İşçi sınıfı neden tek devrimci sınıftır?

15.07.2023 - 09:42
Haberi paylaş

Bugüne kadar var olmuş tüm toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir. 

Karl Marx ve Friedrich Engels 

Marx ve Engels, Komünist Manifesto’ya böyle başlıyordu. Gerçekten de tarih boyunca kölelerden köylülere tüm yoksul sınıflar, dönemin egemenlerinin üzerindeki baskıya karşı başkaldırmış, ayaklanmış, bunlar bazen devrimlere dönüşmüştür. Peki, ezilen sınıflar zaten ayaklanıyorsa sosyalistler neden işçi sınıfı politikasında ısrar ediyor? Neden Marx ve Engels ile sonraki bütün takipçileri işçi sınıfına özel bir vurgu yapıyor ve dünyayı değiştirebilecek tek sınıfın işçi sınıfı olduğunu söylüyor?

Marksizm için, kapitalizm diğer sınıflı toplumlardan farklı bir tarihsel sürece tekabül ediyor ve bu toplumda işçi sınıfı tüm zenginliğin yaratıcısı olarak özel bir kategori oluşturuyor. İşçi sınıfının diğer ezilen sınıflardan farklı olmasının çeşitli sebepleri var. Öncelikle köylü ayaklanmaları kalıcı bir birlik oluşturamıyor ve sınıfsız bir topluma doğru ilerleyemiyordu, köylüler feodal beyin elindeki toprağı ele geçirecek güce elbette sahipti ve bunu defalarca yaptılar ama mesele toprağı ele geçirdikten sonra ne yapacaklarıyla ilgiliydi. Küçük mülk sahibi olmaya çalıştığı için doğası gereği köylülük rekabetçiydi, egemene karşı bir araya gelip güç oluşturabiliyor ancak sonraki aşamada birlik olamayarak başarısız oluyordu.  

Modern kapitalizmde ilk defa kalıcı bir birlik oluşturabilecek bir sınıf olarak işçi sınıfı tarih sahnesine çıktı. 

Kapitalizmde sınıfsal bölünmeler bir zorunluluk değil. Bugün dünyada öylesine büyük bir zenginlik yaratılmış durumda ki tüm nüfusu beslemek ve refah koşulları içinde yaşatmak mümkün. Ancak daha da önemlisi, kapitalizm altında yaşam işçileri pek çok açıdan toplumun kontrolünü ele almaya hazırlar. Kapitalizm, nüfusun büyük çoğunluğunu kolektif davranabilecekleri, birbirleriyle yakın ilişkiler içine girebilecekleri devasa kentlerde yoğunlaştırmış durumda. Günümüzde işçi sınıfı, gerek beyaz yakalı gerek mavi yakalı olmak üzere, üretim süreçlerinin bütününe hakim ve bu süreçleri kolaylıkla kontrol edebilecek durumdadır.

Kapitalizmdeki emek süreci de işçileri bir araya getirme potansiyeline sahiptir. İşçiler üretim sürecinde işbirliği yapmak zorundadır. Bu işbirliği sendikalar gibi örgütlenmeler aracılığıyla sistemin karşısına diğer ezilen sınıflardan çok daha kolektif biçimde çıkabilme yeteneği kazandırmaktadır. Kapitalizm daha önceden sınıfın parçası olmayan teknisyenler, avukatlar, akademisyenler gibi pek çok kesimi de ücretli işçiye çevirdiği için sınıf sürekli olarak genişlemektedir. 

Kapitalizmin geliştirdiği teknik yenilikler de daha önceki sınıfların düşünemeyeceği düzeydedir. Özellikle iletişim teknolojilerindeki yenilikler, işçi sınıfına hem ulusal hem de uluslararası bazda kolektif örgütlenme yeteneği kazandırmıştır. 

Bütün bunlar, işçi sınıfını daha önce ayaklanmış olan ezilen sınıflardan daha yetenekli kılmaktadır. Sadece sistemi hedef alma konusunda da değil, sistemi yıktıktan sonra kolektif olarak toplumun yönetimini ele alma konusunda da yetenekli kılmaktadır. 

Dolayısıyla Marx’ın dediği gibi, daha önceki tarihsel hareketlerin hepsi belli bir azınlığın çıkarları doğrultusunda hareket etmiş azınlık hareketleriydi, işçi sınıfının eylemi ise toplumun büyük çoğunluğunun, toplumun büyük çoğunluğunun çıkarı için özbilinçli ve bağımsız hareketidir. 

