Lukaşenko’nun üç hatası

27.08.2020 - 14:39
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Belarus’ta 26 yıldır, evet 26 yıldır devlet başkanlığı yapan Lukaşenko, en son elinde silahla görüntülendi. O sırada, şehrin meydanında Belarus tarihinin en büyük eylemi gerçekleşiyordu. Lukaşenko tarafından yasadışı ilan edilen eyleme 250 bin kişi katılmıştı. 9,5 milyonluk bir nüfusun olduğu ülkede 250 bin kişilik miting, İstanbul’da bir meydanda 2 milyon kişi toparlanmak gibi etkileyici. Lukaşenko, helikopterle geldiği başkanlık sarayının önünde elinde silahla pozlar verirken, en büyük hatasını yaptığının farkında değildi.

Lukaşenko dökülürken

Bu hatadan önce yaptığı bir başka büyük hata, seçimlere hile karıştırmaktı. Diktatörlük, gerçeklik algısını çarpıtmayı, halka sürekli yalan söylemeyi gerektiren bir yönetim tarzı çok açık ki ve farkında değiller ama diktatörler zamanla söyledikleri yalanlara inanmaya başlıyorlar. Bir aşamadan sonra inanılıp inanılmaması umurlarında olmuyor ve gerçeklerden kopuk bir siyasal yaşam sürmeye başlıyorlar. 26. yılında seçimleri yüzde 80 oranıyla kazandığını ilan etmesi, nedeni ne olursa olsun bir siyasal ölüm perendesiydi ve bu perendeyi atmak zorunda kalmasının nedeni, çok açık ki seçimleri kaybetmiş olmasıydı. İktidarı istediği her çılgınlığı yapabileceği bir sıçrama tahtası olarak görüp gerçeklerle bağını kopartınca, seçimleri ha yüzde 80’le kazandım demişsin ha yüzde 55!

Lukaşenko’nun üçüncü hatası ise işçi sınıfı ve kadınları küçümsemek oldu. Dünyanın otoriter liderler tarafından “idare edilen” bütün ülkelerinde, kadınlar çok özel bir çabayla düşmanlaştırılıyor ve bu gürültü arasında bütün hakları gasp edilmeye çalışılıp şiddetin tüm biçimleri karşısında çaresiz bırakılmaya çalışılıyor. Lukaşenko Mayıs ayında “Bizim anayasamız kadınlara göre değil. Ayrıca bizim toplumumuz, bir kadına oy verebilecek olgunlukta değil. Çünkü anayasamızda devlet başkanı güçlü iktidara sahip. Kadın bizim ülkeyi yönetemez, yönetemeyecek.” diyebildi ve ekledi: “Bizim devlet başkanımız bir erkek olacak, bundan eminim.” Bu arada Belarus’ta bir kadın, aday olmak için gereken 100 bin imzayı toplamaya başlamıştı bile.

Şimdi Belarus’u sallayan eylemlerin içinde devasa bir kadın hareketi belirleyici.

İşçi hareketinin gücü

İşçi hareketinde ise Lukaşenko devlete bağlı Belarus Sendikalar Federasyonu’nu arka bahçesi olarak gördü. 4 milyon üyeli sendika, işçilerin ve üretimin üzerinde, devletin bir denetim aygıtı haline geldi. Üyeleriyle hiçbir ilişkisi olmayan sendika yönetimleri, sürekli Lukaşenko’yu desteklediler. Fakat tarihin çeşitli dönemlerinde defalarca görüldüğü gibi, liderliği en gerici bürokratlardan da oluşsa, yönetimi doğrudan devlet bekçiliği de yapsa, işçi sınıfı bir kere harekete geçtiğinde ne kokuşmuş sendikacıları ne de bu bürokratlar aracılığıyla işçi hareketini sürekli olarak frenleyen devlet yöneticilerini dinliyor. 9 Ağustos’ta Belarus’ta gerçekleşen başkanlık seçimi öncesinde de ama esas olarak seçimlerde hile yapılmasının ardından işçilerin eylemi hareket içerisinde giderek etkisini hissettirmeye başlamıştı.

