11 koca yıl geçti. Ermeni sosyalist ve gazeteci Hrant Dink, Ermeni olduğu ve Ermenilerin diğer tüm halklarla birlikte kardeşçe yaşayabilecekleri bir Türkiye istediği için katledildi.
Hrant Dink neden öldürüldü, öldürenlerin temel beklentisi neydi? Bu sorulara, siyasi dengelerin değişmesine paralel olarak farklı yanıtlar verenler var. Ama Hrant’ın Arkadaşları ve avukatlarının bu soruya en başından beri verdiği yanıt aynı. Fethiye Çetin bunu bir duruşma sonrası, cinayetin sorumlusunu “Ergenekon’u da aşan bir örgütlenme” olarak tarif etmişti.
Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminde aldıkları rol açığa çıkan Fethullahçı yapının içinde yer alan istihbarat, ordu ve polis teşkilatının unsurları ve AKP iktidara geldiği günden itibaren çeşitli darbe fırsatlarını gündemine almaya çalışan Ergenekoncu yapının elemanları, farklı nedenlerle ama aynı temel güdüyle Hrant Dink’in öldürülmesindeki ana mekanizmayı oluşturdular. Hrant’ın simgelediği, oluşmasında çok büyük katkıları olan “Türkiye’de Ermeniler var, binlerce yıldır vardılar ve var olmaya devam edecekler” düşüncesine tahammül edemeyenler Hrant’ı öldürttü.
5 Nisan 1996 tarihinde ilk sayısı yayımlanan haftalık Agos gazetesi, İstanbul’da Türkçe-Ermenice yayımlanan ilk gazete olarak tarihe geçmişti. Adını “sabanın toprakta açtığı, içine tohumun konulduğu ve bereketin fışkırdığı yer” anlamına gelen Agos deyişinden alan gazete, bu bereket ve ortaklık simgesi ışığında bir yayın politikası benimsemişti. Ana hedefi; Türkiyeli Ermenilerin devlet nezdindeki sorunlarını kendi sesinden dile getirerek geniş kamuoyunun desteğini almak ve Ermeni kültür ve tarihini ana kaynağından Türkiye toplumu ile paylaşmaktı.
Hrant Dink Malatyalıydı. Devlet ve milliyetçi sağ, işte bunu hiç sevmez, Ermenileri ve Rumları İstanbul’da kalmış bir avuç insan topluluğu gibi sunmaya özen gösterir. Hrant ve arkadaşları hem Agos’ta yayınlanan yazılarda hem katıldıkları panellerde bunun tersini ispat ettiler. Ermeniler Anadolu’nun çok eski bir halkıydılar ve hala bu topraklarda yaşıyorlardı.
Hrant 2005 yılında gerçekleşen Ermeni konferansı çağrısında yer alan cümleyi hayata geçirmeye çalışıyordu: “ne soykırım tartışması ne küresel ölçekte Ermeni sorununun çözümünü tartışmak istiyoruz, asıl çözümün… bu ülkenin, bu toplumun insanlarının kafalarında ve yüreklerinde bir netlik, bir gerçeklik ve sahicilik duygusuna ulaşmak olacağı kanısındayız…
Hrant’ın, konferansı sürekli provokasyon amacıyla bölen kadına yönelik, “Evet Hanımefendi, itiraf ediyorum. Ermenilerin bu topraklarda gözü var, ama alıp gitmek için değil, dibine girmek için” sözü tarihe mal oldu.
Suç unsuru taşımadığı bilirkişi raporuyla da belgelenen bir yazısı için olabilecek en çileli yargı sürecini kendisine reva gördüler. Sadece duruşma girişlerinde değil, duruşma salonlarının içinde de linç edilmesine ramak kalışını kayıtsızlıkla, hatta zevkle izlediler.
Hrant öldürülmeden bir hafta önce Agos’ta şöyle yazmıştı: “Birileri karar verdi ve ‘Bu Hrant Dink artık çok olmaya başladı… Ona haddini bildirmek gerek’ diyerek harekete geçti. Kabul ediyorum, kendimi ve Ermeni kimliğimi çok merkeze alan bir iddia bu. (…) Ne var ki benim ruhsal algılamam bu…” Hrant’ın ruh hali buydu.
Ve maalesef kimilerince beklenen, kimilerince de beklenmeyen, beklenmek istenmeyen son, 19 Ocak akşamı Hrant Dink’i buldu. Türkiyelilerin ve Türkiye Ermenilerinin çok ama çok benzer bir kaynaktan geldiğini ispatlayan, bizzat kendisi bu gerçeğin ete kemiğe bürünmüş bir “sağlaması” olan Anadolulu Ermeni aydını öldürüldü. Evet, Hrant hiçbir şey demeden sadece yaşayarak bile “Anadolu’da bir zamanlar Ermeniler vardı” gerçeğinin akıllara kazınmasına vesile oluyordu.
