“Sadece Kürt kadınları için geçerli değil tüm kadınlar kendi hayatlarına yön verebilir ve başaramayacakları şey yoktur diye düşünüyorum. Şimdi kadınlar daha güçlü, kadın bilinci daha güçlü.”
Kürt hareketi içerisinde mücadelenin çeşitli saflarında yer alan Axin Zozan, Kürt kadınlarının mücadeleyle geçirdikleri değişimi ve kadınların neden olduğu toplumsal değişimleri kendi hayatından yola çıkarak Marksist.org’a anlattı.
Cinsiyetçilik konusunda ne düşünüyorsun ve senin hayatın, mücadelen açısından bu ne anlama geliyor? Biz seninle 2015 yılında tanıştık ve sen BDP ilçe eş başkanıydın.
Van’da doğmuş bir Kürt kadını olarak, o dönemler kadınların bir köle gibi yaşadığını biliyorum. Benim dönemimde (şimdi 40 yaşımdayım) küçük yaşta evlenmeyip gerilla olan arkadaşlarım da oldu.
Kadına hiçbir zaman bir şey sorulmazdı. Babaya sorulurdu her şey. “Bize kızını verir misin?” diye sorarlardı. Genellikle cevap “bir kızdır sana kurban ettim” olurdu. Başlık da verilirdi. Kıza sorulmadan kız evlendirilirdi. Köle yaşantısı başlardı böylece. Kuma olurlardı. Çocukları olmazsa başka birisini kuma getirirlerdi. Kürt kadını kendini böyle gördü. İntiharlar olurdu.
Biz ben küçükken bir aile olarak hep beraber hiç yemek yemedik. Ailede on çocuk vardı ben ailenin en büyük çocuğuyum. Amcamlar da bizimle yaşardı. Annemler yemekleri hazırlardı, yemek salona getirilirdi, önce erkekler yerdi. Sonra yemek diğer odaya, kadınların olduğu odaya götürülürdü ve kadınlar yerdi. Eve mesela bir erkek geldiği zaman kadın o odaya girmezdi. Çünkü kadın diye bir şey yoktu, ailenin hizmetini yapacak, erkeğin dediğini yapacak birisi olarak vardı. Bir köle gibi yaşardık. Mesela annem evlendikten sonra köyleri yakın olmasına rağmen doğduğu eve gitmedi belki on yıl filan geçmesi gerekti. Kadın bir kez evlendi mi doğduğu eve gidemezdi, göndermiyorlardı.
Kadınları okutmazlardı. Beni bile babam okutmadı. Dördüncü sınıfa zorla gittim. Erkek kardeşime defter kalem alırdı, amcamın oğlu da okurdu. Bana defter kalem alınmadı. Ben kardeşimin yazılarını yazardım onlar bana defter verirdi. Ben de okumak isterdim. Ama maalesef okutmadılar. Evleneceksin dikiş nakış kurslarına git derlerdi. Babamdan şiddet görmedik. Ama ailesinden gelen bir gelenek olduğu için hiçbir zaman istediğimiz bir yere gidemiyorduk. Her zaman baskı altındaydık.
90”lı yıllarda Kürt hareketinden kadın arkadaşlarla tanıştım. O zaman bir kadın olduğumu ve bir değerim olduğunu anlamaya başladım. Ben küçük yaşta evlenmek istemedim. Genellikle 15 yaşında kızlar evlenirlerdi o zamanlar. Babamdan özellikle evlenmem konusunda bir baskı yoktu ama çevrede niye kızını falancanın oğluna vermiyorsun diye devamlı bir sorgulama vardı. Etrafımda benim yaşlarımda evlenmiş kadınların hayatlarına baktığımda, “çocuğum olacak ve ben de böyle yaşayacağım acaba hayat bu mudur, nedir?” diye soruyordum. Okumak istedim ama okula gidemiyordum. Elimize çok kitap geçmiyordu ama elime bir gazete geçtiği zaman o gazeteyi keserdim okurdum. Elime geçen her şeyi okumaya çalışırdım.
DEP kurulduğunda babamın kuzeni partiliydi. Ben de onlara gittiğimde partiyle tanıştım. Hatip Dicle, Orhan Doğanların zamanındaydı. Onlarla mahalle çalışmalarına katılmaya başladım. O zaman partili kadın arkadaşlarla kadın ayrımcılığı ve diğer konularda konuşmaya başladık. O zamana kadar doğal gelen birçok şeyin doğal olmadığını fark ettim. İçim de şüphelerim olsa da benim de hayatım herkes gibi olacak diye düşünürdüm. Çünkü okumamışsın, o çevrede yaşamışsın.
