Uzun süredir vurgulamaya çalışıyoruz, bir yandan muhalefetin seçim yenilgisi bir olgu olarak karşımızda. Ama öte yandan iktidar karşıtı çok yönlü öfke ortadan kaybolmuş değil. Tersine bu öfke derinleşiyor. Muhalefetin paralize olması ve seçimin ardından solun çıkarttığı yanlış dersler, örneğin önümüzdeki dönemin görevinin cumhuriyetçilerle-sosyalistlerin ittifakını inşa etmek olarak kodlayanlar yaptığı gibi, iktidar karşıtı öfkenin daha da yaygınlaşması açısından engel teşkil ediyor. Yaygınlaşmayı engellemese bile öfkenin birleşik bir karakter kazanarak sokaklara taşması açısından sönümlendirici bir etkisi oluyor.
Muhalefetin krizi, bizim açımızdan özellikle Kürt hareketinin tartışmaları şeklinde öne çıkıyor.
Kürt halkıyla dayanışmaya
YSP kongresini 15 Ekim’de gerçekleştirecek. Hareket içerisinde geniş çaplı tartımalar yaşanıyor. 4 günlük HDP konferansı bu tartışmalarla geçti.
Kürt hareketi ve HDP bileşenleri yol haritasını belirlerken bu kafa karışıklıklarının aşılması çok kritik bir öneme sahip. Kafa karışıklığı uzun bir süredir devletin dozu hiç azalmayan baskıyla birleşince parti organları ve partinin tümünde bir boşluk oluşuyor. Kürt “hareketi” seçimlerden ve yaşanan tartışmalardan HDK’da cisimleşen ittifakın önemli olduğu, parlamentarizmin çok önemli olmadığı, bu açıdan parti profilinin de çok önemli olmadığı gibi sonuçlar çıkartıyor. Parlamentarizmin çok önemli olmadığı vurgusuyla önümüzdeki dönemin konferans sırasında da sık sık vurgulandığı gibi tecridin kaldırılması mücadelenin temel taktiklerinden birisi haline getirmek yönündeki eğilim elele gidiyor.
HDP içinde kaybedilen oyların nasıl toparlanacağına dair tartışma uzun bir süre devam edecek.
Batıdan bu kampanyaya destek yasal nedenlerle ne kadar güçlü inşa edilebilir, hep beraber göreceğiz ama ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı bir mücadele Kürt hareketine tam anlamıyla etkili bir destek anlamına gelecek.
Seçime kilitlenme merakı
Hangi konu tartışılırsa tartışılsın, ana muhalefet de sol muhalefet de tartışmayı hızla yerel seçimlere getiriyor. Biz mücadeleden söz ederken, mücadelenin öneminden bahsederken, “Ne yani, İmamoğlu-Yavaş-Soyer’e oy vermeyecek misiniz?” tartışmalarıyla aktivistleri köşe sıkıştırma hamleleri bu seçimden aylar öncesinden de hızla devreye sokuldu.
Bu sefer bizleri köşeye sıkıştırmaya çalışanları, biz köşeye sıkıştırmalıyız. Mücadele sürecinden kopartılmış bir seçimin kaybedilmeye ve moralsizlikle sonuçlanmaya mahkum olduğunu anlatmalıyız. Bu yüzden seçimden çok daha önemli olan mücadele alanlarının altını çizmek gerekiyor:
1. Yoksulluk: Bu iktidar, görülmemiş bir ekonomik saldırganlığa hazırlanıyor. Bunun iki göstergesi var. Birisi enflasyon ve ücret zammına dair Ekonomi Bakanı Şimşek’in yaptığı vahim açıklama. Şimşek, “bundan böyle memur maaşlarını enflasyon hedefine göre belirleyeceğiz.” dedi. Devlet, bu iktidar yıllardır enflasyon hedefini yüzde 5 olarak belirliyor. Yani ekonomi bakanı iktidarın enflasyon tahmininden farklı bir şeyden söz ediyor. Enflasyon tahmini 2024 için yüzde 33. Bu da gerçek enflasyonun çok altında ama enflasyon hedefi her sene yüzde 5. Bu, yoksulları kelimenin tam anlamıyla açlığa itmek anlamına gelecek.
