Filistin için direnişe ara verilemez -I

10.06.2024 - 12:06
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

7 Ekim’de İsrail Gazze’ye saldırdığında sosyalistlerin önünde bir dizi tartışma belirdi. Aniden çıktı bu tartışma başlıkları. Belki tartışma konuları beklenmedik değildi ama ortaya çıkış hızlarını beklediğimiz söylenemez. 7 Ekim Aksa Tufanı, Siyonizm’in yıkılmaz kalelerinin yıkılır, kırılgan, yapay olduğunu, yenilmez sanılan İsrail devletinin yenilebilir olduğunu göstermişti. Ama Siyonist propaganda merkezi, Nakba’nın şiddetini artırmak için bir fırsata çevirmek üzere 7 Ekim’den mağduriyet kampanyası, Hamas terörü efsanesi ve uygar İsrail’in acıklı yalnızlığına karşı savunma hakkı perspektiflerini yarattı. Ekim-Kasım ayları inanılmazdı. İsrail sadece çocukları öldürmüyor, gerçekleri de öldürüyordu. Her bomba bir yalanla beraber salınıyordu. Şifa hastanesi terörist yuvası olmakla suçlanıyor, batıda üniversitelerde “İntifada!” sloganları atanlar antisemitist ilan ediliyordu. 

Nakba’yı kavramak

Nakba’dan söz etmek yasaklanmış, Filistin halkının haklarına vurgu yapmak “İsrail’de ölen sivillere” yapılan vurgunun üstünlüğü altında suçluyu övmek anlamına gelmişti. Nakba’nın ne anlama geldiğini biliyorduk oysa, “Filistinlilerin şiddet kullanılarak yerlerinden edilmeleri, mülksüzleştirilmeleri ve toplumlarının, Filistin kültürünün, kimliklerinin, siyasi haklarının ve ulusal isteklerinin yok edilmesidir.” 

Şimdi 76. yılı yaşanan en uzun soluklu soykırım/yıkım girişiminin adıdır Nakba. Bu kavrayışımız nedeniyle 7 Ekim’i birileri bütünüyle yanlış temellerde ele alırken, bizler hemen şu açıklamayı yapmayı başarabildik: “Elbette bizler de her türlü çatışmada sivillerin öldürülmesinden derin bir üzüntü duyuyoruz ama zulmün kanıksanmasına izin veremeyiz. Zulmün kanıksanması derken, İsrail’in on yıllardır uyguladığı terör politikasıyla sivilleri katletmesinin giderek olağan karşılanmasından ve bu teröre maruz bırakılanların isyanının ahlaki kurallar içinde sürdürülmesine yönelik çağrının ‘tarafsızlık’ iddiasından söz ediyoruz.”

7 Ekim’i, sivillerin öldürülmesiyle ilk kez karşılaşmış gibi şaşkınlıkla değerlendirenler, çoktan tarihin çöp tenekesindeki yerlerini aldılar. 7 Ekim, Nakba’ya bir isyandır. Bunu kavrayanlar, zulmün kanıksanmasına izin vermeyeceklerini net bir şekilde açıklamayı da başarabildiler. 

İsrail hakkındaki mitler

Öncelikli hamlemiz, İsrail hakkındaki mitleri çürütmek için kolları sıvamak oldu. Birinci mit, Filistin’in İsrail devleti kurulmadan önce gelen Siyonistler tarafından işlenen   boş,   kurak,  neredeyse  çöl benzeri bir toprak olarak tasvir edilmesidir. (1)  İkinci efsane içinse şöyle diyor Pappe; “Yahudiler gerçekten de  ‘anavatanlarına’  ‘dönüşlerinde’ mümkün   olan her şekilde   desteklenmeyi hak eden Filistin'in asıl sakinleri miydi?” Üçüncü efsane ise Siyonizmin Yahudilikle eşitlenmesiydi. Böylece, özellikle 7 Ekim’den sonra küresel bir adet haline gelen Siyonizm’e karşıtlığın antisemitizm olarak kodlanması kolayca sağlanabiliyor. Dördüncü efsane “sömürgecilikle Siyonizm arasında” hiçbir bağlantı olmadığı iddiasıdır. Nakba’nın başlamasında Filistinlilerin gönüllü bir şekilde kaçışları teorisinden İsrail’in elinde 1967 yılında savaştan başka hiçbir seçenek olmadığı efsanesine kadar çürütülmesi gereken çokça yalan dikildi karşımıza. Ilan Pappe daha güncel efsanelerin başında İsrail’in demokratik bir devlet olduğu iddiasının geldiğini de söylüyor. Özellikle LGBTİ+ hakları tartışmaları Hamas’ı yerden yere vurmanın aracına evrilirken İsrail’in uygarlığının bir kanıtı olarak öne sürüldü. Oslo barış sürecinin ve esas olarak iki devletli çözümün çözüm olmadığını da bu efsaneler zincirine karşı öne sürmek çok önemliydi. Bir başka efsane ise Gazze Şeridi’nde yaşanan yoksulluğun Hamas’ın doğasından kaynaklandığı yalanıydı.