Bu hatalar Lukaşenko’yu elinde tüfek caka satan bir kabadayı durumuna getirdi. Kabadayılıkla milyonlarca insanı uzun süre yönetmek mümkün değildir ve kabadayılık, toplumun derinlerinde başlayan öfkeyi görmenin, anlamanın önündeki en esaslı engeldir.

İşçi haklarının gasp edilmiş olması, kıdem tazminatı hakkının olmaması, sendikal faaliyetlerin cumhurbaşkanlığınca keyfe keder yasaklanabiliyor olması, grev hakkının kullanılamaması, grevlerin yasa dışı ilan edilmesi ve genel olarak özgürlüklerin baskı altına alınmış olması çok açık ki derinlerde büyük bir öfke biriktirmişti.

Hareket bir kez başladı

Seçimlerden önce bu öfke yavaş yavaş kendisini sokakta ifade etmeye başlamıştı. Yaklaşık üç aydır, Belarus, her biri bir öncekine göre Belarus tarihinin en büyük eylemi olarak değerlendirilen eylemlere tanık oluyor. Gösteriler Haziran ayında başladı. Lukaşenko’nun tutuklama atağı da. Seçimlerde aday olarak öne çıkanlar tutuklandı. Tutuklama, darbeyi püskürtmek olarak meşrulaştırılmaya çalışıldı. 19 Haziran’da ana muhalefet lideri Viktar Babaryka tutuklandı. Tutuklamaya karşı başlayan gösterilere polis acımasızca saldırdı. Svyatlana Tsihanouskaya, Lukaşenko’ya karşı aday olduğunu ilan etti. 30 Temmuz’da düzenlediği gösteriye on binlerce insan katıldı. Lukaşenko’nun beklentisinin tersine aday olmak için gereken 100 bin imzayı toplamayı başardı.

6 Ağustos’ta kocaları tutuklanan üç kadın siyasetçiyi desteklemek için kitleler başkentte bir eylem yaptı. Seçim günü, 9 Ağustos’ta devletin neredeyse olağanüstü hal gibi uyguladığı baskıya rağmen insanlar oy kullandı. Lukaşenko kendi taraftarlarının bile inanmayacağı bir farkla, oyların yüzde 80.23’ünü alarak seçimi kazandığı yalanını söyleyince, Belarus’ta yepyeni bir mücadelenin de fitilini ateşlemiş oldu. Tsikhanouskaya’yı destekleyenler, oylarına sahip çıkmak için tüm büyük şehirlerde sokaklara çıkmaya başladı. Polis plastik mermi, gaz bombası gibi her türlü vahşi yöntemle saldırdı. Ertesi sabah polisin öldürdüğü göstericinin düştüğü yere çiçek bırakmaya gelen insanlar, hala içinden geçtiğimiz büyük mücadele dalgasını da başlattılar. 

12 Ağustos’ta beyazlar giyen kadınların çoğunluğunu oluşturduğu büyük bir eylem gerçekleşti. Minsk Traktör Fabrikası’nda, işçilerin de desteklediği bir diğer mitinge 16 bin kişi katıldı. İşçiler grevlerle, protesto eylemleriyle birleşmeye başladı. Ertesi gün traktör fabrikasına konuşmaya giden Lukaşenko işçiler tarafından yuhalandı. Artık televizyon çalışanları, maden işçileri, çelik işçileri, traktör fabrikası çalışanları, fırın işçileri grevdeydi.

Geçtiğimiz hafta 250 bin kişinin katıldığı dev gösteri, aynı zamanda greve çıkan tüm işçilerin hareketinin de bir parçası.

