1999’da yaşayanların asla unutmayacağı bir depremle yüzleşmiştik. Gölcük yerle bir olmuştu. Binlerce insan ölmüştü. Askerlerin kaldığı yerler de göçük altında kalmıştı. Ardından Düzce depremi yaşanmıştı.
Ortada olan bir şey vardı: devlet o gün göçüğün altında kalmıştı. Ortada devlet falan yoktu. Ortada olan, dayanışma için canını dişine takan sivil insanlar, emekçiler, emek örgütleri ve sivil dayanışma koordinasyonlarıydı.
Devlet insanların yardımına koşmuyordu.
Hükümetin daha önemli işleri vardı. Depremden kısa süre sonra, insanlar daha enkazın altındayken “mezarda emeklilik yasası” adını alan yasayı çıkartmaya çalışıyordu.
Depremde enkaz altında kalanları mezarda emekli etmek isteyenleri halk unutmadı. İktidardaki partiler Kasım 2002 seçimlerinde MHP yüzde 8,35, ANAP yüzde 5,12 ve DSP yüzde 1,22 oy aldılar ve tam bir çöküntü yaşayarak TBMM’ye giremediler. Depremin yarattığı öfkeye 2000 ve 2001 yılındaki sert ekonomik krizlerin eklenmesiyle, milyonlarca insan tepkisini sandıkta gösterdi.
İnsanlar sosyal kaos değil yaşamanın derdinde
Çok açık ki şimdi yaşanan deprem boyutları açısından Gölcük depreminden çok daha büyük. Üstelik aynı gün içinde benzer şiddette iki ayrı deprem yaşandı.
İktidar tüm olanaklarını depremle mücadele etmeye ayıracağına, ikinci gün kameraların karşısına geçip enkaz altına kalan yakınları nedeniyle öfkeli insanları ve depremin yaralarını sarmayan iktidarı eleştirenleri “sosyal kaos çıkartmakla” itham edip yine vatandaşları suçladı.
Bir başka iktidar sözcüsü çıkıp, muhalifleri depremde siyaset yapmakla eleştirirken “Cumhur İttifakı’nın görevinin başında olduğunu” söyleyebildi.
İlk 24 saat devletin tüm olanakları kullanılmamakla kalmadı hem iktidar sözcüleri yaptıkları açıklamalarla hem de yardım etmek isteyen kuruluşlara çıkarttıkları engellerle insanların burnundan solumasına neden oldular.
Bir sağlıkçının sosyal medyada “Depremzedenin yardımına koşmak yerine, ülkenin dört bir yanından gönderilen yardımlara “valilik” bayrağını çeken, “valilik” etiketini basan bir devlet aklı ve organizasyonu egemen bu ülkede” mesajını yazmasına neden olacak çiğliklerle karşılaştık.
Ekonomi bakanı, “Depremden ölen yok, depremden kaçarken ölenler var. Binalarda sorun yok. Sosyal medyaya itibar edilmesin” diyebildi. Binlerce binanın neden yıkıldığını değil insanların bu binaların altında kalmamak için kaçmaya çalışmasını dert edinerek tüm vatandaşlarla dalga geçti.
Bir başka bakan ise 1 milyona yakın battaniyeyi bölgeye gönderen sanayicileri överken “Bu da Türkiye’nin üreten bir ülke olduğunun da göstergesi.” diyebildi.
Kocaeli Üniversitesi Afet Yönetim uzmanı Doç. Dr. Serpil Gerdan bir televizyon kanalında depremzedelerin devlete yük olmaması gerektiğini söyleyebildi.
Rant rejiminin sonuçları
Türkiye’deki depremlerin kısa tarihi, iktidarların bu depremlerdeki sorumluluklarının da tarihidir aynı zamanda. Bir gazetecinin aktardığı gibi, Bingöl’de 2003 yılında yaşanan depremde “Fakir aile çocuklarının gittiği Bingöl Çeltiksuyu Yatılı Okulu’nda 84 çocuğumuz ve bir öğretmen ölmüştü.” Bu depremle ilgili bir lisansüstü tez “Yurdumuzda, her yıkıcı deprem sonrasında olduğu gibi Bingöl ve çevresindeki yerleşim bölgelerinde oluşan hasarların çoğunlukla yapı kusurlarından kaynaklandığı söylenebilir.” diyordu.
Ama yapı kusurları kendi kendisine oluşmuyor. “Siyasetçi-müteahhit-bürokrat üçlüsü” kusurlu her yapının sorumlusudur.
İstifa da bir müessesedir
Bu açıdan mevcut iktidar halkın sağlığını hiçe sayan ve depremlerin yıkımını kitlesel katliamlar haline getiren bu rant rejiminin boyutunu azmanlaştırmıştır. Bunu, eşine az rastlanır bir siyasal pişkinlikle yapmıştır ve yapmaktadır.
İnsanlara hakaret etmek ya da enerjilerini deprem günlerinde halkın birbirini ihbar edeceği uygulamalar icat etmek yerine başka işler yapabilirler. Örneğin Cumhurbaşkanlığı İletişim işlerinden sorumlu olan bir kişi “‘Dezenformasyon Bildirim Servisi’ halkımızın kullanımına açılmıştır. Deprem felaketine ilişkin üretilen ve yayılan şüpheli/yalan olduğunu düşündüğünüz haberleri uygulamamızı telefonunuza indirip bildirebilirsiniz.” açıklamasını depremin birinci günü, insanlar enkaz altındayken, aç, üşümüş ve çaresizken atabiliyor.
Oysa iktidarın yanıtlaması gereken soru şu: “Deprem vergisi olarak bilinen özel iletişim vergisinde yirmi yıllık tahsilat 86 milyar lira, yani 37 milyar dolar, yani bugünkü değerle 685 milyar lira nerede?”
Gölcük ve Düzce depremlerinden sonra çıkartılan deprem vergisi, AKP eliyle kalıcı hale getirildi. Toplanan 685 milyar liranın nerede olduğu sorusuna, eski bakanlardan birisi “Sağlık için harcandı, yol, tünel, köprü yapıldı” yanıtını vermişti.
Deprem gibi felaketlerle mücadele açısından 20 sene önce berbat durumdaydı Türkiye. Şimdi daha da berbat durumda.Bu tür felaketlerde ölen her canlıda bu siyasi iktidarın sorumluluğu var.
Çok açık ki yönetemiyorlar.
Beceremedikçe öfkeden başka bir araç kalmıyor ellerinde.
Oysa var!
İstifa etmek.
İktidar göçüğün altında kaldığını görmeli ve istifa etmeli.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)