Gözler 1 Nisan'da: Ne yapmalıyız?

07.03.2024 - 12:37
Volkan Akyıldırım
Haberi paylaş

Yerel seçimler sonrasında bizleri daha da zorlu ekonomik koşulların bekleyeceği neredeyse genel bir kabul haline geldi. 

Rejimin son ekonomi yönetiminin başındaki Mehmet Şimşek bunu açıkça söylemişti. Son olarak yıl boyunca yüksek enflasyon yaşanacağını da itiraf etti. Bize yıllardır söylenen ise bunun tam tersiydi.

Yüksek enflasyon

Şubat ayı enflasyon verileri malumun ilamı oldu.

TÜİK’e göre, tüketici fiyatlarının artış hızı bir önceki aya oranla yüzde 4,53 olarak gerçekleşti.

Aylık enflasyona dair, devletin resmi hesaplaması ilk kez bağımsız akademisyenlerin hesaplamasını geride bıraktı.

Enflasyon Araştırmaları Grubu’na göre, Şubat’ta artış 4,32 oldu. Yıllık enflasyon ise yüzde 121,98’e çıktı – ki bu yıllık hesaplama, son dönemde espri konusu olan, açıklanan enflasyon ile hissedilen enflasyon arasındaki farkı da ortaya koydu.

Hayat pahalılığı

Enflasyon, doğal bir olgu değil, kapitalistlerin servete el koymak için izlediği bilinçli bir politikadır. 

Veriler ise bize, gerçek hayatta alım gücümüzün zorlaşması olarak döner.

Türk-İş’in Ankara’daki tüketici fiyatlarını baz alarak yaptığı Şubat Ayı Açlık ve Yoksulluk Sınırı araştırması acı gerçekleri ortaya koyuyor.

► Şubat ayında açlık sınırı 16 bin 257 liraya yükseldi. 

4 kişilik bir işçi ailesinin zorunlu gıda harcamaları Ocak’ta 15 bin 48 lira olarak hesaplanmıştı. Zam dalgası ile birlikte gıda harcamalarındaki fiyat artışı yüzde 8,03 oranında gerçekleşti. Son 12 aylık dönem itibarıyla değişim oranı yüzde 72,49 oldu.

► Yoksulluk sınırı ise 53 bin liraya yaklaştı. 

Gıda ile giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarına denk gelen bu rakam, 49 bin 19 liradan 52 bin 955 liraya yükseldi.

► Bekâr bir işçinin yaşama maliyeti 21,189 TL’ye çıktı.

Milyonlarca çalışanın yaşadığı İstanbul’da durum daha da vahimken, alım gücündeki bu düşüş en ücra yerlerde de yaşanan bir olgudur.

İşsizlik

DİSK-AR’ın TÜİK verilerine dayanarak hazırladığı İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu (Şubat 2024), geniş tanımlı işsizliğin bir yılda 1 milyon kişi arttığını ortaya koydu:

“Aralık 2022’de 8,1 milyon olan geniş tanımlı işsiz sayısı Kasım 2023’te 8,7 milyon ve Aralık 2023’te ise 9,7 milyon olarak gerçekleşti. Geniş tanımlı işsiz sayısındaki bu artışın sebebi zamana bağlı eksik istihdam ve ümitsizleri, iş aramayıp çalışmaya hazır olanları, iş arayan ancak hemen çalışmaya başlayamayacak olanları kapsayan potansiyel işgücü sayısındaki artıştır.”

Ekonomi büyüyor ama

İktisatçı Mahfi Eğilmez’in aktardığına göre, “TÜİK’in açıklamalarına göre 2023 yılında yüzde 4,5 oranında büyümüş olan Türkiye’nin GSYH’si 26,3 trilyon TL’ye (1.119 milyar dolara), kişi başına geliri de 307.950 TL’ye (13.110 dolara) yükselmiş görünüyor.”

Eğilmez şunu da ekliyor:

“Enflasyonun çok yüksek olduğu ve kurun baskılandığı ekonomilerde GSYH ve kişi başına gelir artışları gerçeği yansıtmıyor, bu yüksek artışlar bir illüzyondan ibaret.”

