1. Bölüm: Başörtüsü tartışması, sağ ve sol kemalizm
2. Bölüm: Laikliğin bekçisi olan zinde güçleri unutmayın!
Başörtüsü tartışmasının Türkiye’de gündeme gelmesi, İran’da kadınların başını çektiği ve bir dip dalgası halini alan isyanlarla aynı zamana rastladı. Bu satırlar yazılırken İran’da başörtüsünü açan kadınların özgürlük mücadelesi, giderek, tüm düzeylerde hem kadınlar hem de toplumun tüm ezilenlerinin özgürlük mücadelesi sürüyordu. Türkiye’de, hemen, birileri tarafından, İran bize doğru koşarken biz neden şimdi geriye doğru gidip başörtüsünü gündeme getiriyoruz soruları üretildi. Twitterda en son 1500’den fazla beğeni alan bir mesajda şöyle yazıyordu: “İranlı kadınların türbana karşı tarihsel bir direniş mücadelesi verdiği sırada Türkiyeli kadınların önüne böyle bir gündem getirmek alçaklıktan başka bir şey değil.”
Ona verilen güzel bir yanıt, “…siz neden böylesiniz ya bizi nasıl bu kadar aptal yerine koyabiliyorsunuz, şu iki olgu arasında nasıl bu kadar alçakça bir eşitlik kurabiliyorsunuz gözümüzün içine baka baka” diyordu. Gerçekten de bugün İranlı kadınların saçlarının görünmesini yasaklayan ahlakçı-baskıcı rejime karşı verdikleri mücadeleyle, dün Türkiyeli kadınların başörtüsü özgürlüğü için verdiği mücadele, birbirinin karşısına konulamaz. Koymaya çalışanlar, iki mücadelenin de özgürlüğü hedeflediğini görmezden gelen ve suyu bulandıran, tartışmaları anlaşılmaz kılmaya çalışan insanlardır. İran’da kadınlar başlarını örtüp örtmeyeceklerine kimsenin karışmasını istemiyorlar. İran’da zorla başının örtülmesine karşı özgürlüğünü savunmakla, Türkiye’de kamusal alanda zorla başının açtırılmasına karşı olmak, bir ve aynı özgürlük talebinin veçheleridir.
Başörtüsünü zorunlu kılanlara karşı mücadele başını açma mücadelesi değil, başörtüsünü yasaklayanlara karşı mücadele de başını örtme mücadelesi değil.
Özgürlük mücadelesi.
Başını örten bir kadın özgür değil ama Mustafa Kemal’in kadınları kurtardığını düşünen bir kadın özgür, öyle mi?
Helalleşme iddiasında ilk somut adım
Kılıçdaroğlu, attığı adımın dinamiklerini kavrayanlar açısından açıklamak zorunda kalmadığı bir şeyi tane tane anlatmak zorunda kaldı ve “Bir yarayı kesin olarak kapatmak için yaptım. Teklif sadece başörtüsüyle de ilgili değil… Biz kadının kılık-kıyafetinin siyasetin konusu olmaktan, üzerinde siyaset yapılan alan olmaktan çıkarılmasını istiyoruz. Siyasi olarak istismar edilmesini istemiyoruz" dedi.
Gerçekten de CHP’nin önergesine ve resmi gerekçelerine bakan birisi, hurafelerle uğraşmaz ve atılan adımın özünü kavrayabilirdi. CHP’nin sunduğu teklif maddesi şöyle: “MADDE 1- Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarına bağlı olarak bir mesleği icra eden kadınlar, yürüttükleri mesleğin icrası kapsamında giyilmesi gerekli cübbe, önlük, üniforma vb. dışında kıyafet giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz.”
Burada, “giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde her hangi bir zorlamaya tabi tutulamaz” diyor.
İktidar bloku tıkanırken
Erdoğan’ın çıkışı, Kılıçdaroğlu’nun solunda olduğunu sananların aslında onun ne kadar sağında olduğunu da gösterdi. Hem Bahçeli hem de Erdoğan, önce “bu sorun zaten çözüldü, bu provokasyondur” deseler de daha sonra Erdoğan, çözüldüğünü söylediği sorunun çözümü için “anayasaya koyalım” diyerek, Kılıçdaroğlu’nun sahasına adım atmak zorunda kaldı. Böylece Kılıçdaroğlu, iddia edilenin tersine, AKP liderliğinin üzerine çökmüş olduğu başörtüsü mücadelesinin üzerindeki gölgeyi kaldırıyor. AKP’yi bu mücadeleyi kullanamaz hale getiriyor. Bu sorunu çözdük çıkışlarına “o zaman neden anayasal ya da yasal bir hale getirmediniz” diyor. Hatta Erdoğan’ın verdiği yanıtın, süreci uzatmaya dönük olduğunun da altını biz çizebiliriz.
