"Ve şimdi bana gelirsek, modern toplumda sınıfların varlığını ya da bunlar arasındaki mücadeleyi keşfetme onuru bana ait değildir. Benden çok daha önce burjuva tarihçileri, bu sınıf savaşımının tarihsel gelişmelerini, burjuva iktisatçıları da sınıfların ekonomik yapısını açıkça anlatmışlardır. Benim yaptığım yenilik şunları kanıtlamaktı: 1) sınıfların varlığının ancak üretimin gelişmesindeki belirli tarihi aşamalar ile sıkı ilişki içerisinde bulunduğu, 2) sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varacağı, 3) bu diktatörlüğün kendisinin de sadece, bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten ibaret olduğu."
Karl Marx sınıf ve sınıf mücadelesi hakkında yazan ilk kişi değildi, ama sınıflı toplumun niteliğini, tarihini ve gelişimini tam anlamıyla kavrayan ilk kişiydi. Marx, yazılarında farklı toplumlarda sınıfların özellikleri ve sınıfın bir bütün olarak toplumun ekonomik işleyişi ile bağlantısı konusunda net bilgiler verir. O çoğu zaman bir ekonomik indirgemeci olarak görülmüş, her şeyi iktisada indirgemekle ve toplumun karmaşıklığını kavrayamamakla suçlanmıştır. Bu doğru değildir; Marx insanların üretim alanındaki örgütlenme şekillerini, farklı biçimlerin veya üstyapıların üzerinde yükseldiği bir altyapı olarak gördü. Marx şöyle yazıyordu:
"Mülkiyetin değişik biçimlerinin, varoluşun toplumsal koşullarının üzerinde, kendine özgü biçimlenmeleriyle değişik hassasiyetler, illüzyonlar, düşünme tarzları ve yaşam görüşlerinin oluşturduğu koca bir üstyapı yükselir. Sınıf, maddî temellerden ve bunlara tekabül eden toplumsal ilişkilerden hareketle yaratır ve geliştirir bu üstyapıyı."
Bu üstyapılar farklı ülkelerde, o ülkelerdeki toplumların gelişimlerinin özelliklerine göre farklı biçimler alabilir. Sınıf mücadelesini anlamak ve bir mücadele stratejisi oluşturmak için tüm bu özellikler hesaba katılmalıdır. Rus devrimci Vladimir Lenin bir makalede bunu şöyle belirtiyordu:
"Yalnızca, belirli bir toplumdaki tüm sınıflar arasındaki ilişkilerin genel toplamının nesnel bir değerlendirmesi ve bunun sonucu olarak, bu toplumun ulaştığı nesnel gelişme aşamasının ve onunla öteki toplumlar arasındaki ilişkilerin bir değerlendirmesi, ileri bir sınıfın doğru taktikleri için temel görevi görebilir. Aynı zamanda, bütün sınıflar ve bütün ülkeler, statik olarak değil dinamik olarak, yani bir hareketsizlik durumu içinde değil –yasaları her sınıfın varlığının ekonomik koşullarıyla belirlenen– hareket hâli içinde ele alınmaktadır. Hareket de yalnızca geçmiş açısından değil, aynı zamanda gelecek açısından ve gene yalnız yavaş değişimleri gören 'evrimcilerin' anladığı kaba anlamında değil, ama diyalektik olarak ele alınmaktadır: 'Bu çaptaki gelişmeler içinde yirmi yıl, bir günden fazla değildir, gerçi daha sonra yirmi yılı kapsayan günler de gelebilir' diye yazıyor Engels’e Marx." (Briefwechsel, Cilt 3, s. 127)
Lenin temelde 1900’lerin başında Marksizmi bir evrim teorisine indirgeyenlerle tartışıyordu. Onlara göre feodalizm koşullarında burjuvazinin yükselmesine benzer bir şekilde işçi sınıfı da yavaş bir sürecin sonunda iktidara gelecekti. Ancak Lenin’in savunduğu gibi böylesi bir düşünce, işçi sınıfının yapısı ve potansiyeli, diğer sınıflardan farklı bir sınıf olarak onun karşılaştığı zorluklar ve kapitalizm koşullarındaki sınıf mücadelesinin yanlış anlaşılmasının bir sonucuydu.
Marx Komünist Manifesto’da günümüze kadarki bütün toplumların tarihinin sınıf mücadelelerinin tarihi olduğunu söylerken insanlık tarihinde üretimin gelişmesi sürecinde, sınıfların gelişmesinin bu sınıflar arasındaki mücadeleye neden olduğunu söylüyordu. Bu mücadele Antik Roma’daki kölelik koşullarında farklı, feodalizm döneminde burjuvazi yükselirken farklı ve işçi sınıfı kapitalist sınıfa karşı savaşırken farklı biçimler alıyordu.
Marx şöyle devam eder: “Bizim çağımızın, burjuvazinin çağının ayırıcı özelliği, sınıf karşıtlıklarını basitleştirmiş olmasıdır. Tüm toplum, giderek daha çok iki büyük düşman kampa, doğrudan birbirlerinin karşısına dikilen iki büyük sınıfa bölünüyor: burjuvazi ve proleterya.”
Marx bunları yazdığında işçi sınıfı, yani proleterya, henüz gelişimin çocukluk aşamasındaydı. Oysa bugün işçi sınıfı tüm dünyada Marx’ın zamanında hayal bile edilemeyecek kadar gelişti.
Bu iki ana sınıf arasındaki karşıtlık kapitalist sistemin tam merkezinde yer alıyor. Kapitalizm bir tarafta fabrikalardan, makinelerden ve hammaddelerden oluşan üretim araçlarına sahip bir insan sınıfı yaratır. Diğer yandan, emek güçleri dışında satacak hiçbir şeyleri olmayan bir işçi sınıfı üretir. Kapitalist sınıf, kapitalist olarak kalmaya devam edebilmek için işçi sınıfının ürettiği değerin mümkün olduğu kadar çoğunu ondan almalıdır, işçiler ise hayatlarını sürdürebilmek için buna direnmek zorundadır. Bu mücadele 'altyapı'nın bir parçasıdır ve kapitalist sistemin temelinde yatar. Bu mücadelenin nasıl şekilleneceği o toplumun özelliklerine bağlıdır. Örneğin daha yüksek ücretler için mücadele; toplu pazarlık sürecinin olduğu ve sendikaların sosyal demokrat bir parti tarafından kontrol edildiği bir ülkede veya sektörde farklı, dikkate değer bir taban hareketiyle devrimci bir liderliğin olduğu bir ülkede veya sektörde farklı şekiller alacaktır.
Marx, kapitalizm dönemindeki sınıf mücadelesinin özelliklerinden birinin, tarihte ilk kez ezilen sınıfın bir azınlığın değil, çoğunluğun çıkarı için mücadele etmesi olduğunu belirtir. Bu yüzden işçi sınıfı yalnızca kendi özgürlüğünün değil, bütün insanlığın özgürlüğünün anahtarını ellerinde taşır.
Peki, işçi sınıfı bu özgürlüğe nasıl ulaşacak? Burjuvazi aristokrasiyle olan mücadelesinde feodalizm altında ekonomik iktidarını geliştirme ve eski sistem altında yeni biçimler yaratma yeteneğine sahipti. Buna rağmen, kralların ve aristokratların iktidarını devirmek için Fransız Devrimi gibi devrimci uğraklar gerekti.
Oysa kapitalizm koşullarında işçi sınıfının eski toplumun içinde yavaşça yeni toplumu yaratma imkânı yoktur.
Sistem ücretli emeğin devam etmesi üzerine kuruludur ve işçi sınıfından biri küçük esnaf olsa bile, yalnızca işçi sınıfının bir parçası olmaktan çıkar. Ama bütün işçiler bunu yapsaydı sistem çökerdi.
İşçilerin kooperatiflerde, kapitalizmin dışında örgütlenmeye çalıştığı yerlerde bile, çalışanlar en sonunda kapitalist piyasa koşullarına uyum sağlayıp ya rekabet edebilmek için kendi ücretlerini düşürmek ya da işi kapatmak zorunda kaldılar. Kapitalist piyasa her tarafa nüfuz eder. İnsan faaliyetleri tarafından yaratılır, ama kontrolümüzün dışında gelişen bilinçsiz bir güçtür, kâr etme dürtüsünü ve verimliliğin sürekli artışını zorunlu kılar.
İşçi sınıfı ancak mücadele ederek ekonomik ve siyasal güç kazanabilir. Paris halkı 1871’de Paris Komünü’nde ayaklandığında Marx şöyle yazmıştı:
"Komün’ün gerçek sırrı şuydu: Komün, özünde bir emekçi hükümeti, üretici sınıfın ürünleri gasp eden sınıfla mücadelesinin ürünü ve emeğin iktisadî kurtuluşunun gerçekleştirilmesi için nihayet keşfedilmiş siyasî biçimdi."
Marx burada işçi sınıfının mücadele içinde, üretim araçlarına el koyarak kendi kurtuluşunu sağlayacak yollar bulacağı ve toplumu siyasal olarak yeni bir biçimde örgütleyeceğini kastediyordu. Örneğin seçimle gelen devlet görevlileri geri çağrılabilecek ve ortalama işçi ücreti alacak ve devletin baskıcı güçleri dağıtılacaktı.
Marx’ın bu ifadesi eğer tek başına okunursa, onun örgütlü güçlerin müdahalesi olmaksızın, sınıf mücadelesinin kendisinin işçi sınıfının otomatik olarak bu çözümü bulmasını sağlayacağını düşündüğü sanılabilir. Gerçekte ise Marx ve Engels örgütlenmenin gerekliliğini gayet iyi biliyordu. 1848’de yazılan Komünist Manifesto bir teori metni olarak değil, işçi sınıfının bir örgütü olan Komünist Birlik'in parti programı olması amacıyla yazıldı. Şöyle yazmışlardı:
"Komünistler, öteki işçi sınıfı partilerinden yalnızca şunlarla ayrılırlar: 1. Farklı ülkelerin proleterlerinin ulusal mücadelelerinde, her türlü milliyetten bağımsız olarak, tüm proleteryanın ortak çıkarlarına işaret eder ve bunları öne sürerler. 2. İşçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinin geçmek zorunda olduğu çeşitli gelişme aşamalarında, her zaman ve her yerde, bir bütün olarak hareketin çıkarlarını temsil ederler. Komünistler, demek ki, pratik olarak, bütün ülkelerin işçi sınıfı partilerinin en ileri ve en kararlı kesimi, bütün ötekileri ileri iten kesimidirler; teorik olarak, proletaryanın geri kalan yığını karşısında, proleter hareketin yürüyüş hattını, koşullarını ve nihaî genel sonuçlarını açıkça anlama üstünlüğüne sahiptirler."
Burada Marx ve Engels işçi sınıfı örgütünü ve onun vazgeçilmez ilkelerini açıklıyordu. Bunlardan ilki enternasyonalizm.
Enternasyonalizme ek olarak, strateji ve taktikleri anlamak için sınıf mücadelesinin teorisini ve tarihini bilmenin gerekliliğini de vurguladılar. Bugün bu, ilk amaçlarından biri üyelerini sınıfın mücadelesinde, tarihinde, strateji ve taktiklerinde eğitecek olan iyi örgütlenmiş bir işçi sınıfı partisi anlamına geliyor. Aynı zamanda mücadele edilen ülkedeki kapitalizmin ve sınıf mücadelesinin niteliklerini de ayrıntılı bir şekilde kavramak gerekiyor.
Tarih bize merkezine bu ilkeleri koyan bir örgüt olmadan işçi sınıfının sisteme karşı olan mücadelesini kazanamayacağını gösteriyor. Yirminci yüzyılın trajik olayları ve kaybedilen devrimleri (1923 Almanya’sından 1975 Portekiz’ine) bize iyi örgütlenmiş, iyi eğitilmiş ve büyük bir devrimci partinin önemini gösteriyor.
Tarih sınıf mücadelelerinin tarihiyse, diyor Marx, yalnızca sınıf mücadelesi buna son verebilir. Şöyle diyor:
"Eğer proletarya, burjuvaziyle savaşımında, koşulların zorlamasıyla, kendisini bir sınıf olarak örgütlemek zorunda kalacak, bir devrim yoluyla kendisini egemen sınıf durumuna getirecek ve egemen sınıf olarak eski üretim ilişkilerini zor kullanarak ortadan kaldıracak olursa, o zaman, bu ilişkilerle birlikte, sınıf karşıtlıklarının ve genel olarak sınıfların varoluş koşullarını da ortadan kaldırmış ve böylelikle bir sınıf olarak kendi egemenliğini ortadan kaldırmış olacaktır. Sınıflarıyla ve sınıf karşıtlıklarıyla birlikte eski burjuva toplumun yerini, her bir kişinin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birlik alacaktır."
Sınıf mücadelesi sürecektir, ama eğer kazanmak için örgütlenmezsek bu mücadele kaybedilebilir.
Madeleine Johansson
(Bu yazı, AltÜst dergisinin 26. sayısından alıntıdır. AltÜst'e ulaşabileceğiniz satış noktaları: http://www.altust.org/satis-noktalari/)