10 Ekim mitingi IŞİD tarafından kana bulanalı bir yılı geçti. 107 kişi öldü bu mitingde.
Bir çoğumuz oradaydık, otobüslerle, arabalarla miting alanına heyecanla koşturmuştuk. Daha mitingin başındaydık, kortejler yeni yeni oluşuyordu ve yürüyüş yeni yeni başlıyordu. Bizler, DSİP üyeleri ve Antikapitalistler aktivistleri, “Oyumuz umuda” bildirileri dağıtıyorduk. 1 Kasım seçimlerinin 7 Haziran seçimlerinin yarattığı umudu sürdürmesi için yaygın bir kampanya örgütlemeye çalışıyorduk. Bir çok yoldaşımız tam HDP kortejinin civarında, bazı yoldaşlarımız HDP kortejinin içindeydi. Patlama beklenmedikti. Şok ediciydi. Bir barış mitingi, mezarlığa çevrilmişti. Devletin izleme aparatlarına takılan iki IŞİD üyesi, ellerini kollarını sallaya sallaya, arama noktalarından geçerek, sabah bir güzel de kahvaltılarını yaparak, merkezi bir planlamayla tam da HDP kortejinin olduğu yerde kendilerini patlatmışlardı.
Devlet, hükümet, kolluk kuvvetleri, ifade ve gösteri hürriyetlerini kullanan insanların güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Devlet, zaten radarına yakalanmış katillerin 10 Ekim mitinginde katliam yapmasını engelleyemediği için, ama aynı zamanda bundan hicap duymadığı için sorumludur. Katliam sonrası yapılan açıklamalar, “Kokteyl terör” diyerek olayı IŞİD dışı örgütlere yayma girişimi bu sorumluluğu daha da ağırlaştırıyor.
Patlamanın ardından yaralarını sarmaya çalışan insanlar, sadece devletin o soğuk yüzünü görmekle kalmadılar, insanların ne kadar sağa kayabileceğini ve bunu yaparken bir arada yaşamak için gerekli olan en yaygın kolektif değerleri nasıl iğdiş edebileceğini de görmüş olduk. Arkadaşlarımız yerlerdeyken ve yerler kan revan içindeyken, oturdukları yerden HDP’nin kendi kendisini bombaladığını yazabilecek kadar vicdanını soğutmuş insanların olduğunu gördük. Bu, her vesileyle kutuplaşan Türkiye siyaset sahnesini daha derinden kutuplaştırdı.
Ankara mitingine katılanlar, barış istemek için, çözüm sürecinin bozulmasının bedelini hep beraber çok pahalı bir şekilde ödediğimizin görülmesi nedeniyle, onbinlerce emekçi hep beraber bağırdığında savaş tamtamlarını çalanların elinin zayıflayacağını bilerek yer almışlardı mitingde. Bu insanlar, bizler, patlamadan sonra bile, hemen o anda, “barış kazanacak”, “barışı engelleyemeyeceksiniz” mesajlarını vermiştik. 10 Ekim’den beri ölü sayısı sürekli artıyor. Patlamalar, bombalar, şiddeti çağıran sesler kulakları tırmalıyor. Biz, hem de 10 Ekim’de verdiğimiz sözü tutacağız. Kürt sorunu, devlet açısından Suriye’de bir ölüm kalım meselesi olarak algılanan gelişmeler ne olursa olsun, savaş, şiddet, tutuklama, yok etme politikalarıyla çözülemez. Sivil siyasetçilerin öldürülmeye başladığı bugünlerde 10 Ekim’de verdiğimiz sözü yerine getirmek acil bir önem taşıyor. Barışın kazanması için varımızı yoğumuzu ortaya koymanın bugün tam zamanıdır. ABD’nin Irak işgaline karşı çıktığımız günlerde haykırdığımız gibi: “Şimdi değilse ne zaman? Biz değilse kim?”
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)