Kendisiyle beraber herkesi özgürleştirebilecek olan sınıf 

Bunlar teorik düzeyde kalan saptamalar değil. Marx, teorisini bir işçi sınıfı fetişi üzerine kurmadı. Silezyalı dokuma işçilerinin eylemini görene kadar Marx için sınıf soyut bir kategoriydi, kendi çıkarları için harekete geçebileceklerini düşünmüyordu, bir grup aydının felsefe içinde yapacakları devrimlerle proletaryanın harekete geçeceğini düşünüyordu. Ancak işçilerin eylemine şahit olduktan sonra bütün anlayışı değişti ve işçi sınıfını bir özne olarak görmeye başladı. 

Ardından işçi sınıfının kolektif hareketine defalarca şahit olundu. Manifesto’yu yazdıkları sırada 1848 devrimleri patlak vermek üzereydi. 20. Yüzyıl başı ise dünya savaşının yarattığı devasa yıkımın yanısıra Avrupa’dan Rusya’ya kadar uzanan bir devrimler dalgasını başlattı. İşçiler, her yerde kendi özyönetim aygıtlarını oluşturdular. Rusya’da Sovyet, Almanya’da ve İtalya’da konseyler şeklinde ortaya çıkan bu özyönetim aygıtları işçilerin nasıl bir toplum kuracağının somut kanıtlarıydı: kolektif, demokratik ve bir grup kapitalist azınlık dışında toplumun bütününü örgütleyen bir yönetim biçimi. 

Yani Marx’ın dediği gibi işçi sınıfı kendi kurtuluşunu örgütlerken geri kalan tüm insanlığı özgürleştirebilecek olan tek sınıftır. 

İşçi sınıfı geçmişte mi kaldı? 

1970’li yılların ortalarından itibaren üretim sürecinin kısmi parçalanması ve post-fordist üretim rejiminin öne çıkmasıyla birlikte solun içinde, işçi sınıfının artık geçmişte kaldığı yönünde düşünceler ortaya atılmaya başlandı. Hatta proletaryaya “elveda” diyen yazarlar dahi oldu. Bu dönemde nükleer silahlanma karşıtlığından kadın hareketine, LGBTİ+ hareketinden ekoloji hareketlerine birbirinden ayrı başlıklarda mücadele yürüten grupların öne çıkışı ve işçi sınıfının hareketinin neoliberal saldırı karşısında örgütlülüğünün dağılmaya başlamasıyla bu kanaat giderek güçlendi. 

Ancak işçi sınıfının devrimci rolü sadece geçmişte kalan bir şey değil. 1995 yazında Fransa’da grevler yapıp sokağa dökülen işçiler, bütün bu teorileri bir anda çöpe yolladı. 1999 yılında ise Seattle’dan başlayarak yukarıda bahsedilen tekil hareketleri kapitalizme karşı bir araya getiren devasa bir hareket ortaya çıktı. 2010’lu yıllarda ise bugün Arap Baharı diye adlandırılan devrim dalgasına şahitlik ettik. Tunus’tan başlayan grev ve isyan dalgası, Mısır’a, Suriye’ye ve başka ülkelere sıçradı. Özellikle Tunus ve Mısır’daki diktatörlerin devrilişinde işçi sınıfının eylemi merkezi bir rol oynadı. Bu hareketler yenilgiye uğradı ancak geride unutulmayacak bir miras bıraktı. 2020’ler de Şili’den Hong Kong’a işçilerin ve ezilenlerin kitlesel eylemleriyle başladı. Pandemi sırasında bu hareketler geriye çekilse de işçi sınıfı hâlen belirleyici bir güç olduğunu ortaya koyuyor. 

Her işçi hareketi devrimci bir dönüşüm ortaya koyacak diye bir şey yok. İşçilerin tarihin her döneminde harekete geçeceklerini biliyoruz ancak sonuçlarını bilmiyoruz. Başarılı olmanın yolunun ise işçi sınıfının kendi eylemini tüm toplumu özgürleştirecek bir mücadeleye çevirmeye, işçi sınıfının bütün ezilenlerin mücadelelerini sahiplenmesini sağlayacak ve sınıfın içindekiler de dahil her türlü ayrımcılık biçimine karşı çıkacak bir politik hattı örgütleyerek hegemonik hâle gelmesini sağlamaya çalışacak bir devrimci partinin inşasında olduğunu biliyoruz. Lenin’in deyişiyle “ezilenlerin kürsüsü” olacak böyle bir sınıf partisinin inşası hâlen en önemli görev. 

Can Irmak Özinanır

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol