2019 küresel isyan yılıydı. 2020 başında eylemlere salgın nedeniyle ara verildi, salgınla verilen aradan sonra yeniden öfkeli kitlelerin eylemleri gündeme damgasını vuruyor. ABD’de ırkçılık karşıtı öfke eylemlerin odağında yer aldı. ABD’den sonra dünyada öfkenin patlayacağı yeni adres her yer olabilir. Tüm dünyada herkes salgın döneminde yaşadığı adaletsizlikleri not ediyor. Putin, Orban, Modi, Bolsonaro, Trump gibi otoriter yöneticilerin salgında insan hayatını önemsemeyen tavırları, kimsenin gözünden kaçmıyor.
Dış politikada yaşanan makas değişikliği
2015 yılında AKP’nin tek başına seçim kazanma ihtimali yok olmaya başlayıp özellikle HDP belirleyici faktör haline gelince devletin bu gelişmeye refleksi bir ittifak sürecini başlatmak oldu:
Devletle AKP arasında bir koalisyon şekillenmeye başladı. AKP, MHP, Perinçek ve geleneksel devlet aygıtının bir koalisyonuydu bu. Bu ittifak kendisi açısından elzem olarak gördüğü 6 konuda anlaştı ve anlaşmanın adına “yerli ve milli konsept” adı verildi. Fakat, bu, kağıt üzerine maddelerin yazıldığı bir uzlaşma değil, zaman içerisinde gelişen, bir hamlenin ya da uzlaşmanın diğerini de tetiklediği bir süreç oldu.
Bu yerli-milli koalisyonun temel hedefleri şunlardı: Birincisi, emperyalist ülkelerin hegemonya sarsıntısı yaşadığı, Çin ve doğunun güçlendiği dönemde Türkiye bölgesel bir güç olma şansına sahip olarak görüldü. Hem Davutoğlu’nun stratejik derinlik tezi hem de Mavi Vatan tezi Türkiye’nin altemperyalist bir güç olmasına ve Türkiye’nin savunmasının Türkiye’nin dışından başlatılması gerektiğine vurgu yapıyordu. Bu politika gereği Suriye ve Libya’ya asker gönderildi. Türkiye muhtemelen, ABD’den sonra sınır ötesinde en fazla asker bulunduran ülke oldu. Yerli milli konseptin ikinci tezi, Kürt sorununda şiddet politikasının öne çıkarılmasıydı. Kürt sorununda içeride çözüm denemeleri sona erecekti. Dışarıda (Irak ve Suriye) askeri yöntemlerle, Kürtlere Türkiye dışında da siyasal varoluş alanı bırakılmayacaktı.
Bahçeli’nin önerdiği rejim değişikliği
Üçüncü başlık Fethullahçıların tasfiye edilmesiydi. Dördüncü olarak, bu ittifak bir rejim değişikliğini gündeme getirdi. Unutmayalım ki “fiili durumu yasal hale getirmek gerekir” diyerek başkanlık referandumunun kapısını aralayan Devlet Bahçeli’ydi. Demokrasinin kademeli olarak askıya alınması ve neoliberal politikaların en utanmazca şekilde uygulanması son iki temel hedefiydi bu ittifakın. İşçi sınıfının örgütlenme kanalları kutuplaşma siyasetleriyle tarumar edilecekti.
Bu ittifak bir Mecburlar Koalisyonu olarak görülmeli. AKP’liler tek başına seçim kazanma şansına sahip olmadığı için devlete ve ulusalcılara muhtaç-devlet de bütün bu altemperyalist politikaları ancak Erdoğan’ın kitlesel desteğiyle hayata geçirebilir. O yüzden, tepede çelişkili de olsa işleyen bir koalisyon bu. Mecburiyet ortadan kalkınca dağılmak zorunda.
Çelişkiler
AKP’nin erimesi devam ettiği sürece koalisyondaki çatlak büyüyecek.
Bu ittifakın politikalarının en temel çelişkisi askeri hedefleriyle ekonomik ve askeri gücü arasındaki mesafe. Türkiye tüm tersi iddialarına rağmen emperyalist blokların icazetine mecbur.
Üstelik, 15 Temmuz darbesinin arkasından kurulan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi derin bir kriz yaşıyor. Tam bir yönetememe durumuyla karşı karşıya. Sistemin birinci yılında neden sorunlar yaşandığı araştırılmış ama “yeni siyasal yapının” mimarisi yerine uygulamada hatalar olduğu tespit edilmişti.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin başarısızlığı ve ekonomik kriz AKP’nin erimesindeki en önemli sebep. Çünkü bu sistem ekonomiyi yönetemiyor.
Bu nedenle, mecburlar koalisyonunun gerilediği, koalisyonun büyük ortağının yüzde 30’lara kadar düşen oy oranlarıyla yüzleştiği yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. AKP ve MHP birbirlerine ne kadar sıkı sıkıya da sarılsalar seçim kazanma şanslarının kalmadığını gördüklerinde gelişmelerin hızına yetişmemiz zor olacak. Bu gelişmelere yanıt vermek için hazırlanmalıyız.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)