Sermaye büyüyor. Şirket ve banka kârlarına bakıldığında tırmanış var. Fakat bu kârların kaynağı esas olarak şunlardır:

► İşçilere ve emekçilere düşük ücret dayatması,

► İşsizlik tehdidi ile belirlenen yaygın emek sömürüsü,

► Patronların aç gözlülüğü sonucu yeni yatırım ve istihdam artışı yapılmaması. Az sayıda işçiye çok iş yaptırılması.

Bütün bunlar kendi kendine olmuyor. Rejimin bilinçli ekonomik tercihleri sonucunda yaşanıyor.

1 Nisan’dan sonra bizi bekleyen

Mehmet Şimşek, durmadan tasarruftan bahsediyor. Ancak yüksek bürokrasinin, siyasi elitlerin ayrıcalıklarına dokunan bir uygulama yok. Aksine Varlık Fonu’ndan başlayarak tüm kamu kurumlarında en tepedekileri ihya etme politikası var ve buna tam gaz devam ediliyor.

Devlet gelirleri ve harcamaların faturası ise, fahiş vergilerle emekçi sınıflara ödetiliyor.

Kemer sıkmanın bir yüzü adaletsiz vergi sistemiyse diğer yüzü de kamu çalışanı maaşlarının ve emekli aylıklarının 2024 yılı boyunca artırılmayacağı gerçeğidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, emekli maaşlarında bir iyileştirme yapmayacaklarını duyurdu. Yılda iki kez verilen bayram ikramiyesi, 2 bin liradan 3 bin liraya çıkarıldı. 

Temmuz ayında yapılacak asgari ücret ara zammı uygulamasının kaldırıldığı ise daha önce dile getirilmişti. Kamu çalışanlarının ek zam talebi de görmezden gelindi.

Bu politikalar özel sektörde, çoğunluğu sendikasız olan milyonlarca işçinin durumunu da belirliyor.

Mücadelenin eksikliği

Rejimin sermaye yanlısı tercih ve uygulamaları nasıl bir iradeyi temsil ediyorsa, karşısında esas olarak sendikaların vermesi gereken tepkinin yani mücadelenin yokluğu da bir iradesizliktir.

Sendikalı birçok işçi sendikalarından şikayetçi. Sendikaların örgütlenme çabasına girmediği çeşitli işkollarındaki işçiler, kendi taban örgütlenmelerini kuruyor. Özellikle belediyelerde görüldüğü gibi, işçiler aralarında birleşip, fiili grevler yapıyor.

Bir diğer eğilim ise çok sayıda bağımsız, işyeriyle sınırlı sendikanın kurulması. Fakat bu dalganın pek bir işe yaramadığı, özellikle sağlık işkolunda görülebilir. Bir sürü sendika var, ancak tek başlarına bir şey kazanabilmeleri mümkün değil: Kazanmak için birleşik harekete ihtiyaçları var.

Doğru olan, her düzeyde birleşik mücadelenin inşasıdır.

Şimdi uzakta kaldı fakat özellikle 1990’ların ikinci yarısından 2001 ekonomik krizine kadar olan dönemde bir Emek Platformu gerçeği yaşandı. Farklı konfederasyon ve emek meslek örgütleri, işçilerin ortak talepleri için birleşti. Bu hareket, sağcı sermaye yanlısı hükümetleri devirdi ve o dönem revaçta olan IMF programlarına son verebildi. 

Yine bir Emek Platformu kurulmalı. Sendikacılara kalsa, aralarındaki rekabet gereği buna yanaşmazlar. Sendikaları birleşik mücadeleye zorlayacak olan güç ise tabandan gelecek bir baskıdır. İşyeri örgütlenmeleri güçlenir ve bir araya gelirse bunun önünde kimse duramaz. Sendikalı örgütlü azınlık birlikte mücadeleye girişirse, sendikasız çoğunluğun katılmasını da sağlar. 

1 Nisan’a bakıp kara kara düşünmek yerine kolları sıvamalıyız. 

Sosyalist işçilerin, sendika aktivistlerinin, mücadeleden yana olan sendika şubelerinin kol kola girip harekete geçmesinin zamanı geliyor.

Dört yıl boyunca seçim yok. Sandığa değil mücadeleye bakmalıyız.

Volkan Akyıldırım

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol