Marksizm 2018’in üçüncü gününde medya, kadın mücadelesi, Marksizm ve din ilişkisi ve işçi sınıfının mücadelesi tartışıldı.
Marksizm 2018’de üçüncü gün canlı tartışmalarla geçti. Medya, kadın mücadelesi, din ve işçi sınıfının tartışıldığı toplantılarda öne çıkan konuşmalar şöyleydi:
Otoriterleşen dünyada medya
Günün ilk toplantısı “Otoriterleşen dünyada medya” başlığını taşıyordu. DSİP üyesi yazar Roni Margulies, gazeteciler Işın Eliçin ve Murat Çelikkan ile yazar ve araştırmacı Murat Belge’nin konuşmacı olduğu toplantıda kapitalizm ve medya ilişkisi ile mevcut durumda Türkiye’de medyanın geldiği yer konuşuldu.
Roni Margulies: “Medya tarafsız olamaz”
Her çağda egemen görüşler, egemen sınıfın görüşleridir. Bunun böyle olmasını sağlayan araçlardan birisi de medyadır. Ama medya aynı zamanda kapitalist bir işletmedir, kâr etmesi gerekir. ABD’nin en zengin kişilerinin yüzde 10’u medya patronlarıdır. İngiltere’de medyanın büyük kısmı Rupert Murdoch isimli milyarderin elindedir. Aslen Avustralyalı olan Murdoch, son olarak ABD vatandaşı olmuş ve burada da önemli bir medya grubunu satın almıştır.
10 milyar doları aşan mal varlığına sahip gazete patronları, bağımsız ve tarafsız olamazlar. Patronun görüşünün tersi yayın yapan gazeteci işten atılır. Yakın zamana kadar medyanın en büyük patronu olan Aydın Doğan aynı zamanda müteahhit ve enerji sektörü patronudur, tarafsız olamaz, kapitalizmden yanadır. Şimdi satın alan kişi de öyledir.
Yine de reformlar için mücadele nasıl önemli ise, medyanın tarafsız olmasa bile makul habercilik yapması önemlidir, bizler bunu talep ederiz. AKP’nin medyayı ele geçirme davranışı, diğer hükümetlerden farklı değildir.
Işın Eliçin: “Otoriterleşme konusunda Türkiye ile Macaristan çok benziyor”
Devlet her zaman baskıcıdır, ama otoriterleşme günümüzde giderek artmaktadır, mevcut hükümet bu baskıyı daha da artırmaktadır. Otoriterleşme konusunda bize çok benzeyen Macaristan’da iktidar medyayı son yıllarda giderek susturdu ve süreç içinde hemen tümünü satın aldı, satın alamadıklarını yüksek vergilerle, reklam verilmesini engelleyerek iflas ettirdi. Bugün Macaristan’da medyanın nerdeyse tamamı iktidar yanlısı. Macar hükümetini kuran Fides partisi, giderek aşırı sağcı, mülteci düşmanı bir siyasi odak hâline geldi. Macar başbakanı Orban, Türkiye’nin otoriter hükümet yapısının örnek alınması gerektiğini söyledi. Polonya hükümeti de aynı yoldan gidiyor.
Murat Çelikkan: “Medya bir mücadele alanıdır”
Medya son tahlilde sınıflı toplumda egemenlik ilişkisinin üretildiği alandır, ama aynı zamanda bir mücadele alanıdır. Medyanın özgür kaldığı dönemlerde reformlar için mücadele daha kolaydır. Bugün Türkiye’de 121 gazeteci tutuklu, 20’si ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırıldı. Son 6 yılda 20 bin gazeteci, gazeteleri kapatıldığı için işsiz kaldı. Demokrasimiz zaten pek yoktu, ama son dönemde otoriterlik iyice arttı. İdam karşıtlığı, kadın ve LGBTİ hakları için mücadele etmek zorlaştı. İfade özgürlüğü eskiden kapitalizm için gereklidir denirdi, şimdi neoliberal dönemde artık gereksiz oldu, çünkü sermaye otoriter ülkelere de rahatça gidebiliyor.
Medyanın özgür olması demek, her kesim açısından medyanın özgür olması, bağımsız haber üretebilmesi, can ve iş güvenliği olması, toplumsal cinsiyet eşitliği olması demektir.
Günümüzde dijital medya imkanları çok yayıldı, ama tekelleşme de çok ilerledi, örneğin Facebook tüm dünyada çok büyük bir haber tekeli. Eskiden neyin haber olacağına gazeteciler karar verirdi, şimdi her olay sosyal medyada hızla haber haline geliyor. Buna karşılık devletler sosyal medyayı engellemek için pek çok yazılım kullanıyorlar veya resmi kanallardan başvurarak haberleri engelliyorlar. Son bir yılda Facebook’ta 69 bin, Google’da 16 bin haber devletler tarafından engellendi. Türkiye, basın özgürlüğü açısından bu yıl en kötü grupta, Rusya, Çin, Venezüella ve Kamboçya ile birlikte sınıflandırıldı. Macaristan ve Endonezya bizden daha iyi olan bir üst grupta yer aldı.