Öte yandan, Kılıçdaroğlu, “Bu bizim yeni bir görüşümüz değil. Aniden gündeme getirdiğimiz bir konu da değil. Bizim verdiğimiz teklif sadece başörtüsüyle de ilgili değil, hakim de avukatın etek boyuna karışmasın, uyarı yapmasın, teklifidir aynı zamanda” derken haklı. Hem başörtüsü takanların haklarının yasal garanti altına alınması hem de başörtüsü takmayan kadınların nasıl isterlerse öyle giyinebileceklerine yönelik baskılara karşı önemli bir manevra bu.
Üstelik Erdoğan’ın, biz gidersek neler olur neler tehdidini de boşa çıkartan adımlardan birisi. Madem siz gidince kazanımlarımızı kaybedeceğiz, o vakit şu haklarımızı sizin üstün iktidarınızın değil, herkese eşit mesafede olan hukuk ve yasalar nezdinde tescilleyelim demek artık çok kolay.
CHP’nin gündeme getirdiği ve başörtüsü sorunu olarak ele alınan mesele, elbette Türkiye’de özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak kadın haklarında ne kadar geri adımlar atabileceğini gösteren iktidarın gözünü net bir şekilde diktiği kadın özgürlüğünün şiddetle kısıtlandığı dönemde yaşanıyor olması, “şimdi Kılıçdaroğlu bunu da nereden çıkarttı” serzenişlerine neden oldu. Oysa bu adım ne İstanbul Sözleşmesi için mücadele etmeyi zorlaştırıyor, ne kadın özgürlüğünün baskı altına alınmasına karşı mücadeleyi bulandırıyor. Tersine, kullanmasını bilen açısından çok önemli bir demokratik hamle bu.
Kılıçdaroğlu’na birçok eleştiri getirebiliriz helalleşme bağlamında başörtüsü konusunda adım atarken, örneğin Kürt sorununda kaplumbağa hızıyla hareket etmesi, 6’lı Masa içinde HDP’den daha az oy almasına rağmen korucu başlarının sözcülüğünü yapanların basıncına maruz kalmasının sonucudur.
Bu hamleye karşı Erdoğan aynı anda birden fazla ve farklı siyasi anlamlara gelen söz söylemek zorunda kaldı. Önce, “başörtüsünü anayasaya dahil edelim ama yetmez aileyi de koruyan bir düzenleme yapalım” dedi. Her zamanki gibi, mutlak bir özgürlüğü savunamıyor. AKP’liler, bir özgürlüğü, yanında özgürlüğü kısıtlayan bir öneri olmadan gündeme getiremiyor. Ailenin korunması, LGBTİ+’lara ve kadınlara yönelik baskıların bir parçası (boşanmanın zorlaştırılması, nafaka, kadın ve erkek iki cins vurgusu). Bunun kadınların bir dönem özgürlük direnişinin simgesi olan başörtüsü özgürlüğünün yasal garanti altına alınmasıyla hiçbir ilgisi yok. Bu, Kılıçdaroğlu’nun önerisi karşısında şaşkınlık yaşayan iktidarın, elinde sağcı aile savunusu kartını ortaya sürerek tartışmayı bulandırma girişimi. Kadın özgürlüğüyle, kadınların ve cinsel yönelimlerin baskı altına alınması anlamına gelen AKP-MHP’nin aile kutsaması torba yasa tarzında ele alınmaya çalışılıyor. Böylece torba yasayla başörtüsü özgürlüğü yasal güvence altına alınırken LGBTİ+ ve kadınların hakları aile savunusu ve genel ahlak kuralları propagandası altında yok edilecek.
Hürriyet gazetesinden özellikle iki köşe yazarı Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’ndan gelen pası çok iyi değerlendirdiğini iddia ediyorlar tartışmanın başından beri. Bu, iktidar cenahının köşeye sıkışmışlığının açık bir göstergesi. Bu iki yazar yanılıyor. Bu hamle iktidarı her açıdan teşhir ediyor. Sadece iktidarı da değil üstelik genel olarak özgürlükleri kimin savunduğuna dair bir tartışmaya dönüşüyor. Hemen herkes, bunca zamandır iktidarda olanların neden Kılıçdaroğlu’nun önerisinden hemen sonra “var mısın demokratik anayasa değişikliğine” gibi çıkışlar yaptığını, Alevilerin haklarını ele alan sözler söylediğini görüyor. Bunlar Erdoğan’a atılan bir gollük pas olmadığını tersine iktidarın çok daha fazla gol yemeden bu tartışmayı nasıl kapatırım telaşında olduğunu gösteriyor.
Sonuçta başörtüsüne özgürlüğü de, başörtüsü takmasına rağmen coplanan kadınların haklarını da, başörtülü olmayan kadınların özgürlük mücadelesini de aynı anda savunanlara karşı aşırı sağcı iktidar blokunun hiçbir inandırıcılığı olamaz.
Şenol Karakaş