CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bir helalleşme çağrısı yaptı. Kılıçdaroğlu’nun partisinin hem ortalama tabanından hem de birçok ulusalcı kadrosundan daha ileri bir noktada olduğu ve CHP’yi de, en azından seçimleri kazanmak için, bu noktaya çekmek istediği açık. Ama bu ilk helalleşme çağrısının yarattığı kıpırdanmanın çok geri bir zeminde yaşandığını görmek zorundayız. Belki CHP tabanı açısından bir tavşan koşusunu andıran bu değişiklik çağrısı, dışarından bakanlar ve yakın Türkiye tarihini bilenler açısından kaplumbağa “koşusu”nu zar zor andırıyor. 2011 yılında Erdoğan Dersim katliamıyla ilgili, “Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum” demişti. Bundan kısa bir süre önce Kürt sorununda çözüm için Oslo süreci devreye sokulacak, bu sürecin akamete uğramasının ardından çözüm süreci başlatılacaktı. Çözüm süreci, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en sarsıcı siyasal değişiklik hamlesidir. Üstelik bu, sürecin muhataplarının ajandalarından, beklentilerinden ve sürecin bugün başına gelenlerden bağımsız olarak böyledir.
“Önceki” özürler
Erdoğan 2014 yılının 23 Nisan’ında Ermeni soykırımı anmalarından bir gün önce de şu taziye mesajını yayınlamıştı: “20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.” Topyekun bir inkâr politikasının geleneksel gücüyle kıyaslanınca, çok önemli çıkışlardı bu özür, taziye ve çözüm süreçleri. O dönem, “AKP neylerse kötü eyler” yaklaşımıyla bu adımların tamamına karşı çıkanların yanı sıra, CHP, bu siyasal hamlelerin hepsini şiddetle kınamış, bazılarını yargılama konusu yapmak için çabalayacağını beyan etmişti. Dersim özrü ise CHP içinde de kargaşa yaratmıştı, bazı CHP’li vekiller özür dilenmesi gerektiğini söylerken bazı CHP’liler özür dilenmesine sert bir şekilde karşı çıkmış ve statükoyu savunmuşlardı.
Bu yüzden, Kılıçdaroğlu’nın helalleşme çağrısı, yakın tarihin akamete uğramış da olsa özür süreçleriyle kıyaslandığında oldukça ham kaçmaktadır. Ama bu önemsiz olduğu anlamına gelmemektedir. Özellikle helalleşmenin ardından CHP Meclis grubunda yaptığı konulma sırasında söyledikleri Kılıçdaroğlu’nun bir kapıyı aralamaya çalıştığını gösteriyor.
Şunları söyledi Kılıçdaroğlu: “Helalleşeceğiz dostlarım. Açık yaralar var, biliyorum zor olacak ama yapacağız. Başaracağız. 28 Şubatçıların açtığı yaraları kapatıp, helalleşeceğiz. İkna odalarına sokulan başı kapalı kızlarımızla helalleşeceğiz. Roboski ile helalleşeceğiz. Bakın hukuk başka, helalleşme başka. Bu insanlara devlet tazminat ödeyecek. Ama bir taraftan da helalleşeceğiz. Sivas, Kahramanmaraş mağdurları ile helalleşeceğiz. Diyarbakır hapishanesi mahkûmları ile helalleşeceğiz. Varlık vergileri altında inim inim inlemiş azınlıklar, 6-7 Eylül olaylarının mağdurları ile helalleşeceğiz. Mahkemelerde süründürülen askerlerimiz ve aileleri ile helalleşeceğiz. Bugün Londra’ya göç etmiş en parlak genç beyinlerimiz ile helalleşeceğiz. Ali İsmail Korkmaz’ın ailesi ile helalleşeceğiz. Soma ile helalleşeceğiz. Darbeciler tarafından bir sağdan, bir soldan gencecik çocuklarımız asıldı bu ülkede. Bir sağdan, bir soldan o insanlarımızla helalleşeceğiz. 9 yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel’i kaybeden ve mahkemelerde süründürülen Mısra Öz ile helalleşeceğiz. Ahmet Kaya ile helalleşeceğiz. Helalleşeceğiz dostlarım. Ve yakın gelecekte bir gün çocuklarımız, geçmişe baktıklarında, ‘neler olmuş ama önümüze bakmayı bilmişiz, helal olsun onlara’ diyecekler.
“Helalleşme” değil yüzleşme!
Bu vurgular, çok önemlidir. Bu önemin altına çizmek için helalleşme çağrısı iki niteliğinden kurtulmalı. Birincisi, muhalefetin tüm halet-i ruhiyesine sinen “iktidar gitti, biz yenisini kurarken şu adımları atacağız” yaklaşımına bir son verilmelidir. AKP sadece sayısız kurnazlığa, iktidar olanaklarına sahip değil, en yakınındaki partiye hâlâ fark atıyor seçmen nezdinde. AKP’ye karşıtlık dışında birleştirici hiçbir politik öğesi olmayan bir muhalefet açısından bu durum “seçimi kesin kazandık” heyecanı üzerinden sörf yapılmasına neden olacak bir zemin sunmuyor.
Kılıçdaroğlu’nun kurtulması gereken ikinci yanlış vurgu da “helalleşme” kavramıyla yetinmesidir. Helalleşme, tarihi bir hesaplaşma yaşama ihtiyacının, seçim kazanmak için muhafazakar kitlelerle el sıkışmaya indirgendiği imasını güçlü bir şekilde yapan bir tercih. Kuşkusuz bu da anlamsız bir adım değildir, seçim kazanmak için bile olsa dindar kitleleri doğuştan gerici, sağcı partilerin oy tabanı gibi gören yaklaşıma göre ileriye doğru atılmış bir adımdır. Ama Türkiye’de ezilenlerin, işçi sınıfının ve giderek tüm siyasal alanın demokratikleşmesi açısından atılması gereken adım için hızla “helalleşme”den “yüzleşme”ye geçilmek zorundadır.
