Birisi 13 yıldır hükümet, birisi ise Türkiye’nin patronlar kulübü.
TÜSİAD ve AKP.
Geçtiğimiz ay Erdoğan, TÜSİAD’ın bir toplantısına katılmıştı, medya “buzlar eridi” şeklinde yansımıştı bu katılımı.
Fakat ne olduysa 2014’ün son haftasında oldu. TÜSİAD başkanı Haluk Dinçer, “Cumhurbaşkanı devletin başıdır. TÜSİAD’ın muhatabı zaten cumhurbaşkanı değildir, TÜSİAD’ın muhatabı başbakandır” açıklamasını yapınca, önce Erdoğan, ardından başbakan, oyalanacak yeni bir konu buldular.
Erdoğan, “Madem biz muhatap değiliz, bundan sonraki davetlerine katılmayız” dedi, başbakan ise TÜSİAD’ın genel kuruluna katılmayacağını açıkladı.
Ortalık şenlendi.
Erdoğan’ın TÜSİAD karşıtlığından hoşlananlar, TÜSİAD’ın konumunu genel AKP karşıtlığıyla bütünleştirip saygıyla karşılayanlar, yine, yeni, yeniden bir çelişki çıktı diye keyfi kaçanlar var.
Kimsenin keyfinin kaçmasına gerek yok.
Büyük, sonu gelmez bir kavgayla yüz yüze değiliz.
Türkiye’de ekonominin patronlarıyla, siyasetin patronlarının (son çözümlemede ekonominin patronları siyasetin de patronlarıdır) yüzeysel atışması söz konusu olan.
Sözümona on yıldır kavgalılar TÜSİAD ve AKP!
Bu nasıl bir kavgaysa, on yılda TÜSİAD açısından çok büyük bir değişiklik yok.
TÜPRAŞ, aynı TÜPRAŞ. 2013 yılında 47 milyar 99 milyon lira net satışla açık ara en büyük şirket. Koç grubunun durumu iyi.
2012 yılının en zenginleri Koç, Doğuş, Şahenk, hem TÜSİAD hem de MÜSİAD üyesi olan Ülker, Sabancı ve Eczacıbaşı aileleri, hâlâ en zenginler listesinin zirvelerinde.
Fakirleştikleri söylenemez.
Hükümet de aynı hükümet. Son on yılda, kemalizmin burçlarını teker teker fethetti. Burçlarda büyük bir değişiklik olmadı ama. Darbeciler biraz geriledi, sonra Erdoğan tarafından affedildi, Erdoğan yeni darbeciler keşfetti. AKP iktidarını perçinledi. Erdoğan cumhurbaşkanı oldu.
Koç grubu, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına giden yolun başında da zirvedeydi, bugün de zirvede.
Erdoğan da sarayda oturuyor, TÜSİAD üyeleri de sarayı andıran “evlerde”.
Erdoğan yoksullara “ananı da al git” diyor, Soma’da yakınları ölenleri bizzat tartaklıyor; TÜSİAD, MÜSİAD ve benzeri kulüplere üye olan patronlar da işçileri daha fazla çalıştırmak için elinden geleni ardına koymuyor. Banka hesapları iş cinayetlerine paralel olarak şişiyor.
Bugünkü Koç’ların dedesi, 12 Eylül darbesini desteklemişti. Açıktan hem de, darbenin şefi Evren’e mektup yazarak.
Bir önceki TÜSİAD başkanı Muharrem Yılmaz, şirketinde direnen işçilerin üzerine tezek döküldüğü için istifa etmek zorunda kalmıştı.
AKP tüm iktidarı boyunca Türk egemen sınıfının programını uyguluyor. Türk egemen sınıfı, AKP’de programını uygulayan bir siyasi karakter gördüğü için, Erdoğan’a da, onun kişisel kaprislerine de tahammül ediyor.
Sonuçta, AKP, “sihirli” bir şekilde, zenginlerin ekonomik ve siyasi programını uyguluyor ama Türkiye’de devlet ve siyaset geleneğinin sınıflar üzerinde yarattığı basınç nedeniyle, bu programına yoksulların desteğini almayı başarıyor.
Bunu başarabildiği oranda, gerisi, kimin kimin toplantısına katılmadığı, cumhurbaşkanının TÜSİAD başkanına ne dediği önemli değil.
Bu, bizim açımızdan, merdivenin en altındakiler açısından ise hiç ama hiç önemli değil.
Biz, en az 22 milyon kişiyiz. Türkiye’de 22 milyon kişi ücretli emekçi. 2014 yılı Küresel Refah Raporu’na göre Türkiye’de 2000 yılında refahın yüzde 67’sini elinde bulunduran en zengin yüzde 10’luk kesimin payı, 2014’te yüzde 78’e yükseldi. Bizim durmumuz ise vahim: Aylık asgari ücret 950 TL, dört kişilik aile için açlık sınırı 1225 TL.
AKP’yle TÜSİAD arasındaki kavga esasa dair değil, yüzeysel, çabuk unutulacak cinsinden.
Onlar barışırlar.
Çünkü derinlerde anlaşıyorlar.
Bize karşı anlaşıyorlar.
Anlaşmalarının özünü, yoksulluğun zeminini yaratan ücretli emek sömürüsünün daimi kılınması oluşturuyor. Derdimiz bu özü, bu anlaşma zeminini dağıtmak olmalı.
Küsseler bize ne, öpüşüp barışsalar bize ne!
Şenol Karakaş