Marksizm 2018’in son gününde göçmenler, Marx’tan sonra Marksizm, Kürt sorunu ve özgürlükçü alternatifin nasıl yaratılacağı konuşuldu.
1992 yılından beri düzenlenen Marksizm toplantılarının 2018’deki son gününde göçmenlere dönük ayrımcılık, barışın nasıl kazanılacağı, Marx’tan sonra Marksizm ve özgürlükçü bir alternatif için mücadele konuşuldu. 6 Mayıs Pazar günü yapılan toplantılarda öne çıkan konuşmalar şöyleydi:
Göçmen düşmanlığı, ayrımcılık ve nefret söylemi: Irkçılığı durdurabiliriz
DSİP’ten Deniz Güngören, yazar Alev Erkilet ve Suriyeli aktivist Mulham Samir’in konuşmacı olduğu toplantıda göçmen düşmanlığı ve ayrımcılık çok boyutlu olarak konuşuldu.
Deniz Güngören: “Mültecilerin hakları için mücadelemiz uluslararası olmalı”
Irkçılık önyargılarımızın, korkularımızın siyasileşmiş bir hali midir, yoksa sistem tarafından empoze edilen bir davranış şekli midir, bu soru önemli. Trump’ın başarısında ırkçılık vardır, denir. Baskılar kapitalizmden önce de vardı. Ama ırkçılık kapitalizm ile ilişkilidir. Afrika’ya ilk giden seyyahlar siyahlarla ticaret yaptılar eşit ilişkiler kurdular, ama ne zaman köle emeği para eder oldu, aynı zamanda ırkçı fikirler de yayılmaya başladı, mağdur beyaz hikâyeleri anlatıldı.
Bugün göçmenler dışlanıyor, ırkçı davranışlara maruz bırakılıyor, Müslüman oldukları için islamofobi yaygınlaşıyor. Çünkü Avrupa’ya ABD’ye gitmeleri, “zenginliklerden yararlanmaları” istenmiyor. Hâlbuki insanların evlerini bombalayıp, yok edip onları zorunlu göçmen yapanlar da aynı Avrupalı devletler ve ABD. Avrupa göçmenlere karşı ırkçılık yaparken reformist sol etkisiz kaldı, faşizmin sesi daha çok çıkar oldu.
Türkiye en çok göçmen barındıran ülke, 2 yıl önce Avrupa ile ırkçılık kokan bir göçmen anlaşması imzaladı. Para karşılığı göçmenlerin Avrupa’ya geçişini engellemeye başladı, sınırlarına duvar ördü. Muhalefet ise iktidardan daha fazla göçmen düşmanlığı yapıyor. Suriyelilere vatandaşlık verildiği yalanını yayıyor. Suriyeliler 5 yıldır Türkiye’de yaşıyorlar, onlara elbette vatandaşlık verilmeli. Muhalefet ayrıca Esad taraftarlığı yapıyor. Esad’ın kimyasal silah kullanımlarını, işkencelerini görmezden geliyor.
Göçmenlere yardım kuruluşlarının çabaları takdire değer. Göçmenler çoğumuzun hayal edemeyeceği koşullarda yaşıyor, ucuz işgücü oluyor. Irkçılık ve faşizme karşı, mültecilerin hakları için mücadelemiz uluslararası olmalı. Göçmenlerle dayanışma ağları kurmalı, bunları dünyadaki diğer ağlarla ilişkilendirmeliyiz.
Alev Erkilet: “Suriyelilere yönelik sömürü deşifre edilmelidir”
Kalıp yargı, ön yargı her kültürde vardır, bununla mücadele etmeliyiz. “Rengi esmer olan herkes Suriyelidir” demek bir kalıp yargıdır, elbette yanlıştır, ama böyle düşünen çoktur. Kalıp yargılar, ön yargıları kışkırtır. Kalıp yargı bilişseldir, ön yargı duyusaldır. Ayrımcılık, tüm bu yargıların eyleme dökülmüş hâlidir. Mesela sınırlara duvar örmek, yasaları serleştirmek gibi. Yanlış fikir ve inançlar, yanlış hareketlere, ayrımcı uygulamalara neden olur. Kişi mahallesinde Suriyelilere ev verilmemesini ister, bu kalıp yargıdır, kendisi de vermez, bu ayrımcılıktır.