Bakışlar, muhafazakar kitlelerin ardına, eskiye, çok eskiye çevrilmelidir, önce 1915’e bakmak, 1915’le yüzleşmek gerekli. Kurucu babaların kurucu babası Talat Paşa ve arkadaşlarının eylemleriyle ve bu eylemleri Cumhuriyetin çimentosu gibi gören ilk, orta ve sonlardaki tüm Cumhuriyet iktidarlarının uygulamalarıyla yüzleşmeden, bu uygulamaların mağdur ettiği, yok ettiği, acı çektirdiği tarihle yüzleşme olmadan bir helalleşme ya da seçim kazandıracak bir ortam yumuşaması yaşanabilir ama Kılıçdaroğlu’nun bu tartışmayı başlatırken ilan ettiği daha kalıcı bir demokratik siyasal ortam yaratılamaz. 1915’le, Dersim’le, Kulüp dizisiyle herkesin “hımm” diyerek farkına vardığı Varlık Vergisi’yle, 6-7 Eylül pogromuyla, 27 Mayıs-12 Mart-12 Eylül-28 Şubat-27 Nisan muhtıraları ve AKP iktidara geldikten hemen sonra başlayan darbeler ve darbe girişimleriyle ve son on yıldır yaşanan dehşetli olaylarla yüzleşmek lazım.
Önemsiz değil ama sınırlı
Ümit Kıvanç’ın başka bir bağlamda yaptığı tartışmada altını çizdiği “Çarpık çurpuk adalet sistemi ve demokrasinin sınırlarını dilediğince daraltıp genişleten, yurttaşın yurttaş kimliğini ve iradesini hiçe sayan, darbe yaparak, hükümet yıkarak, seçilmiş siyasetçiyi asarak, paramiliter eğitim kampları kurup sivil silahlı güçler yetiştirip halkın bir kısmını öbürüne karşı savaşa hazır tutan, gençleri birbirine kırdırarak, siyasî cinayetleri, katliamları art arda dizerek, yüz binlerce insana işkence yaparak, hukuku bütünüyle devlet zorunun buyruğundaki araç kılarak sürdürülen yönetimi ‘aydınlık’la, ‘bilim’le, ‘çağdaşlık’”la özdeşleştirme” gibi bir sürecin bütünüyle bir yüzleşme gerekiyor. “Hellaleşme”ye bile karşı çıkan eski yeni ulusalcı CHP’lilerin çıkışlarına bakılırsa, bu yüzleşmenin ne kadar önemli olduğu görülebilir.
Hakan Tahmaz konuyla ilgili yazdığı yazısında “Bizim gibi geçmişi katliamlar, cinayetler, hatalar ve savaş küpü olan bir ülkede, yüzleşme süreci, hakikatin açığa çıkarılması, adaletin sağlanması ve çıkarılacak dersler ışığında demokratik yepyeni bir gelecek kurmakla sonuçlanmalı.”
Kılıçdaroğlu şimdilik helalleşmekle sınırlandırmış durumda atacağı adımları. “Köprüyü geçene kadar” başlıklı seçim stratejisinde bu tartışmayı heyecanla izleyenler bu sınırlamayı da “yeterli” göreceklerdir muhtemelen.
Partisinin önemli bir kesimi ulusalcı hezeyanlar içinde olan, orta kadrolarının, yöneticilerinin bazıları devlet adına konuşmakta beis görmeyen, parti kapatmalar için, anayasa mahkemesinin demokratik hamleleri iptal etmesi için, başörtüsü özgürlüğünün engellenmesi için, Kürt sorununda çözüm sürecinin bozulması için elinden geleni ardına koymayan bir partinin bu hamlesine “evet” demek bir zorunluluk. Ama bir başka zorunluluk da bu adımın, yetersiz olduğunu vurgulamaktır. Diyarbakır cezaevleri ve Roboski Kürt sorununun barışçıl çözümü yönünde, Varlık vergisi ve 6-7 Eylül cumhuriyet tarihinin azınlık politikalarının tam çaplı eleştirisi yönünde, darbecilerin eleştirisi ve özellikle 28 Şubat ve ikna odalarının gündeme alınması darbeler tarihiyle hesaplaşma yönünde bir politik yönelime açılan kapılar olarak görülecekse, Kılıçdaroğlu iki şeye daha karar vermelidir: Bunları müstakbel cumhurbaşkanı olarak devlet yönetimine geçtiğinde yapmak üzere mi kolları sıvayacak yoksa bir yüzleşme mücadelesi her politik adımlarının temel harcı mı olacak? Devletin zirvelerine yerleştiği takdirde ise bu devletin bütün tarihiyle bir yüzleşme süreci mi olacak yoksa Kılıçdaroğlu’nun beyanları olarak mı kalacak? Şunu unutmamak lazım: Ölülerle helalleşilemez, ölülerden helallik istenemez. Üstelik bu ölüm ve baskıların altında kurucu parti olarak geçmişiyle övünmekten kendinizi alamadığınız sizin partiniz başrol oynamışsa.
Bazı muhalifleri ise şimdiden uyarmak lazım, “helalleşme” diyerek yola çıkanların, iktidar olma fırsatı bulduğunda antidemokratik her uygulamanın altına imza atması mümkündür ve ama bunun sorumluluğu kesinlikle bugün çok sınırlı demokratik bir çıkış olan “helalleşme”ye yetmez diyerek evet diyenler olmayacaktır.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)