Yaklaşık iki buçuk sene önce tek bir kurşun atmadan IŞİD’e Musul’u teslim edenler, bugün Musul’a bir operasyon başlattı. Irak devletinin özel harekât güçleri, Peşmerge güçleri, Ninova güçleri, ABD liderliğindeki koalisyonun desteğiyle IŞİD’e saldırmaya başladı. IŞİD hendekler kazıp buralara petrol doldurup ateşe vererek saldırıya geçenlerin işini zorlaştırmaya çalışıyor.
ABD komuta heyeti, "Saldırıya geçen güçlere tüm desteği vermeye hazırız" açıklaması yaptı. Bütün bu gelişmeler sırasında ABD çok zarif bir dil kullanıyor. Örneğin, ABD’nin IŞİD karşıtı uluslararası koalisyonun sözcüsü Brett McGurk, "Bu gece Başbakan İbadi, DEAŞ teröristlerinin elinde geçen iki karanlık yılın ardından Musul'un kurtarılması için büyük operasyonu başlatma emri verdi" diyor, daha da zarifleşerek “Kahraman Iraklı güçlerin, Kürt peşmergelerin ve Ninova gönüllülerinin yolunu Tanrı açık etsin. Bu tarihi operasyonda sizinle birlikte olmaktan gurur duyuyoruz” diye ek yapıyor. Peşmerge ve Irak ordusundan “ortaklarımız, partnerlerimiz” diyerek bahsediyor. Savaşa ortaklarının karar verdiğini söylüyor. Dünyanın en büyük kabadayısı, daha küçük kabadayıların seviyesindeymiş gibi yapıyor. Dünyanın en büyük seri katili, seri katil olmaya ikna ettiklerine eşitiymiş gibi davranıyor.
Musul işgalinin süresi belli değil. Musul’da 10 bin ya da biraz daha fazla IŞİD elemanı olduğu söyleniyor. IŞİD’e karşı harekete geçen güçlerin sayısının yaklaşık 50 bin kişi olduğunu ve Musul’un 1 milyon kişinin yaşadığı, sokakları dar bir kent olduğunu düşünürsek, gerçekten de kanlı bir sürecin başladığını düşünebiliriz. 1 milyonluk bir kentte 10 bin kişilik bir örgütü yıldırmak için, ABD ve Fransa’nın hava bombardımanı yapmasını da eklersek, bazı yorumcuların seslendirdiği gibi büyük bir insanlık krizi Musul’u bekliyor olabilir. Kuşkusuz beklenen sadece insani bir kriz değil. Sadece göç, ölüm, yıkım (Musul Barajı'nın IŞİD tarafından imha edilmesinin tam bir felaket olacağı da söyleniyor) ve hastalıklar değil söz konusu olan, aynı zamanda bir ekolojik yıkım da bekliyor Musul’u.
Musul’da başlayan operasyona ilişkin üç tutmu aynı anda almamız gerekiyor:
1. ABD, sadece başkanlık seçimlerinde önce Obama’nın hanesine bir IŞİD karşıtı başarı madalyası asmak için değil, küresel güçler dengesinde avantajlı konuma gelmek için Musul operasyonunda ısrarcı oldu. ABD, Musul’da yerel güçlerle harekete geçerken, Rusya da Suriye'deki Hmeymim askeri hava üssünü herhangi bir zaman süre kısıtlaması olmadan, istediği kadar yıl kullanabilmek için adım attı ve bir yandan da Halep’i bombalamaya devam etti.
2. Hegemonya krizini Musul ve Suriye’de dengelemeye çalışan tüm emperyalist ülkelerin işgalci, militarist politikalarına karşı, küresel bir savaş karşıtı çağrının şimdi tam zamanı. IŞİD, canı isteyenin canını istediği bölgeyi bombalamasının gerekçesine dönüştü. IŞİD’i geriletecek ve sonsuza kadar yenecek olan, aralarında her düzeyde ve her adımda derinleşen bir kriz yaşan ABD bloğu ve Rusya bloğunun işgalci politikaları değil. IŞİD’i geriletecek olan, Irak ve Suriye halklarının kendi kaderini tayin hakkını ve eşit koşullarda kardeşliğini garanti altına alan bir iklimin yaratılması. Bu, aynı zamanda mezhepçiliği ve mezhep savaşlarını kışkırtan emperyalist güçlerin savaş politikalarına son verilmesini savunmak anlamına geliyor.
3. Ve son yaklaşım ise, Türkiye’nin herhangi bir bölge ülkesine “yerli-milli ve sünni” bir askeri müdahalede bulunmasına karşı çıkmak. Her nasılsa Türkiye’de merkez, yandaş, şu ya da bu; demokratik ve sol basın kuruluşları dışında medya doğal bir savaş tamtamcısı. Türk devleti daha herhangi bir savaşa girmeden, Türk medyası savaşa girilmiş de zafer kazanılmış gibi davranıyor. Gönüllü savaş muhabiri değil, bizzat savaşan muhabir gibi davranmak bu medyaya özgü. Musul operasyonuna Türkiye’nin dahil edilmemesi, savaş isteyen medya tarafından “Irak’ta Türkiyesiz her senaryo çöker” başlığıyla verildi. Irak’ta Türkiyeli-Türkiyesiz her savaş senaryosu çökmeye mahkûmdur. Saddam rejimini hedefleyen 2003 Irak işgali hiçbir şeyi değil, sadece bunu kanıtladı.
Türkiye, bölgede barışı savunmalı. Hiçbir halkı, etnik grubu, dini topluluğu kayırmamalı. Tüm bölgede barışı ve sadece barışı savunan bir politikayı dış politikasının ekseni haline getirmeli. "410 bin Türkmen’i korumak için gerekirse Telafer’e girerim" gibi açıklamalar yapmamalı. Bu politikaların sonu, eşine rastlanmayan bir felaket olmaya mahkûmdur.
Savaş karşıtları bu yönde bir politik hattı savunmalı.
Şenol Karakaş