Urfa’da yapılan araştırmalarda halkta Suriyelilere yönelik bir kalıp yargının olmadığı görülmüştür, çünkü herkes akraba. Ama orada da suiistimal çok yaygın, Suriyeli kadınlar para karşılığı ikinci, üçüncü eş olarak satılıyorlar.
Yani kalıp yargı, ön yargı olamasa da, göçmenlerin konumu güçlendirilmez ise suiistimaller başlıyor, mafyalar türüyor.
Aynı mahallede oturan Türkiyeli ve Suriyelilerin ön yargılarını aştıkları, daha hızlı kaynaştıkları görülüyor.
Ders kitaplarındaki, medyadaki ırkçı, ötekileştirici ifadeler engellenmelidir.
Suriyelilere yönelik sömürü deşifre edilmelidir.
Ortak mekân deneyimleri oluşturulmalıdır.
Mulham Samir: “.İnsanlığın gelişimi için ırkçılıkla sürekli mücadele etmeliyiz”
Göçmenler zaman zaman ayrımcılığa maruz kalıyor ama pek çok kurum ve insan da kapılarını göçmenlere açmış durumda. Yabancı düşmanlığına karşı tavır almak gerekir, ırkçılık cezalandırılmalıdır. İnsanlığın gelişimi için ırkçılıkla sürekli mücadele etmeliyiz.
Suriye’de devleti elinde bulunduran çete, ırkçılık yapmaktadır. Suriye halkının özgürlüğü için rejimin gitmesi gerekir.
Marx’tan sonra Marksizm
DSİP MYK üyesi Şenol Karakaş ile araştırmacı, yazar ve aktivist Foti Benlisoy’un konuşmacı olduğu toplantıda Stalinizm ile Marksizm’in birbirlerine karıştırılması eleştirildi. Bellek mücadelelerinin önemine vurgu yapılan toplantıda Marksizm’de işçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağının altı çizildi.
Şenol Karakaş: “İşçi sınıfını merkeze almak gerekir”
Tony Cliff, 1950’lerde yazdığı Rusya’da Devlet Kapitalizmi isimli kitabında şöyle der: SSCB devlet kapitalistidir, işçi sınıfı bu devleti bir gün yıkacak. Bugün dünyamızda pek çok Marksizm var. Biz kendimizi Marksist olarak nitelendiriyoruz, diğer anlayışlar da kendilerine Marksist diyor. Şöyle Marksist sol anlayışlar var: Kuzey Irak’ta referanduma karşı çıkıyorlar, Ekmeleddin’e oy istiyorlar, Ermeni soykırım anmasına saldırıyorlar. 15 Temmuz darbe girişimine karşı sokağa çıkan halkı aşağılıyorlar, Suriyeli göçmenleri IŞİD’cilikle suçluyorlar. İslamcıların tamamına gerici diyorlar. Türkiye’deki her iktidara faşist diyorlar. Kemalizme ilerici diyorlar. 68 deyince 15-16 Haziran’ı değil, öğrenci radikalizmini öne çıkarıyorlar. Ulusalcı milliyetçi politikaları savunuyorlar. Sosyalizmi işçi sınıfı dışında arıyorlar.
Bütün bu görüşleri savunanlar da Marksist, biz de Marksistiz, bunun sebeplerini tartışmak gerekir. Marx’ın üç konudaki analizleri önemlidir, kapitalizm, işçi sınıfı ve enternasyonalizm.
Marx, kapitalizmin en önemli unsurlarının birikim ve rekabet olduğunu, artı değer sömürüsünün de kapitalizmi besleyen kaynak olduğunu söyler.
Marx, işçi sınıfının devrimi yapacak en uygun sınıf olduğunu, sayısının sürekli artacağını söyler, bugün dünyada 1,6 milyar işçi var. İşçi sınıfının devleti ele geçirmesini değil, yıkıp yerine aşağıdan işçilerin öz örgütünü, “devlet olmayan devletini” kurmalıdır, der.
