Mesud Barzani’nin referandumda kararlı olduğunu ilan etmesiyle sol saflardan ortalığa saçılan itirazlar şovenizmin sol soslu hallerinin Türkiye’de ne kadar yaygın bir “sol” tabana sahip olduğunu da kanıtladı. Hükümet, bağımsızlık referandumuna çok sert bir tepki gösterdi ve bu tepkinin “milli” basıncının uzağına düşmekten korkan CHP, “yerli ve milli” uzlaşmaya balıklama daldı. Milyonlarca insanın hissiyatına tercüman olan Adalet Yürüyüşü’nden geriye kesif bir CHP milliyetçiliği kaldı. Yürüyüşte Ahmet Türk’le yan yana gelmekten çekinmeyen CHP liderliği, Barzani’ye öfke kustu. CHP parti sözcüsü Öztürk Yılmaz “Bölgemizde savaş olmasını istemeyiz ama Barzani’nin bu sorumsuz adımına karşı da sessiz kalınmaması gerekir. Türkiye bugün büyük bir devlettir ve bu coğrafyanın hakimidir.” dedi.
CHP, kamuoyu tarafından en büyük sol parti olarak biliniyor. Bu, solun en büyük partisinin sosyal şoven bir çizgiyi rahatlıkla savunabildiği dolayısıyla bu savunmanın, “bölge hakimiyeti” gibi açıklamalar yapmanın sol bir parti açısından doğal karşılanması gerektiği anlamına geliyor. Hele, CHP’den daha solda görülen partilerin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde gerçekleşecek referanduma keskin bir şekilde, bol bol akıl vererek karşı çıkmaları solun, ezilen bir halka akıl verebileceğinin, o halkın kendi kaderini belirlemek yönünde irade göstermesine sert bir şekilde karşı çıkabileceğinin kanıtı oluyor.
Oysa durum böyle değil.
Şovenizmin solcu maskesi takılarak propagandası yapılan haline sosyal şovenizm denir. CHP’ye ise sosyal şovenist bile demek gerekmez. Kategorik Erdoğan karşıtlığının yarattığı bulanık muhalefet içerisinde ve memleket “radikal solu” nezdinde daima itibar görmesi nedeniyle solcu sanılabilmektedir ama değildir. CHP’nin normali devlet çizgisidir, milliyetçiliktir, Kürtlere sırtını dönmektir, Cumhuriyet mitingleridir. CHP’nin anormali ise Adalet Yürüyüşü, HDP’yle yan yana gelmek, arada sırada Selahattin Demirtaş’ın adını anarak politika yapmaktır.
Olay bütünüyle seküler dünyada cereyan etmektedir: Önce CHP sol ilan edilir, CHP’nin solunda yer alan sol, esasen CHP’ye endeksli politika yapar, CHP’nin solunda olan solun solundaki sol ise CHP’nin solunda olup da CHP’ye endeksli politika yapan solu kazanmaya çalışır sürekli. Kürtlerle birlikte kurulan platformlar en çok Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi referandumunda görüldüğü gibi ilk fırsatta Kürtlere akıl veren bu solu kazanmayı görev olarak önüne koyar. İttifak anlayışının özü, Kürtlere akıl vermeyi solculuk sananların ve kendi egemen sınıflarının milliyetçiliğine karşı çıkmadan antiemperyalist olabileceklerini sananların kazanılmasına çalışmaktır. Arada sırada Gezi direnişi günlerinde olduğu gibi yan yana gelmiş olmak büyük bir başarı olarak sunulur. Bazı alanlarda yan yana gelmek, politik bir ittifakın imkân dâhilinde olduğunu göstermez oysa. Politik bir ittifak, bir birleşik cephe stratejisi etrafında bir araya gelmek için Türkiye’de bazı fay hatlarını, en azından kavrayış düzeyinde, ortaklaşmak lazım. Türkiye’de en azından Kürt sorununun kavranışı, Ermeni soykırımının kavranışı ve askeri darbelerin (örneğin 27 Mayıs darbesinin) kavranışındaki farklılıklar ya da benzerlikler politik bir ittifakın ne kadar mümkün olduğunu da açığa çıkartır. Mesele seküler bir AKP karşıtlığına indirgenirse, Meral Akşener’den, Mustafa Sarıgül’e çok sayıda “dost güç” bulmak mümkün.
