıkla görülebilir hâle geldi. 12 Eylül’den günümüze uzanan ama son yıllarda görülmedik bir hız kazanan bu dönüşüm gerçekten geri dönüşü çok zor bir tahribata yol açtı.

Yukarıdaki tabloya bakınca gerçekten üniversitelerin bittiğini söylemek mümkün ancak süreçler sadece yukarıdaki aktörlerin neler yaptığına bakılarak analiz edilemez. Üniversitenin öğrencisinden akademisyenine, idari personelinden taşeron çalışanına pek çok bileşeni var. Bunlar içinde en dinamik kesimi öğrenciler oluşturuyor. 2019’da Ankara Üniversitesi’nin eski rektörü Erkan İbiş’i protesto etmek için Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde hem güvenlikçilerin hem faşistlerin şiddetine direnen öğrenciler, her otoriter uygulamada ODTÜ Rektörlüğü’nün önüne giderek “Verşan Kök, ODTÜ’ye rektör olamaz” sloganını hatırlatan öğrenciler ve akademisyenler, İstanbul Üniversitesi’nde yemek zammına karşı eylem yapan öğrenciler, her fırsatta cinsiyetçiliği teşhir eden üniversitedeki kadınların eylemleri gibi birçok örnek bize üniversitenin içindeki seslerin asla bütünüyle susturulamayacağını gösteriyor. Bugün Boğaziçi Üniversitesi’ndeki öğrencilerin direnişi ve öğretim üyelerinin açıklaması da bunun en önemli örneklerinden biri. Bu eylemler başarılı olsun veya olmasın umudun asla tamamen kaybolmadığını gösteriyor, daha da önemlisi her bir direniş yeni bir üniversitenin nüvesini içinde taşıyor.

Üniversitelerin aslında geri dönülecek “eski güzel günleri” yok. Üniversite gibi baştan aşağı hiyerarşik bir kurum içinde bir zamanlar demokratik olan ne varsa bu gibi direnişlerle kazanıldı. Dolayısıyla gösterilen her türlü tepki ne zaman başladığından bağımsız olarak çok önemli ve değerli. Mevcut üniversitelerde durum kötü görünüyor olabilir ancak her bir bileşeninin direnişi başka bir üniversitenin mümkün olduğunu gösteriyor ve pratikte başka bir üniversitenin inşasına katkı sunuyor.

Hiçbir demokratik süreç işletilmeden tepeden atanan bir rektörün “elitlerin değil milletin temsilcisi” olduğunu utanmazca söyleyenlere karşı Boğaziçililerin direnişine destek olmak geleceğin özgür üniversitesini yaratmak için verilen mücadelenin parçası olmak anlamına geliyor.

Can Irmak Özinanır

[email protected]


Bültene kayıt ol