Mahalle çalışmalarında, çevre köylerine gittiğimizde başka odada oturan kadınları erkeklerin oturduğu odalara getirmeye başladık ve aynı odada herkesle birlikte konuşuyorduk. Köydeki ağalık sistemi yavaş yavaş bu değişimlerden etkilenmeye başladı. Benim de kafamda bazı şeyler daha netleşmeye başladı. Kıymetimizi hissetmeye başladım. "Kıymetimizi erkekler elimizden aldığı için bilemiyoruz, işte budur!" dedim. Bu çalışmalara katılmama ailem karşı geliyordu ama ben başka nedenler bulup Van merkeze gidiyordum. Arkadaşlarla çalışmalarımızı devam ettiriyorduk.
Bu arada unuttuğum bir şey var onu söylemek istiyorum. On bir yaşındaydım, babamın amcası iki gelinini dövüyordu. Bizim önümüzde dövüyordu. O sahneyi hiçbir zaman unutmadım. Bazen kadınlar öldürülüyordu da. İki sene önce Van’a gittiğimde babamın amcası 100 yaşındaydı ve hâlâ kimse onun karşısında konuşamıyordu, ben ise “tanımıyorum bu adamı, on bir yaşındaydım gelinlerini nasıl dövdüğünü, hâlâ o günleri unutmuyorum,” dedim. Şu anda pişmanım diyordu ama ben affetmiyorum dedim. Aslında Kürt erkeğinin değişmesinde de Kürt özgürlük hareketinin önemli bir etkisi oldu. Sayın Öcalan’ın bunda etkisi büyük. Eğer hareket olmasaydı bu durumun değişmesi çok zor olurdu. Ağalık sistemi çok yaygındı. Mesela benim annem çocuğunu kayınpederinin yanında kucağına alamamıştır. Babam mesela bizi sevmemişti yani sevgi göstermemişti. Şimdi çok şey değişti. Bundan on beş sene önce halaylarda, düğünlerde kadın bulamazdın. Erkekler halay çeker kadınlar otururdu. İki sene önce Van’a gittiğimde erkekler oturuyor, kadınlar halay çekiyordu. Eskiden annem babama sormadan bir yere gidemezdi. Şimdi bir yere giderken, “geliyor musun, ben gidiyorum,” eğer gelmezse de “yemek ocakta ben gidiyorum” diyor.
İstanbul’a 2009 yılında erkek kardeşlerimin okullarından dolayı geldik. Ben İstanbul’da yaşamaya devam etmeye karar verdim. Artık ailemle yaşamayacağım dedim. Öcalan “yalnız yaşamayı bileceksiniz, yalnız ölmeyi de bileceksiniz” diyordu bir kitabında. Erkek kardeşim evlendikten sonra ben artık onlarla beraber yaşamak istemedim. Bu arada ben de İstanbul’da hayatımı yavaş yavaş kurmaya başladım. 2011 yılından itibaren parti çalışmalarına katılmaya başlamıştım. Yengem “ayrı eve çıkma beraber oturalım” dedi. Ben de “hayır, ben artık kendi yaşamım olsun istiyorum” dedim. Kardeşim isteğimi anlayışla karşıladı. Ama bu kararımı babam duydu. Şimdiye kadar ailede hiçbir kadın ne tek başına oturmuştu ne de sadece kadınlar olarak ayrı oturmuşlardı (benim yanımda kız kardeşim de kalacaktı o zamanlar) ne de böyle bir isteği dile getirmişti. Babam “neden ayrı bir eve çıkıyorsun” diye sorunca “ben artık kendi ayaklarımın üstünde durmak istiyorum, artık ne senin ne de erkek kardeşimin kanadı altında yaşamak istemiyorum” dedim. Babam “bu nasıl olur, ben çevreme bunu nasıl anlatırım” dedi. Ben “ne senin ne de kardeşimin namusuyum dedim. Ben kendimin namusuyum, bu hayat benim, bu beden benim” dedim. Benimle iki ay konuşmadı ben de aramadım. Ama sonra bir gün kalkıp İstanbul’a geldi ve “evet artık bunu kabulleniyorum” dedi.
Mücadelemi kazandım. İstanbul’daki tanıdıklar da arıyordu. Onlar da nasıl oturacaksın diyordu. Ben sadece Kürt kadınları için geçerli değil tüm kadınlar kendi hayatlarına yön verebilir ve başaramayacakları şey yoktur diye düşünüyorum. Şimdi kadınlar daha güçlü, kadın bilinci daha güçlü. Erkek egemen zihniyetin kadını bir birey olarak ve en önemlisi eşit olarak görmesi gerekiyor. Kadınların örgütlenmesi önemli, güçlerini birleştirmeleri lazım.
Röportaj: Sibel Erduman