Bu yalanları ekim ayından beri teker teker çürütüyoruz. Sadece teorik bir tartışmayla değil üstelik, sokakta pratik bir kampanyanın parçası olarak da. 

Bu nedenle, en baştan beri kullandığımız metafor çok açıklayıcı ve İsrail hakkındaki tüm efsaneleri yerle bir ediyor.

Apartheid rejimi

Oysa şu netliğe sahip olmak mümkündü: “Bazen rüzgâr ekenler fırtına biçiyorlar. Filistin direniş güçlerinin eylemlerinin nedeni de bu eylemlerde sivillerin ölmesinin nedeni de direniş güçleri içinde yer alan Hamas diye bir örgütün varlık nedeni de İsrail’in uyguladığı ve Filistin halkını imha eden terör politikalarıdır. İsrail 1948'den bu yana etnik temizlik, sürgün ve cinayet yoluyla apartheid politikaları uyguladı ve emperyalizmin bölgedeki uç karakolu gibi çalıştı.”

Rejimin niteliğini apartheid olarak tanımlayamayınca anlık gelişmelerde Siyonizm’in kanlı bıçağını bileylerken bulabilir insanlar kendilerini. Nitekim hiç beklemediğimiz insanlar bileyciler kervanına katıldı. Ölen siviller nedeniyle Hamas’ı lanetleme yarışında o kadar ileri gittiler ki bir direniş örgütünün varlığı, İsrail’in soykırımcı işgaline sessiz kalmalarına neden oldu. Oysa, sakin kalabilseler, daha bir hafta önce Cenin Mülteci Kampı’nın İsrail tarafından vurulduğunu ve 12 Filistinlinin öldürüldüğünü görebilirlerdi.

Apartheid rejimini görmezden gelenler, iki devletli çözüm tartışmasında utangaç bir şekilde İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğini meşrulaştırırken buldular kendilerini. “Biz Filistin halkının kararına saygılıyız” sözü, Filistin halkı korsan bir devlet ve emperyalist güçler tarafından imha edilirken, nefes almak için acil ateşkes talep ederken hiçbir şey söylememektir. İsrail korsan bir devlettir, iki devletli çözüm Filistin halkını soykırıma hem de tüm soykırımlardan süresi açısından ayrılan bir soykırıma maruz bırakmanın meşrulaştırıcısı haline gelmiştir. İsrail devletinin yıkılmasını ve bu devletin tepeden tırnağa tüm yetkililerinin hesap vermesini talep etmeden söz söyleyenler apertheid rejiminin karakterini kavramaktan uzaktır. Elbette Filistin halkının kararına saygı duyacağız ama iki devletli çözümün çözümsüzlüğünü de anlatmaya ara vermeyeceğiz.

Bilinçlerin derinlerindeki İslamfobisi 

7 Ekim’den sonra bir süre Siyonizm’in geçici hegemonyasıyla mücadele ederken bir sorun da Hamas’ın ele alınışında yaşandı. İslamofobik sağ ve sol analizler ortak bir noktada birleşti ve özellikle Türkiye’de AKP prizmasından geçirilerek ele alınan Gazze tartışması, solun çeşitli kesimleri için utanç verici bir paralize olma durumu yarattı. Geçen sene kasım ayında şunu yazmıştım:

Kendi vatandaşlarını sadece koruyamayan değil, öldüren bir devletin estirdiği 75 yıllık terör, savaş yalanlarıyla el ele ilerliyor.  11 Eylül’ün intikamını almak isteyen ABD Irak’ı, kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle işgal edeceğini söylüyordu. Birleşmiş Milletler silah denetçileri Irak’ta dumanı tüten tek bir silah bulunmadığını söylemelerine rağmen ABD’nin tüm lider kademesi, bu yalanı ısrarla sürdürdüler. Irak’ı yakıp yıkmak için bu yalanı sürekli olarak anlattılar. 7 Ekim’de kafası kesilen İsrailli bebekler yalanı gibi, Şifa hastanesinin Hamas karargahı olduğu yalanı gibi. İsrail’in bu propagandası asla küçümsenemez. Filistin halkıyla dayanışmak, antisemitist olmaya indirgeniyor. Antisemitizmin mucitleri, Naziler, Neonaziler, aşırı sağcılar, göçmen düşmanı ırkçılar Avrupa’da savaş ve işgal karşıtlarını antisemitist olmakla suçluyor. Çünkü bu propagandanın omurgasını, sorunun İsrail’le Hamas arasında bir savaş olduğu fikri oluşturuyor. İnanmamızı istedikleri yalan bu. Bu yalanın çürütülmediği her saniye, Filistin’de bir çocuk ölüyor.

11 Eylül saldırılarından El Kaide’yi sorumlu tutmaktan çok daha ağır bir yanılgı solun Hamas’a dair yaptığı tartışmaların merkezini oluşturuyordu. Devletlerin örgütlere not vermesi gibi muhalif saflarda da hangisi terör örgütü hangisi değil tartışmaları yaşandı ilginç bir şekilde. Ama Hamas sadece terör örgütü olarak değil, AKP’yle bir ve aynı şey olarak da ele alınıyordu. Bu zaman zaman bilinç altında kurulan zincirleme bir bağlantı olarak öne çıkıyor: Hamas-IŞİD-AKP! Bu garip "Bermuda Şeytan Üçgeni", Gazze dayanışmasında muhalefetin ayaklarının titremesine neden oldu. Sadece 31 Mart seçimlerine aşırı bir yoğunlaşma değil, AKP’nin hegemonik olduğu düşünülen bir alanda, “İslamcıların” duyarlı olduğu açık olan bir alanda politik mücadeleye girmemek bir tercih olarak öne çıktı.

Filistin’e Özgürlük Platformu gibi yapıları kıymetli kılan da, muhalif saflarda yaşanan bu kafa karışıklığına net bir yanıt vererek şekillenmiş olması ve aralıksız bir faaliyet sürdürmesidir. Anne Alexander’ın işgalin 6’ncı ayında “Dolayısıyla acil bir görev var: Filistinlilerin yanında duran ve yeni militarizm çağının savaş çığırtkanlarına karşı kitlesel direnişin temelini atan bir hareket inşa etmek” diyerek adlandırdığı hedef ekim ayının başından itibaren durduğu yerde duruyordu. 

AKP’nin yağdanlıkları

DSİP’in hemen 8 Ekim’de Aksa Tufanı’ndan birkaç saat sonra yaptığı açıklama, sadece Nakba’yı kavrayamayanlar ve sivil ölümleri görmezden geldiğimizi düşünenler tarafından değil, görev olarak AKP’nin çarklarının yağlanmasını belirleyen coşkusuz AKP’liler, (kullanmayı sevdiğim tabirle) AKP yağdanlıkları tarafından da eleştirildi. AKP içinde son öncü işçi saf değiştirmeden saray soytarılığına son vermemeye kararlı birileri, Filistin’e Özgürlük Platformu’nun ilk eyleminin Marksist.org’da haberleştirilmesinden, bu haberde kullanılan “Bağımsız-demokratik-laik-birleşik Filistin için Filistin halkıyla dayanışmaya” sloganından yola çıkarak Hamas’a mesafeli bir tutum aldığımızı iddia edecek kadar şuur yitimine uğrayarak, kişisel kabuslarını politika ve teoriyle karıştırmışlardı. Hem sol içinde hem de genel olarak Hamas’ın direnişin liderliğini yapan örgüt olduğunun altını ısrarla çizdiğimiz halde bu türden laiklik tartışması yapanlar sadece Filistin tarihinden değil, Filistin için mücadele eden sosyalistlerin tarihinden de kopuk bir şımarıklık içindeydiler. Örneğin aynı konuda Uluslararası Sosyalizm Akımı’nın da yaptığı açıklama laiklikle ilgili şu vurguyu yapıyordu:

Siyonist yerleşimci sömürge devleti İsrail var olduğu sürece Filistin sorununun çözümü olamaz. Yapısal olarak Filistinlilerin mülksüzleştirilmesine ve baskı altına alınmasına dayanıyor. Onlarla barış içinde bir arada yaşayamaz; ya Filistinlilere karşı sürekli savaşmalı ya da aşırı sağın talep ettiği gibi onları yok etmeli ya da sınır dışı etmelidir. 7 Ekim saldırıları, Siyonizmin tarihi hedefi olan bu devletin, kendi Yahudi vatandaşlarının güvenliğini bile garanti edemediğini gösterdi. İsrail topraklarında ve İşgal Altındaki Topraklarda, Arapların ve Yahudilerin, Müslümanların ve Hıristiyanların eşit haklarla barış içinde bir arada yaşayabileceği laik demokratik bir devlet şeklindeki, Filistin ulusal hareketinin orijinal vizyonunu destekliyoruz.