Bir yandan da iktidarın Orta Vadeli Programı tam bir işçi düşmanı program gibi. DİSK’in açıkladığı gibi “Orta Vadeli Program'a göre hem asgari ücret hem de emekli aylıkları yılın ikinci altı ayı için planlanan enflasyonun çok altında kalmakta ve ücretler erimeye mahkûm edilmektedir. Orta Vadeli Program'daki 2023 yılı enflasyonu öngörüsü yüzde 65'tir. Buna göre ikinci altı ayda öngörülen enflasyon oranı yüzde 38'dir. Oysa asgari ücret yılın ikinci yarısı için yüzde 34 artmıştı. Emekli aylıklarına ise Temmuz 2023'te iyileştirme ile birlikte yüzde 25'lik bir artış uygulanmıştı. Milyonlarca emekli ise sıfır zam almıştı. Orta Vadeli Program'da ilan edilen enflasyon öngörüsüne göre işçiler ve emekliler gelir kaybına uğramaktadır.”
"Sosyal güvenlik sisteminde kişilerin daha çok istihdamda kalmasını teşvik eden” bir sistemin hayata geçirileceği vurguları, kıdem tazminatını hedef tahtasına oturtması gibi ekonomik saldırı adımları planlanırken, sanki güllük gülistanlık bir ortamda esas sorun 9 ay sonraki yerel seçimlermiş gibi, yine mücadeleyi seçimlerin yüzü suyu hürmetine erteleyenlere inat, “Yoksulluğa DurDe!” diyen bir tartışmayı ve mücadele hattını her önerinin önüne koymak zorundayız. Yoksullukla mücadele yerel seçimlerin konusu değil, sokakta mücadelenin konusudur.
Yerel seçimden sonra memur maaş zamlarının yüzde 5’le sınırlandırılmasına karşı mücadele bugünün konusudur.
2. İklim krizi-ekolojik kriz: Seçimlere ertelenemeyecek bir konu da iklim krizi ve iktidarın bu krizi yoksullar, işçiler, köylüler ve canlı yaşamı aleyhine derinleştiren politikalarıdır. Akbelen, kömür madeni girişimi, başka ormanların katledilmesi, iklim felaketine tedbir almak ve iklim krizinin etkilerini yavaşlatmak için değil sermayeye daha fazla kaynak aktarmak için uygulanan ekonomi politikalar iktidarla mücadelenin neden yerel seçimlere ertelenemeyeceğini gösteriyor.
Akbelen katledilirken sokaklara yüzbinlerce insanın çıkması ve ağaç katliamının engellenmesi sağlanmadan seçim kazanmayı hayal etmek çok ilginç. Milyonlarca insan kesilen her ağaç için öfkelendi, iki şirketin çıkarları için ormanların yağmalanmasına duyulan öfke çok daha yaygın. Akbelen’in Akbelen dışında yaşayan insanlara uzak olmadığını, her yerin Akbelen olduğunu ilan ederek örgütlenen bir mücadele, milyonları içine çekebilecek bir direniş inşa edilmeden seçim başarılarından söz edenler, ezilenleri oyalamaktan başka hiçbir şey yapmıyorlar.
3. Irkçılık ve göçmen düşmanlığı: “Yerli-milli” iktidar ırkçılık ve milliyetçiliği bir silah olarak kullanıyor. Bu açıdan iktidarla aynı ideolojik zeminlere basanlar, milliyetçilik rüzgarıyla yelkenlerini şişirmeye bakıyor. Kılıçdaroğlu iki seçim arasında Ümit Özdağ’la rezil gizli anlaşmaları milliyetçi olduğu için rahatça imzalayabiliyor. Son yıllarda göçmenler bu yerli-milli iktidar ideolojisinin ve ırkçı-milliyetçi ana muhalefet politikalarının ve Özdağ gibi nazi örgütlenmeleri inşa edenlerin ısrarlı politikaları nedeniyle göçmenler sürekli olarak saldırıya maruz kalıyor.