Mesele özgürlükçü, antikapitalist kitlesel bir odak inşa etmekse, o vakit her daim hakkaniyet timsali olmayı başaran turnusol kağıdı devreye girecektir. Kürt sorunu işte bu turnusol kağıdıdır. Ezilen bir halka yaklaşım! Üstelik bu halk, bu kez, Türkiye’nin sınırları dışında, Irak sınırları içinde bir referandum yaptı. Ve solcuların solcu mu sosyal şovenist mi olduğunu gösteren bir dizi inci saçıldı ortalığa.
Bir sosyal şovenistle konuşurken her an karşılaşma ihtimalimiz olan inciler şöyle:
1. Kimse ulusların kendi kaderini tayin hakkına doğrudan karşı çıkmaz. Bir sosyal şovenist asla böyle bir şey yapmaz. Elbette “bir halk nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşamalı” der önce. Sonrasında ise “Ama” der, “büyük resme bakınca bu halkın bağımsız yaşaması emperyalist böl-yönet politikalarına ve etnik ve mezhepsel savaşlara yol açacaktır.” Böylece, aslında, “bir halkın nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşamasını” savunmadığını, bu halkın özgürlük talebinin karmaşa yaratacağını söyleyerek kanıtlar. Buradaki kuyruklu yalan şudur: Irak’ta kargaşa yaşanması için Kürdistan referandumunun yapılmasına gerek yoktur zira adı geçen kargaşa, kaos, katliamlar, etnik kapışma 2003 Mart ayında G. W. Bush’un başkomutanı olduğu ordunun Irak’ı işgal etmesinden beri yaşanmaktadır. Barzani’nin “yapacağız” dediği ve sonunda yapılan referandum bölge halkları arasındaki gerilimleri özel olarak ayrıştırmaz. Zaten varolan ayrımlar, hamaset yüklü açıklamalarla bir kez daha altı çizilerek dile getirilir.
2. Sosyal şovenist, ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmak için o ulusun hamlelerinin emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmemesini önemseyen Lenin’den yola çıkarak Irak’ta yaşayan Kürtlerin bağımsızlık referandumuna karşı çıkar. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde yaşanan referandum, nasıl emperyalizmin çıkarlarına tekabül etmektedir sorusunu yanıtlamaz. Kürtlere yönelik, ulusalcıların en başından itibaren dillendirdiği “emperyalizmle sıkı fıkı olmaları” yönünde suçlama, bilinen tüm emperyalist ülkelerin yüzde 80’nin (ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkeler) bağımsızlık referandumuna karşı çıkmasıyla çoktan çürümüş olmasına rağmen bu vurguda ısrar etmek “Kürtler emperyalistlerin kuklası olmadan siyasal statüko elde etme yönünde adım atma yeteneğine sahip olamazlar” demektir. Referandum sonucu, liderliğinden bağımsız olarak Kürtlerin duygularının ve tutkularının yönünü göstermektedir. Kaldı ki eğer Lenin’den söz edilecekse, bir ulusun kendi kaderini tayin hakkını desteklerken bir önemli kriter de kaderini tayin eden ulusun o bölgede yaşayan başka halklara zalimlik yapıp yapmayacağını, o halklar üzerinde egemen ulus kibrinin ürünü olan baskıları uygulayıp uygulamayacağını gözetmek olduğunu da ekleyelim. Bu da klasik destek şablonuna göre sosyal şovenistin değil Kürt halkının lehine işleyen bir öğe olarak öne çıkıyor.
3. Yolda yürürken karşılaşacağımız bir sosyal şoveniste, her şeyden önce, “Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtlerin bağımsızlık referandumundan sana ne” dediğimizde, öfkeli homurdanmalarından anlaşılacaktır ki, o, benzersiz bir devrimci olduğunu düşünmektedir ama ne yazık ki kendi egemen sınıfının milliyetçiliğine karşı olmadan emperyalizme karşı çıkılabileceğini düşünecek kadar Türk milliyetçisidir. Sağcı Türk milliyetçilerinden tek farkı, durumunun farkında olmamasıdır. Egemen ulus kibri bütün davranışlarına sirayet ettiği için, ezilen bir halka akıl vermenin, o halka tepeden bakmak anlamına geldiğini de görememektedir. Ezilen bir halkın kendi gördüğü tehlikeleri görme yeteneği taşımadığını düşünerek o halkın kendi kaderini ellerine almak istemesine doğrudan karşı çıkan sosyal şovenistin kendi egemen sınıfından tek farkı, banka hesabındaki cılızlıktır.
Şenol Karakaş