Marx, enternasyonalist olmayan bir politika savunmaz. Tek ülkede sosyalizm olmaz, der.
Stalinizm, Lenin’den sonra Bolşevik Partisinin kadrolarını fiziken yok etti, Komünist Enternasyonal’i, Rusya’nın dış ilişkiler bürosu haline getirdi. Bütün bu yapılanlar karşı devrimdir. 68’de Prag’a tanklar girdiğinde Marksistler bu işgale karşı çıkmak zorundaydı. Stalinizmin solculuk olarak görülmesi, milliyetçiliğin, ırkçılığın, militarizmin önünü açar. Milliyetçiliği değil, işçi sınıfını merkeze almak gerekir.
Foti Benlisoy: “Bellek mücadelesini kazanmalıyız”
Marx’ın 200. doğumunu kutladık, yıldönümler bellek mücadelesi açısından önemli. Netflix’de Ekim devrimi dizisi var, dizide şöyle bir ana fikir var: İnsanlığın durumunu daha iyiye götürme iddiasındaki bütün müdahaleler, onu daha kötü hâle getirmiştir.
Arthur Koestler, Gün Ortasında Karanlık kitabında 1936-37 SSCB’sini anlatır. Bu dönemde Bolşevik Parti üyesi 750 bin kişi öldürülmüştür, roman kahramanı Rubaşev sorgusunda önce iddialara karşı çıkar, sonra ikna olur, itiraf eder, idam edilir. Koestler şu sonucu okuyucuya aktarır: Bolşevik Parti, 1936-37’de intihar etti, çünkü sorgulayan da sorgulanan da aynı parti üyesi, birisi diğerinin yerinde olabilirdi. Hep birlikte ölüme doğru gittiler.
Bugün çevremizde duyabileceğimiz bazı galat-ı meşhurlar var, ben onlardan bazılarını açıklamak istiyorum:
Günümüzde sosyalizmin itibar kaybını engellemek için, 1917-30 arasında yaşananların hesabını sormak zorundayız. Bugün dünyada komünizmi, faşizm ile eşitlemeye, komünizmi katliamcı, baskıcı diktatörlük olarak mahkûm etmeye çalışanlar var. AB’nin bir kurumunda bu yıl, 1917 Ekim devriminin kurbanlarını anma toplantısı yapıldı. Toplantı Ekim devrimi sırasında ve sonrasında komünistlerin öldürdüğü iddia edilen 100 milyon kişi için yapıldı. İlgili komiserlik, Ekim devriminin insanlık için ne kadar zararlı bir gelişme olduğunu ders kitaplarında anlatmak gerektiğinden bahsetti.
Günümüzde Bolşevizm totaliter ve komplocu olarak Trump ile eş görülmekte, hatta IŞİD ile kıyaslanmaktadır. Trump’ın şöyle sözleri var: Usame bin Ladin tehlikeliydi, kasetler yayınlıyordu, fikirlerini anlatıyordu, ciddiye alınmadı, sonra dünyanın başına bela oldu. Rus bir avukat (Lenin) de kitaplar yazdı, fikirlerini anlattı, ciddiye alınmadı, o da bela oldu. Avusturyalı ressam (Hitler) benzer şekilde kitap yazdı, ciddiye alınmadı, bela oldu.
Bizler bu anlamda kapitalizmle hafıza savaşı yaşıyor ve bu savaşı kaybediyoruz, bu durumla mücadele etmeliyiz.
Kürt sorunu: Çözümün baharı ne kadar yakın?
Günün üçüncü toplantısı Kürt sorunu üzerineydi. DSİP MYK üyesi Meltem Oral, dilbilimci Necmiye Alpay, Hafıza Merkezi kurucularından Özgür Sevgi Göral ve Hak ve Adalet Platfformu’ndan Reha Ruhavioğlu’nun katıldığı toplantıda barışın, çözüm sürecinin ve HDP’ye verilecek desteğin önemi vurgulandı.
