Marksizm 101- Neden işçi devletini savunuyoruz?

25.04.2024 - 10:49
Haberi paylaş

Sosyalizmi ilk merak etmeye başladığımda evde bulduğum İzmler Nedir? başlıklı bir kitabı okumaya başlamıştım. Kitaba göre sosyalizm, her şeyin devlet mülkiyetinde olmasını savunan, devleti öne çıkaran bir görüştü. Komünizm ise bu mülkiyetin daha diktatörce bir biçimiydi. Bir yandan eşitlik, adalet ve özgürlükten söz eden bir akımın devlete bu kadar vurgu yapmasını bir çocuk olarak yadırgamıştım doğrusu. O güne kadar bildiğim sosyalistler hep devlet tarafından düşman olarak görülmüştü. Durum böyleyken sosyalistler neden devleti savunsundu ki? 

İyi ki, o günlerde o kitaba kanıp da sosyalizm ile ilgilenmekten vazgeçmemişim. Daha sonradan öğrendim ki yazılanların sosyalizm ile pek ilgisi yok. Evet, sosyalistler kapitalist devletin yıkılmasını ve yerini kolektif mülkiyete dayalı bir işçi devletinin alması gerektiğini savunuyor. Ancak bunun devleti yüceltmekle değil yok etmekle ilgisi var. 

Günümüzde kendini tüm toplumun devletiymiş gibi gösteren devletler en temelde bir sınıfın, üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran burjuvazinin toplumun diğer sınıfları üzerinde baskı kurmasının bir aracı. Kapitalist devlet asıl olarak bu sınıfın iktidarını sürdürmeye yarıyor. Bunu sadece baskı aracılığıyla yapmıyor, aynı zamanda toplumun büyük çoğunluğunu “hepimiz aynı gemideyiz” masalına ikna ederek de yapıyor. Bunun için de kendilerini “ulus” kutsaması üzerine inşa ediyorlar. Ancak ne zaman bu iktidar tehlikeye düşse devletin gerçek yüzü ortaya çıkıyor. İşçiler hak aradığında, kadınlar eşitlik talep ettiğinde, ezilen uluslar kendi kaderlerini tayin etmek istediğinde, LGBTİ+’lar varlıklarının tanınmasını istediğinde yani ezilenler hak talep ettiğinde karşılarına çoğu zaman devlet dikilir. 

Ezilenler elbette tarih boyunca mücadele etmiş ve devlet karşısında pek çok hak elde edebilmiştir. Burjuva devleti elbette çeşitli mücadelelerle daha demokratik kılınabilir ve kılınmalıdır. Ancak burjuva devlet aygıtı ve onun işleyiş biçimlerinden olan burjuva demokrasisi, nihai olarak gerçek bir demokrasiyle yani sömürünün ortadan kalktığı bir düzenle çelişmek zorundadır. Burjuva devlet, son tahlilde demokrasiye karşıdır. 

Karl Marx, işçi sınıfının mücadelelerini odak noktasına alarak devletin sınıflar üstü olduğu fikrine saldırmıştı. İşçilerin ilk iktidar deneyimi olan 1871 Paris Komünü’nde işçiler kendi özyönetim organı olan Komün’ü kurmuş, Fransa ile savaş hâlinde olsalar da işçi iktidarını ezmek için o devletle beraber tavır alan Avrupalı kapitalist devletler tarafından ezilmişti. Marx, buradan yola çıkarak kapitalist devletin işçi sınıfı tarafından devralınamayacağını görmüştü. İşçi sınıfına, tamamen yeni türden bir devlet gerekliydi. 

Bu devletin hangi aygıtlar üzerine yükseleceği, 20. yüzyıl başındaki devrimlerle daha da belirgin hâle geldi. Rusya’da Sovyet adı verilen işçi konseylerini kuran işçiler 1917 Ekim Devrimi’nde iktidarı ele geçirdi. Bu Lenin’in tabiriyle ‘tamamen yeni türden bir devlet’ti. Ekim Devrimi’nden ilham alan Almanya, Macaristan ve İtalya gibi pek çok Avrupa ülkesinde benzer konseyler kuruldu. Ancak bu devrimler Rusya’daki gibi başarıya ulaşamadı. 

En demokratik burjuva devletinden çok daha demokratik olan işçi iktidarının amacı, tüm toplumu özgürleştirerek sınıf iktidarının kendisine son vermek ve devletin ortadan kalkması, devletsiz komünist bir dünya kurulmasıydı. 

Rusya’da devrimin tek ülkeye sıkışması sonucu iktidara gelen Stalinist bürokrasi, kendisini egemen sınıf olarak örgütleyerek işçi devletini yok etti. Geriye İzmler Nedir? kitabındaki gibi devleti yücelten bir diktatörlük kaldı ve nihayetinde bu ve benzeri devletler yine işçilerin eylemiyle yıkıldı. 

Sosyalistler, işçi konseylerine dayalı bir demokrasi ve bir gün devletin ortadan kalkacağı bir dünya için mücadeleye devam ediyor.

Can Irmak Özinanır

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol