Marksist.org olarak, Özgür Lig takımlarından biri olan Sportif Lezbon’un oyuncusu, Kaos Gl aktivisti ve ODTÜ Sosyoloji bölümü öğrencisi Selin Mavi ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Röportaj şöyleydi:
Selin, öncelikle bize Özgür Lig’in ve bununla birlikte Sportif Lezbon’un nasıl ortaya çıktığından bahseder misin?
Selin: İkisinin kuruluşu paralel aslında. Aynı dönemde kuruldular. Şöyle oldu. Biliyorsun muhalif ligler var. İstanbul’da Karşı Lig, Efendi Lig ve Gazoz Lig vs var. Ankara’da neden böyle bir şey olmasın diye düşünülmüş ve ilk önce taraftar grupları bir araya gelmiş. Taraftar gruplarının bir ağı var. Taşra’nın İstanbul ayağı var örneğin. Beleştepe’nin de öyle. İşte bu taraftar grupları sivil toplum örgütleri vs üzerinden de bir çağrı yaptılar. Kaos GL’ye de böyle bir çağrı geldi. Bizim Facebook’ta kapalı bir grubumuz vardı. Lezbiyen, biseksüel ve trans kadınların etkinlikler organize ettiği bir grup. Daha öncesinde zaten lezbiyen, biseksüel kadınlar olarak maçlar yapmıştık. Strapon ve Elle isimli iki takım vardı. 2013’te bu iki takım başka iki takımla maçlar yapmıştı. Bize gelen çağrı üzerine bu takımlardaki arkadaşlara yazdık. “Özgür Lig’de biz de lezbiyen biseksüel kadınlar olarak bir takım kurabilir miyiz?” diye sorduk. “Neden olmasın” dedi insanlar da. İlk başta bazı arkadaşların çekinceleri oldu. Erkeklerle karma bir ligde oynamaya dair. Bazı feminist arkadaşlar kadın ligi olsun diye düşündüler. Kimi arkadaşlar Sportif Lezbon kuruluş sürecine de katılmadı. Sonra Özgür Lig kuruluş toplantısı yapıldı ve biz de oraya gittik. Dört kadın bu toplantıya katıldık. Henüz 6 takım vardı o aşamada. Hatta Sportif Lezbon ismi de o toplantıda çıktı. Bizim takımın yanına hep Kaos GL’nin takımı yazılıyordu. Oysa oyuncuların bir kısmı Kaos GL’nin halihazırda çalışanı ya da gönüllüsü olsa da takım oyuncuları Kaos GL etrafında örgütlü bir dizi kadından oluşuyor. Direk Kaos GL’nin futbol takımı değil yani. Yani soruna dönecek olursak Sportif Lezbon da Özgür Lig’le aynı dönemde kuruldu.
Selin gözlemlediğim kadarıyla Sportif Lezbon maçlarının duyurusunu yaparken Queer bir strateji izliyor. Yani tribünlerde sıkça kullanılan “İbne” gibi terimler Sportif Lezbon tarafından sahipleniliyor maç duyuruları yaparken. “İbneler, dönmeler sahada” gibi.
Selin: Aslında bu Halil İbrahim Dinçdağ’ın eşcinsel bir hakem olduğu için uğradığı ayrımcılıkla da başladı biraz. Halil İbrahim Dinçdağ’ın cinsel yönelimi kendi isteği dışında ifşa edildi biliyorsun. Daha sonra destek için örgütlenilen kampanya da “İbne” kavramı sahiplenilerek yapıldı. Dediğin gibi “Velev ki ibneyiz, velev ki dönmeyiz” söylemi başka yerlerde de kullanıldı. Ama futbol özelinde bu sahiplenmenin özel bir anlamı var. Stadlarda ya da tribünlerde hakem hata yaptığı zaman “ibne” diye yuhalanır. Oyuncu kötü oynadığı zaman “Orospu çocuğu”dur. Hep bizim bedenlerimiz ve kimliğimiz üzerinden rakip takım aşağılanır. Dikkatimizi çekmesi gereken en önemli nokta şu aslında. Futbol kadınların ve LGBTİ’lerin en olmadığı alan. Ne sahada, ne tribünde, ne yönetim kadrolarında kadınların ve LGBTİ’lerin görünürlüğü yok. Oyuncular arasında LGBT kesin vardır ama şu anda hiçbir görünürlükleri yok. Halil İbrahim Dinçdağ dışında kimse yok. Bu kadar görünmezliğe rağmen hakaret olarak bizim yönelimlerimiz ve bedenlerimiz kullanılıyor. Biz bizi aşağılamak için kullanılan terimleri sahiplenip onların söylemlerini bozmaya çalışıyoruz.
Selin, futbol erkeklik ve erkeksilikle çok özdeşleştirilmiş bir alan. Yani futboldaki sportif performanslar da sanki sadece erkek bedeninin ve onunla birlikte düşünülen bir erkeksiliğin tekelinde gibi.
Selin: Kesinlikle öyle bir algı var. Biz şey düşünmüştük bir eylem olarak. Maça jartiyerlerle çıkmak J Bir gün yaparız umarım. Ben 10 yıl önce lisanslı futbolcuydum. Küçükken futbol oynamaya başladım. Kendi bedenim ve futbolla kurduğum ilişkiyi düşününce çocukluğuma dönüyorum, yani futbolla ilk tanıştığım zamanlara. Top gördüğünde koşturan bir çocuktum. Kendimi ‘klasik’ kız çocuğu gibi hissetmiyordum. Ablam evde annemle vakit geçirmeyi çok dert etmiyordu ama ben sokakta çocuklarla top koşturuyordum. O zaman biliyorsun arsada oynanıyor futbol. Yani çocukken. Saçlarım kısaydı ama bir şekilde kız çocuğu olduğum anlaşılıyordu. Benim o alanda erkeklerle futbol oynarken kendimi var etmem için erkekleşmem gerekiyordu. Aksi takdirde oyuna alınmazdım. Eğer top bir yerime geldiğinde canım acısa ve bunu belli etseydim durum riske girerdi. Çünkü can acıması kadınlarla özdeş bir şeydi. Kadınlar narindir ve onların canı acır. Ben bununla ilgili bir yazı yazmıştım. Maçta canı acıyabilecekler sadece pipisine top gelen erkeklerdir diye. J O yüzden canım acısa da söylemezdim. Yani arsa dediğimiz o alan da çok erkekti. Şimdi muhalif taraftar gruplarının benimsediği bir söylem var. “Futbol borsada değil arsada güzel” diyorlar. Bu söylem bana biraz sıkıntılı geliyor. Çünkü futbol arsada da güzel değildi. Arsada da cinsiyetçiydi. Bizim değildi yani. Bir de bana şöyle geliyor. Arsa güzellemesi yapanlar hep erkektir. Onların anılarında nostalji besledikleri mekanlar. Hiç duydun mu kadınlardan “Ah arsalar, ne güzeldi” gibi laflar. Yani benim de anılarımda arsa var ama erkeklerinkinden farklı bir karşılaşmam var o arsayla.
Selin söylediklerin aslında erkeklik ve kadınlık rollerinin küçük yaşta bize uygun gördüğü uğraşların hiç de sistemin istediği gibi işlemediğini hatırlattı. Yani futbol oynayan erkekler ve evcilik oynayan kızlar karşıtlığının dışında bir sürü olasılık var ama bu anılar da bu hayatta istisna muamelesi görüyor. Dolayısı ile münferit muamelesi görüyoruz.
Selin: Şimdi bu bahsettiğin cinsiyet temelli ayrıştırılmış uğraşlar futbol özelinde şöyle pekişiyor. Genelde mahallelerde ya da semtlerde futbol klüpleri vardır ve erkek çocukları küçük yaşta futbola özendirilir. Bizim mahallede ben çok daha küçükken futbola başlayabilirdim ama kız futbol klubü yoktu. Bir de özellikle alt ve orta sınıf ailelerde erkek çocuklarının futbola dair yeteneği keşfedildiğinde bu çocuklar sınıf atlamak için birer fırsat olarak görülebiliyorlar. Kız çocukları futbol oynadığında ise böyle bir gelecek olanağı zaten olmadığı için uğraşın yersiz görülüyor. Kadın futbol klüpleri sayıca az ve yeterli teşvik almıyor. Amerika ve Kanada gibi kadın futbolunun görece gelişkin olduğu yerlerde bile eşitsizlik hat safhada. Türkiye’de ise bu fark çok dramatik. Bazen kendime soruyorum: Neden bir kadın bütün bunlara rağmen futbol oynayamaya devam etmek ister? Yani toplum seni desteklemiyor. Genelde kadın futbolcular farklı cinsel yönelimleri olmakla birlikte toplum nezdinde çok hızlı “lezbiyen” olarak etiketlenirler ve bu aslında ayrımcı ve suçlayıcı bir tarzda yapılır. Maddi olarak bir getirisi yok. Hiçbir zaman iyi bir para kazanmayacaksın. Buna rağmen oynayan bir sürü kadın da var. Hakikaten profesyonel ilgilenen kadınların bu zorluklara rağmen motivasyonlarını ben de merak ediyorum. Ben üniversiteye hazırlanırken bir tercih yapmak zorunda kaldım. Ailem “Bu işe çok zaman ayırıyorsun ama bunun sana getirisi ne olacak?” dedi. Maddi manevi desteğin olmadığı yerde bir çok kadın da futbolu bırakmak zorunda kalıyor. Özellikle alt sınıf ailelerde futbolla ilgilenen kadınlara “zaten maddi bir kazancın yok, bir de masraf çıkarıyorsun” diye bakılıyor ve bir çok kadın da bırakmak zorunda kalıyor.
Selin futbol büyük bir endüstri ve Özgür Lig hem endüstriyel futbola bir alternatif hem de cinsiyetçi ve milliyetçi futbol diline bir alternatif olarak ortaya çıktı. Özellikle ikinci kısmın başarılabildiğini düşünüyor musun?
Selin: Ben Özgür Lig’in cinsiyetçiliğe ve milliyetçiliğe karşı alternatif bir futbol ortamı yaratabildiğini düşünüyorum. Tabii bu sistemin içinde ne kadar bazı şeylerden sıyrılabiliriz ki ama bunları en aza indirmek de bir başarı bence. Endüstri olayına gelince de kira vs gibi giderler dışında Lig’in parayla kar üzerinden kurduğu bir ilişkisi yok. Bizi zorlayan masraflarımız var. Biz halihazırda 19 takımız. Toplam 200-250 kişilik bir aileyiz. Bunun içinde kadın oranı yine yüksek değil ama teşvik edici bir futbol anlayışı var. Bir alan yaratıyor. Çünkü kadınlardan bir yeterlilik beklentisi içinde değiliz. Bir kadın oraya geldiğinde iyi mi oynayacak kötü mü oynayacak gibi bir şeyi kimse beklemiyor zaten. Kadınların futbolla ilişkisi biraz yetersizlik fikri üzerine kurulu. Oynayamayacağını düşünüyor kadınlar. Biz Sportif Lezbon’la bunu da kırmaya çalışıyoruz. Kadınların futbolla ilişkilenmesini sağlamak istiyoruz. Yani Özgür Lig çeşitli açılardan bir alternatif sunuyor. Takımların profilini düşündüğümüzde Dikmen direnişçileri var, 100. Yıl inisiyatifi var, taraftar grupları ve Sportif Lezbon var. Herkes kendi sözünü söyleyebiliyor diye düşünüyorum. Örneğin taraftar gruplarının bazıları ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı mücadeleyi, bazıları endüstriyel futbola karşı mücadeleyi öne çıkarırken biz de cinsiyetçiliğe ve homofobiye karşı mücadeleyi öne çıkarıyoruz ve ortak bir zemin bulup birlikte mücadele ediyoruz. Biz geçen hafta futbolda homofobiye karşı bir etkinlik yaptık ve taraftar gruplarından gelip bu etkinliğe destek oldular. Zaten önemli olan bunu inşa etmek.
Bu mücadeleler birbiriyle de örtüşüyor değil mi?
Selin: Sadece futbol içinde değil genel olarak sen eğer homofobiye karşıysan ırkçılığı da sorgularsın. Ya da tersi. Mücadele tek başına yürütülmüyor açıkçası. Sadece homofobiye sadece ırkçılığa ya da sadece tek bir soruna karşı değil genel bir mücadele yürütmek gerekiyor. Benzer çünkü dertlerimiz. Aynı yerden kaynaklanıyor.
Marksist.org: Diyorsun ya ırkçılık ve homofobinin benzer bir kaynağı var. Neden böyle?
Selin: Bu ikisi arasındaki tam bağlantıyı açıklamak ciddi bir sosyolojik araştırma konusu. Soruyu tersinden sorabiliriz çünkü. Neden cinsiyetçi birinin ırkçı olma ihtimali daha yüksektir gibi. Ama bu soruyu ben başka bir konuya değinmek için de kullanayım. Özgür Lig için söylemiyorum ama mücadele alanında öncelikli gündemler oluyor. Örneğin sınıf mücadelesini birinci sırada gördüğünü söyleyenler için kimi sorunlar daha arkalarda kalıyor. Oysa cinsel özgürlük “dur biz bir sınıf mücadelesini halledelim gerisi gelecek zaten” diyerek kazanılabilecek bir şey değil. Bir de buna ek olarak cinsiyetçi ya da homofobik olanlar sadece ırkçı değil. Sosyalist olup cinsiyetçi olanlar da var.
Kesinlikle haklısın. Ben biraz da ırkçıların militarist olmalarından, erkeklik kurumunu ve aileyi yüceltmelerinden ve kadınları ‘güçlü’ ve ‘ahlaklı’ bir nesil yetiştirmek üzere annelik pozisyonunda konumlandırmalarından dolayı homofobik olduklarını düşünüyorum. Yani eşcinsellik büyük Türkiye’yi ve yeni ‘güçlü ve erkek’ nesilleri üretecek ideallere çomak sokuyor onların gözünde.
Selin: Evet evet, haklısın.
Futbol bir endüstri demiştik yukarıda ama iş bunu söylemekle bitmiyor. İnanılmaz bir popülariteye de sahip. Yani devasa stadlar var, devasa taraftar grupları var. Stada gitmeyen evde ya da kafede izliyor maçı. Tüm egemen cinsiyetçi milliyetçi fikirler en geri halleriyle sloganlaştırılıyor ve bu kollektif bir şekilde yapılıyor.
Selin: Evet, endüstri olması meselesi gayet küresel bir gerçek. Tüm dünyada bu böyle. Fenerbahçe bir spor klubünden ziyade bir şirket aslında. Diğer meseleye gelince birkaç örnek verelim. Türkiye İzlanda maçında saygı duruşu ile başlayan maç arkasından “Şehitler ölmez vatan bölünmez” ve arkasından tekbir sloganlarıyla devam ediyor. Türkiye’de bütün maçlar İstiklal marşı ile başlar. Bu seremoninin bir parçasıdır. Bu aslında 90’ların başında oluşan bir gelenek. Öncesinde Diyarbakırspor’la yapılan maçlarda daha münferit politik eylemler gibi olan İstiklal marşı okumaları 90’larda savaşın tırmanmasıyla birlikte seremoniye dahil edildi. Yani futbol çok politik bir alan. Bir ideolojik aygıt aynı zamanda. Diyarbakır maçları Türkiye içinde yapılan bir maç gibi değildir hiçbir zaman. Biliyorsun futbol sahası biraz da savaş alanı gibi görülür. O top da aslında bir silahdır. Diyarbakır maçları bu anlamda özeldir. Milli duyguların kabardığı ‘düşmana’ karşı birleşildiği maçlar. En son örneği biliyorsun. “Çocuklar ölmesin” diye pankart açanlara ceza verilirken Eskişehir tribünlerinde “Aşk bodrumda yaşanıyor güzelim” yazanlara ceza verilmedi. Verilmeyecek tabii ki. Bugün profesyonel futbol içerisinde bu durumun en çok ceremesini çeken takım Amedspor. Çok büyük para cezaları ödüyorlar. Deniz Naki 12 maç ceza aldı vs.
Futbol tribünleri dediğin gibi çok politik mekanlar. Bunları konuşurken aklıma Gezi geldi. Gezi eylemleri başta Çarşı olmak üzere taraftar gruplarının daha muhalif bir tutum almasına ve kısmen cinsiyetçiliği de sorgulamasına sebep olmuştu. Toplumdaki mücadele tribünlerde de karşılığını bulmuştu sanki. Sadece tribünün içinden futbolu değiştirmek imkansız ama daha büyük mücadele oradaki politik söylemi etkileyebiliyor. Ne dersin?
Selin: Tabii tabii. Tribün toplumun bir şekilde yansıdığı bir alan. Bugün Sur’da ve Cizre’de yaşananlarla ilgili açılan pankartlar işte. Toplumdaki barış isteği de var futbolda, milliyetçiliğin en cinsiyetçi hali de. Yani azınlık/çoğunluk terimlerini çok kullanmak istemiyorum ama toplumun ötekileri stadda da öteki. Kadın cinayetlerinde Türkiye biliyorsun en üst sıralarda. Bakıyorsun tribünlere, cansız kadın mankeni yakılıyor. Temsili olarak bir kadın bedeni yakılıyor. Nasıl toplumda homofobi varsa tribünde de var. Nasıl toplumla cinsiyetçilik varsa tribünde de var. Ya da bir taraftar grubu azınlıksa bu tribünde de böyle. Şimdi bir çok alternatif taraftar grubu tribünleri boykot ediyor. Pasoligi protesto ediyor. Beleştepe, KaraKızıl vs tribünlere gitmiyor.
Bir de tribünler %99’u erkeklerden oluşan mekanlar. Erkekliğini yeniden üretmek isteyenler için çok uygun bir ortam. Küfür zaten mekanın raconu gibi. Erkeklik denilen şey orada hem inşa oluyor hem de çok çabuk üretiliyor. Biri çok ağır cinsiyetçi bir küfür etse kimse dönüp “ya bu çok ağır oldu” demez. Çünkü orda güçlü bir erkek dayanışması kuruluyor. Geçenlerde Lokomotif Moskova -Türkiye maçına gitmiştim. Maça gözlemci olarak gittim. Ve bulunduğum yer kale arkası tribünü değildi. İnanılmaz küfürler ediliyordu. Yani küfür sadece de kale arkası taraftar grubuna ait bir şey değil.
Toplumda erkeklerin de kendilerini iyi ve güçlü hissetmek için kullandıkları bir mekan sanırım tribünler. Ya da taraftarlık genel olarak böyle. Toplumda ezilen vs bir erkek olabilirsin. Ama oraya gittiğinde bu duygunun yerine başka bir duygu geçiyor değil mi?
Selin: Bir rengin taraftarı olmak aidiyet hissini güçlendiriyor. Örneğin Fenerbahçe taraftarısın ve sarı-lacivert renklerin altında toplanmış bir grup erkekle kendini aynı yere ait hissediyorsun. Grup psikolojisi ve erkek dayanışması var. Bir toplamın parçası olmak güçlü hissettiriyor. Örgütlenmek gibi biraz da. Biriyle bir araya geldiğinde duyguların boşalımı daha rahat oluyor. Bir yandan da erkekliğin yaralarının agresifçe sarıldığı yerler oralar. Bir yerde yazıyordu. İşyerinde ezilirsin işçi olarak. Sonra gider patronunla tribünde küfredersin. Yani orda eşitlenmişlik hissi yakalarsın. Bir rengin parçasısın ve kendine güvenli hissedersin.
Selin son sorum da maskülenlikle ilgili olacak. Ben kişisel olarak da kadın maskülenliği ve trans erkek maskülenliği üzerine biraz kafa yoruyorum. Çok sıklıkla erkek maskülenliğinin taklidi gibi görülebiliyor bu maskülenlikler. Erkek biyolojik bedenine bahşedilmiş bir ayrıcalık var ve bu alana lezbiyen ya da değil kadınlar girdiğinde hem kadınlığın sorgulanabilir bir hal alıyor hem de maskülenliğin. Bu iki uçtan da çok sorunlu değil mi?
Selin: Aslında futbol özelinde konuşursak şöyle bi şey yok. Futbol, içine girdiğinde erkek rollerini benimsemen, erkeksi olman gereken bir spor değil. Aslında erkeklerin elinde gelişmiş bir spor ve tarihsel olarak erkeksilikle özdeşleştirilmiş ama aslında futbol oynamak için erkeksi olmana gerek yok ki. Boks falan olsa, ki onu bile sorgularım, anlayacağım da futbol da neyi yapmak için erkeksi olmak gerekiyor, biri bana bunu izah edebilir mi? Hangi hareketi yapmak için erkeksi olmak lazım? Messi erkeksi olduğu için mi iyi bir futbolcu, iyi tekniği olduğu için mi? Bu söylediklerimin senin sorunla şöyle bir ilişkisi var. Futbol bir alan olarak o kadar katılaşmış ve erkekleşmiş ki feministlerin ya da LGBTİ’lerin çekincesi de bu olmuştu başlarda. Futbol oynanırken de konuşulurken de erkek. Hatırlarsın belki 2012’de Ümit Özat’ın katıldığı bir programda bir kadın spor spikeri soru falan soruyordu. “Ben kadınlarla futbol konuşmam” deyip Ümit Özat stüdyoyu terk etmişti. Kadının işi futbol muhabirliği. Yıllardır futbolu takip ediyor vs. Ama kadın olman futbol konuşamaman için yeterli sebep. Kadınların sadece oynaması değil futbol hakkında konuşması da kabul edilebilir değil. Şey muhabetti vardır. Yıllardır bıktık artık bundan da yeri geldi söyleyeyim. “Kadınlar ofsayti bilmezler” muhabbeti. Bu kadar basit bir kuralı bu kadar büyüttüğü için utanmalı bunun dalgasını geçen erkekler. Nesi karmaşık olabilir bu kuralın. Bu dalga geçme ve kadın zekasının aşağılama hali de zaten kadınları o alana almak istememekle ilgili. Orada hem mekansal (saha, stad) hem de söylemsel (hakkında konuşmak) bir üstünlük var ellerinde ve bunu kaybetmek istemiyorlar. Kadınlara ne oyna ne konuş ne de taraftar ol deniyor. Galiba bana cezbedici gelen yer burası.
Sportif Lezbon olarak bu alana girdikten sonra güzel tepkiler de alıyoruz. Bu arada şunu da söyleyeyim. Bizim takımda erkekler de oynuyor. Tüm yönelimden erkeklere açığız. 7 kişiden en fazla üçü erkek olabiliyor ama birlikte oynuyoruz. Özgür Lig’in çeşitli kuralları var. Sert oynamayacaksın, cinsiyetçi olmayacaksın falan gibi. Bu uzlaşı metnine uyduğu müddetçe erkeklerle de oynuyoruz. Ama kadınlara daha çok kadroda yer vermeye çalışıyoruz.
Sportif Lezbon’un kuruluşu ve kadınların diğer muhalif gruplarla birlikte sahalara çıkması çok bariz cinsiyetçi eylemlere, sembollere vs karşı da hızlı bir refleks örgütlenmesi anlamına geliyor değil mi? Örneğin sosyal medyada Sportif Lezbon adına senin kaleme aldığın bir basın bildirisi çokça paylaşıldı (Sportif Lezbon: Kanımızın erkekliğin ’gurur simgesi’ olmasını kabul etmiyoruz! - http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=21206). Bu konuda ne diyorsun?
Selin: Hikayesini yazmıştım bildiride. 2001’de Fenerbahçe 24 maç üstüste hiç evinde yenilmemiş. O maçta iste Beşiktaş’a yenilmiş. Beşiktaş taraftarları sanırım maça o çarşafla gitmişler. Çarşafın ortasında kan lekesi anlamına gelen büyükçe bir kırmızı daire var. Mesaj “24 maçtır koruduğunuz bekaretinizi bugün bozduk”. Bu çarşaf maçtan 4-5 gün önce stadın kenarına asılmış deniyor. Futbol etrafında oluşan erkeklik dayanışması hakareti ve aşağılamayı hep kadın bedeni üzerinden yapıyor. Kadın bedeni yakarak, bekaret simgesi çarşaf asarak ya da küfür ederek dayanışma ve düşmanlık dinamiklerini işletiyorlar. Aslında bizi şaşırtmıyor bunları görmek. Sadece iğrençlikte ancak bu kadar yaratıcı olunabilir diye düşünüyorum. Bir çok erkek aynı zamanda evlendiğinde bakire bir kadınla evlenmek ister. Anlamadıkları şey şu. Biz bedenimizdeki kandan utanmıyoruz ki, asıl siz neden bundan gurur duyuyorsunuz?
Brezilya maçındaki tecavüz esprileri de böyle değil mi?
Selin: Evet haklısın. Hrant Dink öldürüldüğünde Tranzonspor taraftarları beyaz bereyle tribüne gelmişlerdi. Ogün Samast’ı desteklemek için. Yani işte yeniden görüyoruz. Toplumun tüm ötekileri, Ermeniler, eşcinseller, translar, kadınlar, Kürtler tribünde de aşağılanıyor. Gençlerbirliği 10 Ekim’den sonra “Barış Kazanacak, 10 Ekim’i Unutma” gibi bir pankartla çıktı maça. Bir katliam oldu Türkiye’de. Ve yetkililer de hatırlarsın “bu saldırı Türkiye’ye yapılmıştır” diyordu. Ama bu saldırıyı kınayan pankartı açan taraftarlar gözaltına alındı, para cezasına çarptırıldı. Hani Türkiye’ye yapılmıştı diye sorası geliyor insanın.
Selin, bu taraftar grupları içinde cinsiyetçiliğe ırkçılığa karşı olan erkekler de aslında erkeklik kurumunu içerden eleştirmiyorlar mı?
Selin: Özgür Lig içinde erkeklerle Cinsiyetçi Dil atölyesi yapılmıştı. Özgür Lig kadınları yürütmüşlerdi bu atölyeyi. En son yazdığımız çarşaf yazısını KaraKızıl, Taşra vs kendi sitelerinden de paylaştılar. Ve kendileri de eleştiren şeyler yazdılar. “Bu erkekliği, bu tecavüz kültürünü biz de reddediyoruz” gibi bir yerden onlar da eleştirdiler. Tam da bu yüzden bu gruplarla birlikte Özgür Lig’de oynuyoruz. Ama sürekli mücadele etmeye devam etmek lazım. Taraftar grupları homofobi karşıtı yürüyüşümüze geliyorlar. Bunu azımsayamayız. Ama cinsiyetçiliğe ve homofobiye karşı sürekli mücadele gerekiyor. Futbol gibi bir alanı onlarla birlikte dönüştürücez. Ama bu mücadelede yine merkezde biz varız diye düşünüyorum. Sportif Lezbon kaleme aldı o bildiriyi. Çünkü buna içerden ilk tepki verecek kadın grubu bu grup. O yüzden burda olmak önemli. “Biz bu alandayız, haddinizi bilin” demek önemli içerden.
Baktığın zaman Türkiye’de 100 tane kadın futbol takımı var. Bu ne demek biliyor musun? Hiç az değil. Her bir takımın 25 kişilik kadrosu olsa binlerce kadın. Kadın futbolcularla arada röportaj yaparlar. Takvim gazetesi bir röportaj yapmış Konak Belediye Spor’dan bir kadın futbolcularla. Konak Belediye Şampiyonlar Ligi’ne giden tek kadın takımı oldu geçen sene. Belediye destekliyordu takımı. Geçen sene belediye bütçeyi kesti. İyi oyuncular takımı terketti. Antrenörsüz kaldı sanırım bir süre. Ve nihayetinde Türkiye’nin en iyi ilk üç kadın futbol takımından biri de başarısızlığa mahkum edildi. Burda parantezi kapatıp röportaja geri döneyim. Takvim gazetesi turnuvaya gitmeden önce yaptığı bu röportajı spor sayfasında değil magazin sayfasında yayımladı. Neden çünkü ‘kadın var’. Neden çünkü ‘meme’ var J Haberi yapan da “Sizin bu turnuvaya dair planınız nedir?” gibi bir yerden haber yapmıyor. Spora dair ya da yapacakları müsabakaya dair sorular sormuyor. Gayet magazinel sorular soruyor. Ne diyor mesela “Maça çıkmadan ne tür hazırlıklar yapıyorsunuz?” diye soruyor. Talihsiz cevaplar şöyle geliyor “Fön çektiriyorum”. Sonra da ekliyor “Maç sonuna kadar fön kalmıyor tabii” J Yani kadınlarla yaptıkları işi konuşmamak için kırk dereden su getiren bir magazinel bakış. Kasıt yok mu burda şimdi? Bal gibi de var. Sorular sürekli “Ne kadar kadınsın?” üzerinden. Aslında “Ben senin yaptığın şeyle ilgilenmiyorum” mesajı veriyorlar.
Tabii, futbol oynamak kadınlığa zeval getiren bir şey olduğu için kadın olduğnun kanıtlanmasını bekliyor muhabir.
Selin: Tabii tabii. Örneğin oyunlar şunu söylemek durumunda hissediyor “Futbolcu olduğumuz için bir miktar kasımız var ama o kadar rahatsız edici düzeyde değil”. Yani “Kadın bedenime zeval gelmiyor” demek zorunda kalıyor. Şimdi ben de ordan geldiğim için bu kadın futbolcularla temas etmeyi çok istiyorum. Çok ihtiyacımız var bence buna. O kültürü biliyorum. Bir kadının sahaya girmesiyle bir erkeğin sahaya girmesi farklıdır. Özne olarak giriyorsun oraya ama ne kadar özne olmana olanak veriliyor, gerçekten özne olabiliyor musun soruları önemli. Bir ay önce TRT Okul’da bir röportaj vardı Milli takımın kalecisi Ezgi Çağlar’la. Ben de tanıyorum Ezgi Çağlar’ı futbol oynadığım zamanlardan. Onunla Bülent Korkmaz’ı çıkarmışlar kanala. Galatasaray’ın efsanevi kaptanı. Bülent Korkmaz’a spiker gayet sporla ilgili sorular soruyor. Ezgi Çağlar’a şeyi soruyor. Kadın yıllardır futbol oynuyor. Milli futbolcu. Ve milli takımın kalecisi. Mesleğinin zirvesinde yani. Daha ne olabilirsin ki? Soruya şöyle başlıyor “Şimdi sen kadın olarak….” J Kaleciler istedikleri renk formayı seçebiliyorlar. Soru şöyle devam ediyor “Şimdi sen kadın olarak ojenle formanı aynı renk seçiyorsundur, değil mi?” Ezgi Çağlar da ne yazık ki bu soruya prim vermek zorunda kalıyor. Oysa “Böyle yapıyor olabilirim. Bunda hiçbir sorun yok. Olamaz da. Ama ben kariyerimin zirvesinde bir kadınım. Bana başka sorularla gel” diyemiyor. Erkek futbolcuların bir çoğu estetik, saç stili, dövme vs gibi imaj kaygılarına sahip ama onlara sorular burdan gelmiyor.
Çok teşekkürler Selin röportaj için. Çok keyifliydi.
Selin: Ben teşekkür ederim. Ben de çok keyif aldım.