Meltem Oral: “Seçimlerden çözüm çıkmasa bile, çözüme giden yola girebiliriz”
Zor bir dönemdeyiz. Çözüm süreci Ocak 2013’te başladı, pek çok badire atlattı. Son olarak 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de hükümet ile HDP heyeti toplantı yaptı, bir protokol kamuoyuna sunuldu. Üç hafta sonra Tayyip Erdoğan protokolü tanımadığını açıkladı. 7 Haziran’da HDP yüzde 13, AKP yüzde 41 oy aldı. Temmuz’da çatışmalar başladı.
Rüzgar neden terse döndü? O sıralarda Suriye’nin kuzeyine Kürt gruplar egemen oldu. Bu gelişme Türkiye’de bir beka sorunu olarak algılanmaya başlandı.
Bu süreçte en önemli eksiklik, Türkiye’nin batısında güçlü bir barış, çözüm hareketinin olmamasıdır. Bugün barıştan söz etmek yasak, ama çatışmaların sonsuza dek sürdürülmesi mümkün değil. Devlet barış ve çözüm talebini uzun süre göz ardı edemez. Kürt sorununda barış umudu Newroz’da alanlara çıkanlarda, 24 Haziran’da barışa, umuda, Selahattin Demirtaş’a, HDP’ye oy verenlerdedir. Seçimlerden çözüm çıkmasa bile, çözüme giden yola girebiliriz.
Necmiye Alpay: “Etik olarak da barışı savunalım”
Kürt sorununda barış ve çözüm konusunda anladıklarımız pek çok çevre ile zıt. Kürt sorununda tarihsel olarak iki konu öne çıktı: İnsan hakları sorunu, ulusal sorun. 30 yıl önce Kürt sorunu büyük ölçüde insan hakları sorunu idi, bugün ise giderek bir ulusal sorun hâline geldi. Bazı barış aktivistleri, “Kürt sorununda realist olalım, pragmatik olalım, barış ne kazandırır, savaş ne kaybettirir, parasal olarak insanlara anlatalım, böylece barışa ikna olsunlar” diyor. Bence bunu yapalım, ama aynı zamanda etik olarak da barışı savunalım.
Özgür Sevgi Göral: “En asgari demokratik ortam için Kürt meselesinin çözülmesi gerekir”
Kürt meselesi, çatışma değil, siyasal yöntemlerle çözülmelidir. Kürt hareketi bugün kentleşti, orta sınıflara yayıldı. Oy oranı yüzde 4’lerden yüzde 10’lara yükseldi.
Daha önce bağımsızlık talebini öne çıkaran Kürt hareketi, 2004’ten sonra demokratik özerkliği savunmaya başladı. 2013’te başlayan çözüm sürecinde önemli gelişmeler yaşandı, Akil insanlar heyeti, Parlamento çözüm süreci komisyonu oluşturuldu.
Bizler, barış aktivistleri bu sürece yeterince destek veremedik, çünkü pek çok kurum ve kişi, çözüm sürecine destek vermeyi AKP’ye destek vermek olarak algıladı ve anlattı. Türkiye’de en asgari demokratik ortam için Kürt meselesinin çözülmesi gerekir. Çözüm sürecinin ortadan kaldırılmasını özel harp aygıtı gerçekleştirdi, barışı yine devlet görevlileri ile birlikte konuşacağız, buna mecburuz.
Reha Ruhavioğlu: “Barış sadece Kürtlere değil, hepimize lazım”
Çözüm sürecinin başlamasında da, bitmesinde de asıl konu Rojava’dır. Çözüm için içimizde en telaşlımız Öcalan’mış, bunu şimdi daha iyi anladık.
Bugün Diyarbakır giderek toparlanıyor, Sur hâlâ yasak, 7 Haziran’daki oy oranı yakalanır mı bilmiyorum ama 16 Nisan referandumunun üzerinde bir sonuç alınır. Bölgede ilk kez HDP-Hüda-Par ittifakı tartışılıyor. Türkiye’de pek çok sebepten dolayı, Sri Lanka tipi bir çözüm olmaz. Türkiye’de ya siyasi çözüm olur, ya da çatışma hâli devam eder. Çözümün anahtarı Rojava’dır, burada her iki tarafın da beğenmese de razı geleceği, ikna olacağı bir çözüm bulunursa, çözümün önü açılır.
Barış sadece Kürtlere değil, hepimize lazım. İnsanları barışa ikna etmek için, etik ve pragmatik uygulamaları birlikte yapmalıyız. Barış ve çözüm için sağ muhafazakâr iktidarlarla görüşülmesi gerekir. Siyasal çözüm barış demek değildir, barış çok daha uzun sürede oluşur.
Çatışma sürerken de müzakere sürebilir. Kolombiya’da müzakereler sırasında, gerilla örgütünün en tepesindeki isim devlet güçleri tarafından öldürüldü, gerilla örgütü yerine yenisini seçti ve müzakerelere devam edildi.
Silahlı örgütlerle siyaset yapmak, günümüz dünyasında zorlaşmıştır. Kürtler bunu göz önüne almalıdır. Selahattin Demirtaş artık siyasal lider olmalıdır.
Kürtlük sürekli değişiyor, mesele çok daha siyasi hâle geliyor. Devlet ise çok geç reaksiyon veriyor. Mesela TRT Kürtçe, 2010 yılında açıldı, pek heyecan yaratmadı, çünkü özel yayın yapan 20 tane Kürtçe kanal vardı. Hâlbuki 1990’da TRT Kürtçe açılsaydı etkisi çok daha fazla olurdu.
Özgürlükçü bir alternatifi inşa edelim!
Marksizm 2018’in son toplantısı “Özgürlükçü bir alternatifi inşa edelim” başlığını taşıyordu. DSİP üyeleri Meltem Oral, Dila Ak ve Şenol Karakaş ile Yunanistan’daki Sosyalist İşçi Partisi’nden Argyri Erokritou ve BTS eski genel sekreteri İshak Kocabıyık’ın konuştuğu kapanış toplantısında öne çıkan vurgular şöyleydi:
-İşçi sınıfının rolü özgürleşecek bir dünya için önemli.
-24 Haziran seçimlerinde yerli milli koalisyonun dağıtılması için çalışacağız. HDP’ye ve Selahattin Demirtaş’a oy vereceğiz.
-Devrimci Marksistler olarak, sendikalarda, işyerlerinde, tabanda işçileri örgütlemeliyiz. Savaşa, ırkçılığa, sistem dışı bir alternatif oluşturmaya ihtiyacımız var.
-Kürt meselesinde çözüme ve barışa sahip çıkmalıyız.
-Mülteciler çok kötü koşullarda yaşamaya çalışıyor, onlarla dayanışma sağlamalıyız.
-Sendikalarda ve siyasal örgütlerde hiyerarşik yapılar değil, yatay örgütlenmeler oluşturulmasını savunmalıyız.
-Türkiye’de ve dünyada kadınlar sürekli sokaklarda eylem yapıyor. Siyasi iktidar kadınların hem çocuk doğurmasını, hem de üretim sürecine en kötü, güvencesiz koşullarda katılmasını istiyor. Bu dayatmalara karşı mücadelemize kadın erkek birlikte devam edeceğiz.
-ABD emperyalizmi geriliyor, rekabet ve çatışma ortamı güçleniyor. Tüm dünyada gerginlik var, Türkiye bunun üzerine bir de beka sorunu yaşıyor, bu nedenle daha da gergin.
-Erdoğan sürekli söylediklerinden vazgeçen bir pozisyonda, “Erken seçim yok” dedi, yapmak zorunda kalıyor; “IMF’ye borcumuz kalmadı” dedi, IMF’den borç istiyor, “İstikrar” dedi, Genelkurmay Başkanını siyasi uyarı için gönderiyor. Toplum olan bitenden mutlu değil.
-İşsizlik yoksulluk yayılıyor, kadınlar, Kürtler hayatlarından memnun değiller.
-Dünya sağa kayıyor ama eylemler de yükseliyor. Trump İngiltere’ye gidemedi, çünkü milyonlarca kişi eylem yapacaktı. Kadınlar sürekli Trump karşıtı eylemler yapıyor. Ermenistan’da halk başkanı devirdi.
-Bütün bu gelişmeler olurken başarılı olmamız için, Uluslararası Sosyalist Akım’ı büyütmemiz gerekir.
-24 Haziran’da Selahattin Demirtaş’a verilecek oylar, barışa verilecek oylardır.