Aklı başında her insan, Filistin ulusal hareketinin orijinal vizyonunun, İsrail devletinin otokratik niteliğine yönelik sert bir eleştiriyi kapsadığını bilir. Filistin’in özgürlüğünü savunurken laik-demokratik ve birleşik Filistin’i savunmayı Hamas eleştirisi olarak ele almak için Hamas-din-halkın afyonu meselelerinde aşırı sağcı bir pozisyona savrulmak gerekir.  Saray soytarıları, genellikle ‘CHP’lilere benzemeyeceğiz’ derken AKP’nin lider kadrosuna benzemek zorunda kalanlardan oluşur. Burunlarında mandal, Kılıçdaroğlu’na oy vermeye giderken kafalarına kadar AKP foseptiğinde gezinmek elbette Gazze ile dayanışmak için geçerli bir yöntem olamazdı. Kısa sürede, Gazze için dayanışma eylemlerinde yandaş örgütler ön almaya başladı ve sorunu sadece laiklik meselesinden değil, Filistin’in özgürlüğü meselesinden de koparttılar. Arada sırada “Mehmetçik Gazze’ye!” sloganıyla yürüyüş yapan iktidar yandaşı gruplar, hareket içinde antisemitizme ve doğrudan iktidara yönelik eleştiriler keskinleşmeye başlayınca sahneden çekildiler. Bu gruplar, yağdanlık vazifesi gören önemsiz ekipler değil, doğrudan AKP makinesinin parçası olan yapılardı. Sahneden çekilişleri çok hızlı oldu.

AKP yağdanlıkları, dişlileri ve katettiğimiz yol

Tıpkı göçmen krizinde olduğu gibi Gazze konusunda da sağcı bir eğilim, Erdoğan iktidarının olumlu bir politik pozisyon aldığını düşünüyor. Gerçekten olumlu bir politik pozisyon aldığından değil, AKP’nin olumlu bir politik pozisyon alma eğilimine tutkuyla bağlı olduklarından böyle düşünüyorlar. Bu o kadar berbat bir tutku ki Türkiye’de göçmen düşmanlığının faturasını yalnızca Ümit Özdağ ya da Tanju Özcan’a kesince göçmenlerin haklarını savunmuş oldukları için gönülleri ferah oluveriyor. Oysa bu memlekette kuşların uçuş güzergahını bile Recep Tayyip Erdoğan tayin ediyor. Göçmenlerin, Geri Gönderme Merkezleri’nde yaşadığı her sorunun sorumlusu, daha da önemlisi, göçmenlere yönelik cinayet ve pogrom girişimlerinin doğrudan örgütleyiciliğini yapanların cesaretlerinin kaynağı da bu iktidardır. 

İlerleyen bölümlerde biraz daha açacağım gibi, Gazze konusunda iktidarın olumlu bir tutum alabileceği yönündeki inancın hiçbir gerçek nedeni yok. Bu bir inanç. Bu, Pappe’nin İsrail hakkındaki 10 efsaneyi çürüttüğü gibi çürütmemiz gereken bir efsane. 

AKP’nin Gazze konusundaki tutumuna dair mitler bezdirici hale geldi. Hâlâ insanlar Erdoğan’ın (Güney Afrika) Lahey sürecinin parçası olduğuna inanıyor. Evet, inanç bu yönde. Türkiye’nin İsrail’in soykırım suçundan yargılandığı uluslararası davanın aktif bir parçası olduğunu düşünülüyor. Oysa değil! Ortada sadece bir niyet beyanı var. Bu beyandan sonra aradan haftalar geçti ve İsrail’in soykırımı tüm vahşetiyle sürüyor. Ama insanlar inanmak istiyor. AKP, İsrail’e mutlaka haddini bildirecektir diye düşünmek istiyor. 

Gerçek ise inançlardan çok daha acıklı bir manzara çiziyor. Gerçek, Filistinli Nabel Hassan’dır. Haksız bir şekilde gözaltına alınıp polis tarafından dövülen ve hapishanede ölen Filistinli genç... Bu gencin babası Erdoğan’a bir mektup yazdı, mektuptan öğreniyoruz ki Nabel Hassan 10 yıl boyunca İsrail zindanlarında ıstırap çeken babasının kaderini paylaşmamak için Türkiye’ye kaçan bir gençmiş.  

Şunu gururla söyleyebiliriz ki, biz Gazze için sokaklara çıkan on binlerce insan, AKP hakkındaki illüzyonları hızla paramparça ettik. Ama bunlar kökleri derinlerde olan illüzyonlar, sürekli olarak gündemde tutulup eleştirilmezse yeniden devreye girmesi, insanları ikna etmesi mümkün olan fikirler. Bu yüzden son 8 ayda sergilediğimiz başarılı, yüksek propaganda gücüne dayalı Gazze’yle dayanışma eylemlerimize hiç ara vermeden devam etmeliyiz. 

Bunun için hangi aşamalardan geçtiğimizi hatırlamakta fayda var. İkinci yazıda henüz katliamı durduramasak da Siyonist propagandanın gücünü nasıl darmadağın ettiğimizi ve küresel Gazze dayanışmasının politik üstünlüğünü de tartışmaya çalışacağım.

1) Pappe, Ilan, Tne Mhyts About Israel.

Bültene kayıt ol