İliç’te yaşanan maden felaketi göstere göstere geldi. Adına “hafriyatçılık” da denilen, birçok ülkede yasaklanmış, Türkiye’de de yasaklı olması gerekirken Danıştay’ın verdiği karara rağmen başlatılan bir yöntemin beklenen sonucuydu. Bekleniyordu, çünkü liçli madenciliğin istenmeyen sonuçları diye bir şey olduğu söylenemez; bilakis bu kirliliği üretebildiği için kârlı bir iş modeli. Ve Türkiye’de, İliç’teki maden dışında, hemen kapatılması gereken 20 maden daha var!
Hafriyatı makinelerin yaptığı, işçilerinse güvencesiz, düşük ücretlerle çalıştırıldığı bu endüstri arazilerin altını üstüne getirirken asitlere ve olağanüstü sıcaklıklara ulaştıran ısıtıcı süreçlere başvuruyor. Tehlikeli kimyasallarla dolu bir yığın biriktirmenin yanı sıra bir de inanılmaz miktarlara ulaşan kirletici atıklarını çevrelerine –genellikle yakınlardaki nehirlere– boşaltıyorlar.
Toprak değil; 257 metre yüksekliğinde zehirli yığın
İliç'te bu işlemlerden geriye kalan 20 milyon metreküp siyanürlü liç yığınında bir göçük meydana geldi.
Karadeniz Teknik Üniversitesi araştırmacılarının madende yaptığı inceleme, kayan yığının “kontrol edilebilir” seviyenin sınırlarını aşmış olduğunu gösterdi. Prof. Dr. Hakan Ersoy’un ifadesiyle; “Dünya literatüründe maksimum 150 metre olan ‘liç yığını’nın burada 257 metreye ulaştığı” tespit edildi. Çökeceği ortada olan bu yığın “üretim sahasındaki patlatmalara çok yakın bir noktada” bulunuyordu.
Bunca zehirli kimyasalın çevreye yayılmaması, yeraltı sularına ve Fırat’a ulaşmaması mümkün mü? Türk Tabipleri Birliği’nden Dr. Ahmet Soysal, “Sonuçları öyle birkaç günde, ayda, yılda ortadan kalkmayacak. Uluslararası boyutta bir sorun haline gelecek” diyor; “Kısa bir süre sonra yapılan ölçümlerde gerek toprak ölçümlerinde gerekse yeraltı ve yerüstü su ölçümlerinde bunlar tespit edilecek. Çok geniş bir coğrafyada…”
Facianın başlıca sorumlularından Anagold Madencilik altı farklı noktadan alınan yüzey suyu numunelerinin temiz çıktığını söylüyor ama önceki yıllarda birçok öldürücü kimyasalda eşik değerlerin üzerine çıkmış bir şirketten bahsediyoruz ve numunelerin nereden alındığı, hangi kimyasalların değerlendirildiği bile belli değil – siyanürden daha tehlikeli maddeler de yayılıyor. Dolayısıyla sadece siyanür değerlerini mi paylaşıyorlar yoksa örneğin arsenik değerlerine de baktılar mı? Çevredeki tüm yeraltı sularından ve topraktan da numune toplamaları ve bu siyanürün bir kısmı hidrojen siyanür olarak buharlaşırken düzenli hava ölçümleri yapmaları gerekirken bunları niye yapmadılar?
Son derece büyük bir bölgeyi çevresel tahribata sürükleyeceği açık olan bu felaketin ardından yapılacak ölçümlerin olayın faili tarafından değil, uluslararası bağımsız bir araştırma grubu tarafından yapılması gerekir.
Basit güvenlik önlemlerini dahi almadılar
Felakette 9 işçi göçük altında kaldı. Arama çalışmalarına maske ve eldiven verilmeden gönderilen işçiler ise bu zehirli yığını küreklerle kaldırmaya çalışıyordu.
Bağımsız Maden İş’in paylaştığı gözlem raporu, şirketin basit koruyucu önlemleri dahi almadığını gösteriyor ve şöyle devam ediyor; “Acil durum planı devreye sokulmamış, işçilerin alandan uzaklaşmasını sağlayacak siren çalma vb. çok temel yollar dahi kullanılmamıştır.”
Yıkıp dökerken sırıtan adam: Murat Kurum
Maden için verilen ÇED olumlu kararının ardından başlatılan mücadelede çevresel toprağı ve suyu zehirleyecekleri söylenerek birçok dava açıldı. Ancak mahkeme bu davaları reddetti.
İlk ÇED olumlu raporunu 2014 ve 2021’deki yeni ÇED raporlarıyla gerçekleştirilen iki kapasite artırımı takip etti. Murat Kurum'un yönetimindeki Bakanlık, toprak kayması riski bulunmadığına dair bir onay verdi.
Madendeki ilk siyanür sızıntısı 2021'de meydana geldi. Sülfürik asit ve siyanür Fırat Nehri’ne ulaştı. Maden üç ay sonra tekrar faal duruma getirildi, 2023’te bir kapasite artırımı başvurusu daha yapıldı. Erzincan Valiliği bu başvuruya "ÇED gerekli değil" yanıtını verdi, saha yine büyütüldü. Sonra da şirketin yüzlerce milyonluk vergi borçlarını sildiler.
SSR Madencilik CEO’su E. Dowling’in ifadesiyle “Dünyanın en ucuz, düşük maliyetli altın madeni” olma hedeflerinde ilerlerken olağanüstü seviyelerde kâr etmelerini sağlayan iki avantaja sahipler; düşük ücretli işçi çalıştırıyor, kirlilik üretme izni alıyorlar. İzni alan da veren de cebini dolduruyor. Ana hissedar SSR Madencilik, Türkiyeli ortak Çalık Holding ve Murat Kurum başta olmak üzere tüm ‘yerli ve milli’ destekçileri tam olarak bu nedenle, Türkiye’deki altın üretimini yüzde 100 artırmak istiyor!
Altı kişi ‘felaketin suçluları’ gibi tutuklansa da asıl suçlular hain planlarına devam ediyor. TBMM’de görüşülmesi tasarlanan torba yasa da bunun göstergesi: Şirketlere maden işletmek için rapora bile ihtiyaç duymayacakları, ruhsatsız üretim izni alabilecekleri bir gelecek vadetmeye hazırlanıyorlar.
Tuna Emren
(Sosyalist İşçi)