Bu aşamadan sonra çoğu kişinin pek beklemediği, ummadığı bir kalabalık Hrant Dink’e sahip çıktı. Öldürüldüğü gün ve gece Agos’un önünde toplanan binlerce kişi, cenaze günü on binlerce kişiye dönüştü, Şişli’den Yenikapı’ya kadar yan yana dizilen bir irade; bir arada yaşama iradesinin vücuda gelmiş timsali olarak yürüdü. Cinayet her ne kadar ırkçılık tehlikesinin hem ispatı, hem habercisi, hem sonucu, özetle bizzat kendisi olarak boy gösterdiyse de, İstanbul caddelerinde yürüyen yaklaşık 100 bin kişi bu toplumun birilerinin istediği gibi şekillenmediğinin ve şekillenmeyeceğinin ispatı, habercisiydi.
Bu cinayeti planlayan, tetikçileri devşiren, eğiten, yönlendiren, lojistik desteği sunanlar ne planlamış olurlarsa olsunlar, beklediklerini bulamadılar. Buldukları dev bir demokratik öfke patlaması oldu. Yüzbinlerce insan bu katliamı sessiz bir yürüyüşle protesto etti, yüzbinlerce insan sessizce “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” dedi. Hrant Dink’i öldürenler ne beklerse beklesin, tam tersine, 19 Ocak’tan sonra demokratik bir dip dalgası başladı, zaman zaman bu dalga belirleyici oldu.
Öyle ki Hrant Dink’in ölmesinden üç sene sonra, 24 Nisan Ermeni soykırımı anmaları, Taksim Meydanı’nda gerçekleşebildi. 100. yılında Taksim meydanında diasporadan gelen Ermenilerle birlikte soykırım anıldı.
“Ermeni meselesi” diye bir konu olduğunun ve bu konu üzerinde düşünmek gerektiğinin bilincine varıldı. “Ermeni tehciri” meselesi “1915’te ne oldu?” sorusuyla gündeme geldi ve hâlâ gündemde.
İlk defa devletin bu konudaki resmî görüşü, kendini savunma hattı oldu ve bu görüşün alternatifsiz olmadığı anlaşıldı. Artık köşe yazarları, “Konya’daki son Ermeni de gitti” gibi başlıklarla, Anadolu’da yitirilen bir değer olan Ermeni varlığını kabul ediyordu.
“Soykırım da dendi, dünya hâlâ dönüyor, Türkiye hâlâ yerinde duruyor” ibaresini manşet yapan gazeteler oldu. Türkiye’de bağımsız ve eleştirel aklın, Ermeni meselesinin milliyetçi/devletçi çizgiden farklı olarak incelenebildiği görüldü.
Hrant’ın Arkadaşları grubunun başını çektiği ısrar, mahkeme sürecinin yeniden başlamasını da beraberinde getirdi. Neredeyse cinayetin işlendiği günden beri, “Öldür diyenler yargılansın” talebini dile getiren, bu talebin arkasında duran, bazen onlar, bazen binler olup Hrant Dink’in uzattığı barış, kardeşlik ve adalet elini tutmaktan hiç vazgeçmeyen kalabalık, nihayet cinayette dahli ya da ihmali olan kamu görevlilerinin yargılanması sürecini başlattı.
Türkiye’de OHAL koşullarında oldukça zor günler yaşıyoruz. Demokrasi için verdiğimiz o kadar mücadelenin sonunda otoriter baskıcı bir dönemden geçiyoruz. Ama Hrant bize bunları değiştirebileceğimizi gösterdi. Hayatta iken verdiği mücadele sayesinde herkese “Türkiye’de Ermeniler var” dedirtebildi, Cumhurbaşkanı “Ermenilere 1915’te yapılanlar üzücüydü” dedi. Hrant, devlet, sağcılar ne kadar üstüne gelirse gelsin her zaman toplumun ona sahip çıkacağına ve her şeyin değişebileceğine inanmıştı. Bunun için mücadele etmişti. Bu mücadeleyi bir nebze de olsa kazandı.
Biz de aynısını yapmalıyız. 11. Yıldayız. 11 yıl oldu. Bir başka açıdan 103 yıl oldu. Sadece 11 yıllık değil, 103 yıllık adaletsizliğe karşı “Hrant İçin, adalet için” demeye, mücadele etmeye ve kazanacağımıza inanmaya devam edeceğiz.
Yıldız Önen
(Yıldız Önen'in Antikapitalistler ve DurDe tarafından düzenlenen 19 Ocak panelinde yaptığı konuşmanın Adalet Zemini'nin internet sitesinde yayımlanan dökümüdür. Marksist.org'un toplantıyla ilgili haberi için tıklayın.)