Bu satırlar yazılırken göçmenlerle dayanışmak için örgütlenen bir grupta “İzmir Alsancak Mahallesi'nde 20 yaşında bir Suriyeli sığınmacı genç bıçaklı saldırı nedeniyle hayatını kaybetti , Biraz önce öldürülen gencin ailesiyle iletişime geçtik aile şikayet konusundan korkuyor Diğer taraf ( cani kişinin ailesi ) kendilerini mafya Çetesi olarak tanıtıp aileyi tehdit ediyorlar.” mesajı paylaşıldı. Bu yüzden ırkçılığa karşı ses çıkartmayan ve göçmen düşmanlığına karşı kitlesel bir hareket inşa etmek gibi niyeti olmayanların “Imamoğlu’na oy vermeyecek misiniz?” türünden sorularına prim vermek zorunda değiliz.
Göçmen dayanışması seçimlere ertelenemeyecek en önemli politik mücadele başlığıdır. Üstelik, göçmen düşmanlığı ve milliyetçilik bahsinde doğru tutumu alamayanların bu iktidar karşısında göçmen düşmanlığını köpürtmek ve ırkçılara taviz vermek dışında bir enstrümanları kalmıyor.
4. Alt-emperyalist ve militarist politikalar: Türkiye sadece hızla özellikle yoksullar açısından tam bir ekonomik çıkmaza sürüklenmiyor. Aynı zamanda dış politikada ABD-Rusya arasında oynanan politik oyunların sonuna da geliniyor. “Ne ABD ne Rusya” politikasının, “Hem ABD hem Rusya” anlamına geldiğini defalarca anlattık. Fakat, hem ABD-Çin arasındaki bloklaşma, hem Ukrayna işgali ve NATO içindeki tartışmalar ve NATO’nun stratejisi ve hem de özellikle Suriye'deki gelişmeler, bir süre sonra iktidarı ABD ya da Rusya arasında net bir tercih yapmaya zorlayabilir. Bu, askeri kamplaşmalar içinde oynayacağı rol, şimdikinden daha yoğun bir militarist yoğunlaşma anlamına gelebilir. Hali hazırda sınır ötesi operasyonlar konusunda “girişken” olan devlet bir empertyalist kampla birlikte çok daha aktif bir müdahalede bulunabilir. Bunun özellikle Suriye’de taşıdığı anlamlar ve Kürt sorununu derinleştirmede oynayacağı rol, belediye seçimlerinden çok daha önemlidir ve hazırlıklarımız giderek daha az dillendirilen “barış-çözüm-diyalog” gibi başlıklarda yoğunlaştırılmalıdır. Sokakta bir barış hareketi inşa etmeye çalışmadan ve başlamadan yerel seçim davulu çalmak reformist hayallere bir yenisini eklemek anlamına gelecektir.
Son olarak, yerel seçimlerden daha önemli olan bir başka öğe, sol ve muhalefet içi milliyetçiliği yenmektir. Bu milliyetçilik, işçi sınıfına bölücü bir şekilde yansıyor: Laik/dindar, Türk/Kürt, yaşam tarzı şöyle olan, yaşam tarzı böyle olan türünden sayısız bölünme, derinleştirilen bir kültürel kutuplaşmayla beraber sınıf hareketini paralize ediyor.
Bu yüzden, sınıf hareketinin birliğini sağlamak için, tüm mücadele alanlarının içinde milliyetçiliğe ve sol milliyetçiliğe karşı fikri hegemonyayı inşa etmek için tartışmalara hız vermek bir zorunluluk. Bu, elbette, işçi sınıfının geniş kitlelerinin sokaklarda mücadeleye atılmasına bağlıdır ama aynı zamanda milliyetçiliğe karşı tavizsiz mücadele böyle mücadeleler için de kapı aralayabilir. Başlayan mücadeleler içerisinde doğru politikaların hızla güç kazanmasına yardımcı olabilir.
Bu açıdan, tüm devlet erkanı, ana muhalafetin tüm partileri ve hatta solun çeşitli ulusalcı kesimleri 29 Ekim: Cumhuriyetin 100. Yılı kutlamalarına hazırlanırken, enternasyonalistler, “Kimi dışlıyorsanız hepimiz oyuz” demeye devam edecek ve ötekileştirilen, dışlanan, katledilen, soykırıma maruz bırakılanların 100 yılını anlatan bir kampanya ve platformu inşa etmeye çalışacak. Bu adımların hem Kürt halkıyla dayanışma anlamına geleceğinden hem de göçmenlerle dayanışmanın elini güçlendireceğinden emin olabiliriz.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)