26 yıldır hikmetinden sual olunmayan diktatör, toplumsal öfke patlamasının birkaç haftasında alaşağı oldu. İşçi sınıfının liderliği, devletin denetimi altında olan sendikalarda örgütlü olan kesimlerin; grevler ve protestolarla, özgürlüğüne, temel insan haklarına ve demokrasiye sahip çıkacak ve siyasal değişimin odağı olacak, belirleyici bir güç olduklarını gösterdi.

Lukaşenko ne yaparsa yapsın, yüzbinlerce insan hep birden haykırdı. “Git!” sloganında olduğu gibi, gitmek zorunda. Elinde tüfek pozları hiçbir diktatörü, kitlelerin kendi kaderlerini belirlemek için sahneye çıktığı anlarda devrilmekten kurtaramamıştır. “Dışarıdan gelen protestocular”, “darbeciler”, “Ben gidersem Belarus batar” gibi açıklamalar, Lukaşenko’nun son çırpınış işaretleri.

Bakılması gereken yer aşağıdan mücadele

Belarus, kitle eylemlerinin, aşağıdan mücadelenin asla yenilemez sanılan diktatörleri birkaç haftada darmadağın ettiğini gösteriyor. Eylemlerin yığınsallığı ordu içinde, polis teşkilatı içinde bölünmeleri derinleştiriyor.  Özdeş Özbay’ın geçen hafta yazdığı gibi, “Polis şiddetine karşı grevlerin başlamasının ardından, üç gündür polis eylemcilere saldırmıyor ve eylemler barışçıl şekilde sürüyor. 26 yıldır fiilen diktatörlüğün yaşandığı Belarus’ta bir haftada gelinen nokta tüm otoriter rejimler için bir tehdit. Ama özgürlük isteyenler için de en kötü koşulların bile birkaç gün içerisinde dağılabildiğini gösteren muazzam bir umut ışığı. Mücadele, kendisini “yenilmez” görenlere sadece birkaç günde geri adım attırıp koltuğunu sallayabiliyor.” (https://marksist.org/icerik/Dunya/14347/Belarusta-mucadele-buyuyor)

Belarus, özgürlüğün teminatının garip parlamenter ittifaklar değil, kadınların geri adım atmayan ve tüm aşağılamaları püskürten, işçilerin her işyerinde potansiyel olarak taşıdıkları gün gibi açık olan mücadele gücü olduğunu gösteriyor. Üstelik Belarus dünyada eylem olan tek ülke değil. Belarus bir eylemler zincirinin halkası olarak görülmek zorunda. Uluslararası Sosyalizm Akımı’nın Belarus’taki eylemlerle dayanışmak için kaleme aldığı metinde söylendiği gibi:

“Belarus'taki mücadele ile dayanışma içinde olduğumuzu belirtmeliyiz. Belarus’ta yaşananlar siyasi ve sosyal değişim talep eden Lübnan, Bolivya, Mali ve Tayland’da da görülen yeni protesto dalgasının bir parçası. Bu mücadele, 2019'da Koronavirüs pandemisi nedeniyle kesintiye uğrayan ancak pandeminin ve buna bağlı ekonomik çöküşün etkisiyle derinleşen şimdi yeniden ortaya çıkan isyan dalgasının hemen arkasından geldi.” (http://internationalsocialists.org/wordpress/2020/08/belarus-and-the-struggle-against-lukashenko/)

Tüm dayanışmamız Belarus’ta direnen işçi sınıfıyla, mücadele eden kadınlarla. Bu dayanışmanın somut hali ise kendi egemen sınıfımıza karşı verdiğimiz mücadele olmak zorundadır. Otoriter liderlerin birbirinden esinlenme ve öğrenmesinden daha çok, ezilenlerin birbirinin mücadelesinden esinlenmesi ve öğrenmesi gerekiyor.

Değişim aşağıdan geliyor. Herkes biraz aşağıya, ezilenlerin dip dalgasını görmek için daha derinlere bakmaya çalışmalı. Orada biriken başka bir şey! Örgütlenmesine yardımcı olmak zorunda olduğumuz bir şey!

Şenol Karakaş

Bültene kayıt ol