Özdeş Özbay, Belarus’ta kitlelerin seçime hile karıştıran yöneticilere karşı başlattıkları isyan dalgasını analiz ediyor.
26 yıldır iktidarda olan Aleksander Lukaşenko’nun yüzde 80 oyla kazandığını iddia ettiği hileli seçimlerin ardından ülkede başlayan protesto gösterileri devam ediyor.
Ülkede seçimlerin yapıldığı Pazar gününden beri her gün eylemler yaşanıyor. Ancak eylemler 13 Ağustos tarihinden beri grevlere doğru evrilmeye başladı ve rejim ilk defa geri adım attı.
Financial Times’ta yer alan bilgiye göre, 13 Ağustos Perşembe günü devlete ait fabrikalarda başladı grevler. Başkent Minsk ve Zhodino’daki traktör fabrikaları, Minsk otomobil fabrikası, yine Minsk’teki metro çalışanları ve otobüs şoförleri greve gitti. Ülkenin Batısında yer alan Grodno’da devlete ait konut şirketinde çalışan işçiler yönetim binasının etrafını çevirerek polis şiddetinin sone erdirilmesini ve yeniden seçimler yapılmasını talep etti. Minsk Traktör Fabrikası işçileri ise “istifa” sloganları attılar.
“Değişim istiyorum”
Devlet televizyonunda çalışan dört program sunucusu istifa etti. Devlet televizyonu önünde buluşan yüzlerce gösterici de 1980’lerin meşhur Sovyet Rock grubu Kino’nun “Değişim İstiyorum” şarkısını marş olarak söylediler.
Reuters haber ajansı, ertesi gün, iktidarın eylemlerde gözaltına aldığı yaklaşık 7 bin kişinin 2 binini serbest bıraktığını açıkladı. Serbest kalan göstericiler içeride yaşadıkları kötü muamele ve işkenceleri sosyal medyadan ve yabancı basın üzerinden anlattılar. Gözaltına alınan göstericilerin aileleri karakolların önünde eylem yapmaya devam ediyor.
Göstericilere yönelik polis şiddeti sonucu şimdiye kadar iki kişi hayatını kaybetti. Çarşamba günü kadınlar beyaz elbiseleriyle ve ellerinde çiçek demetleri taşıyarak gösterilere katılmıştı. Başkan Lukaşenko ise açıkça göstericileri dış güçlerin kuklası olmakla suçluyor.
Cuma günü de grev ve gösteriler devam etti. Yine traktör ve otomobil fabrikalarında işe girmeyi reddeden göstericiler grev çağrısı yaptı. Akşam saatlerinde ise grevci işçiler Minsk meydanında diğer göstericilerle buluştu.
Eylemler hafta sonu da hem Cumartesi, hem Pazar günü devam etti. Pazar günü Lukaşenko tarafları da sokaklara indi. Birkaç bin kişi önünde konuşma yapan Lukaşenko ülkeyi bırakmaya niyeti olmadığını söyledi ama destekçilerine “Reformlar mı istiyorsunuz? Bana ne istediğinizi söyleyin, onları hemen yarın hayata geçireyim” diye seslendi.
Lukaşenko Bağımsızlık Meydanı’nda konuşurken on binlerce muhalif Belarus tarihinin en büyük gösterisinde, bir başka meydanda buluştu. Pazartesi için grev ve gösteri çağrıları yapıldı.
Polis şiddetine karşı grevlerin başlamasının ardından üç gündür polis eylemcilere saldırmıyor ve eylemler barışçıl şekilde sürüyor. 26 yıldır fiilen diktatörlüğün yaşandığı Belarus’ta bir haftada gelinen nokta tüm otoriter rejimler için bir tehdit. Ama özgürlük isteyenler için de en kötü koşulların bile birkaç gün içerisinde dağılabildiğini gösteren muazzam bir umut ışığı. Mücadele, kendisini “yenilmez” görenlere sadece birkaç günde geri adım attırıp koltuğunu sallayabiliyor.
Rusya ile ilişkiler
Lukaşenko liderliğindeki Belarus, 1999’da Rusya ile imzalanan “Birlik Devleti” anlaşmasını uygulamayan ama yine de Rusya’ya oldukça bağımlı bir ülke.
Lukaşenko Cuma günü ülkesine yakın bir noktada gerçekleştirilen NATO tatbikatından kaygı duyduğunu söyledi. Belarus’un güvenliğinin sadece Belarus’u ilgilendirmediği, Rusya’yı da ilgilendirdiğini söyledi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile “Belarus’ta güvenliğin sağlanması için kapsamlı bir yardım sunulması” konusunda anlaşmaya vardıklarını açıkladı.
Bunun üzerine açıklama yapan Putin ise Belarus ile “Birlik Devleti” olduklarını ve NATO’ya karşı ihtiyaç halinde ülkeye askeri yardım yapacaklarını vurguladı.
Stalinizmin Belarus’ta “anti-emperyalizm”den anladığı!
Evrensel gazetesinde yazan Yücel Özdemir son bir haftadır Belarus hakkında analizler kaleme alıyor. Özdemir’in analizleri sosyalistlerin politik olayları açıklarken nasıl ayrıştığını anlatmanın iyi bir örneği çünkü Özdemir analizlerinde egemenlerin nasıl konumlandığına bakıyor sadece. Bu nedenle de şu cümleleri kurabiliyor:
“Denilebilir ki; seçimlerden sonra Belarus’tan ikinci bir Ukrayna yaratmak isteyenlerin planları şimdilik tutmadı.” “AB ve ABD’nin yıllardır fonladığı çeşitli sivil toplum örgütleri üzerinden ülkede “Avrupa’nın son diktatörü”nü devirip “rejim değişikliği” yapmak istediği sır değil.”
Zaten son yazısının başlığı da sokağa inen on binlerin ne istediğine değil arkasında kimin olduğu sorusuna odaklanıyor: “Belarus’taki olayların arkasında batı yok mu?”
Emperyalist bir devletin egemen sınıfının dünya görüşü olan Stalinizm’in gözünden politik olaylara baktığınızda ezilenleri değil hep devletleri ve egemenleri görüyor durumunda bulursunuz kendinizi.
Özdemir’in analizleri hep bir temkinlilik içerse de dünyaya ezilenlerin gözünden bakmadığına şüphe yok. Bir yandan ülkede belli bir hoşnutsuzluğun ve otoriterleşmenin var olduğunu kabul edip öbür yanda Batı emperyalizminin ülkeyi ele geçirmeye çalıştığını söylüyor. Ülkenin Batı emperyalizmine karşı ayakta kaldığını söylerken Rus emperyalizminin etkisine girmekte olduğunu ekliyor.
Yani tıpkı Lukaşenko gibi, onun gözünden bakan, emperyalist kamplar arasında tam bağımsız ve devletçi bir ekonomi modele sahip, anti-emperyalist ve neoliberalizm karşıtı bir devlete duyulan sempatiyi görüyoruz. Bu analizde işçi sınıfının durumu, öfkesi ve mücadelesi yok.
Oysa her bir mücadele ezilenlerin kendine olan güvenlerini kazanmasına, örgütlülüklerinin artmasına ve korku duvarlarının yıkılmasına yol açar. Kimin arkasında olduğundan bağımsız olarak radikalleşme potansiyeli taşır. Bugün “Batı destekli” bir adayı savunmaktan genel bir özgürlük talebine, sokak gösterilerinden grevlere sadece birkaç gün içerisinde evrildi hareket. Ama Özdemir’in yazılarında bunlar yok.
Sosyalistlerin bakması gereken yer ezilenlerin yaşadıkları, hissettikleri ve mücadelesi olmak durumunda. Devletlerin ve egemenlerin yaptıkları ve mücadelesi değil.
(Sosyalist İşçi)