Medya alanında ortaya çıkan en olumlu gelişme toplumsal cinsiyet konusunda yapılanlardır, gazetelerin bu haberlerle ilgili duyarlılığı olumlu anlamda çok değişti. Bunda gazetecilerin çabaları önemli oldu.
Murat Belge: “Geçmişte asker devletin ideolojik aygıtlarına sahip değildi, bugün Erdoğan medyaya hâkim”
80’li yıllarda Sovyet blokundan gelen gazeteciler, devlet baskısından şikâyet ederlerdi, batılı gazeteciler kapitalist patronlardan şikâyet ederlerdi. Devlet baskısı veya sermaye baskısı olması özgür gazeteciliğin olacağı söylenirdi. Türkiye’de her ikisi de var, dolayısıyla özgür gazetecilik çok zor. Bugün özellikle siyasi otorite basını tümüyle ele geçirmek için adımlar atıyor, buna karşı çıkmak gerekir. Geçmişte darbe yapan askeri kesim, basına yani devletin ideolojik aygıtlarına sahip değildi, o nedenle halk her darbeden sonra askere en uzak partiye oy verirdi. Şimdi Tayyip Erdoğan bu sorunu çözmek, topluma uzun süre egemen olmak için medyayı ele geçiriyor.
Marksizm ve Din
Günün ikinci toplantısında konuşan Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi Sinan Özbek bir süredir çalışmakta olduğu Marksizm ve din ilişkisini konusunda bir sunuş yaptı.
Sinan Özbek: “Marx’ın din anlayışı Kapital’den anlaşılabilir”
Marx, din konusunu Feuerbach ile tartışır, ikisi de Hegel’in öğrencileridir, Marx aynı zamanda Feuerbach’ın da öğrencisidir. Feuerbach’ın Hıristiyanlığın Özü kitabı ilk çıktığında Marx ve Engels çok beğenirler, ama zamanla eleştirileri olmaya başlar, son dönemde ise Feuerbach’ın din konusundaki görüşlerinden tam olarak ayrılırlar.
Din konusunda üç yaklaşım vardır:
-İdealist metafizik din anlayışı
-Materyalist ateizm
-Marksist din anlayışı
Feuerbach’a göre din insanın özü ile ilgilidir. Feuerbach dini insanın içine yerleştirir. Dinin yerine felsefeyi, kültürü koymak gerektiğini söyler. Ateizm bir dindir.
Marx’ın söylediği “din halkın afyonudur” sözü, Marx’ın din teorisiyle ilgili değildir, onu açıklamaz.
Marksist din anlayışı, Kapital’deki metaların fetiş karakteri bölümünden veya artı değer teorisinden çıkarılabilir. Bu din anlayışı Feuerbach’tan tam bir kopuştur.
Marks, dinin aynen dil gibi, antropolojik bir veri olarak ortaya çıktığını söyler. Din tarihsel bir momentte ortaya çıkmıştır, der.
Feuerbach, ölmeden iki yıl önce Alman Sosyal Demokrat Partisine üye olur. Daha sonra din ile ilgili görüşleri Doğu Alman Komünist Partisi tarafından ön Marksizme yerleştirilir. Sonuçta devlet kapitalisti ülkelerde din anlayışı Marksist değil Feuerbachçıdır.
Türkiye’deki Marksistlerin din anlayışı da Feuerbachçıdır. Marksistlerin doğru din anlayışını hayata geçirmeleri için Feuerbach ile hesaplaşmaları gerekir. Egemen sınıfın Türkiyeli sosyalistlere yönelik din algısı çok profesyonelce inşa edilmiştir. Amaçları sosyalistlerle kitleler arasına mesafe koymaktır, onları soyutlamaktır. Sosyalistlerin ateizm savunusu bunu kolaylaştırmaktadır. Marksistler ateist değildir, olmamalıdır.
Engels, 1884 tarihli bir mektubunda aynen şöyle der: “Ateizm sadece olumsuzlamaktadır. Kendisini sürekli dinle ilişkilendirir. Kendi başına bir hiçtir, ateizm bir dindir.”
Kadın mücadelesinin dip dalgaları ve özgürleştiren dinamikleri
Günün üçüncü toplantısında kadın mücadelesi tartışıldı. KHK ile Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilen DSİP üyesi Merve Diltemiz, Reçel Blog’dan Rumeysa Çamdereli ve HDP milletvekili Filiz Kerestecioğlu’nun konuşmacı olduğu toplantıda farklı kesimlerden kadınların birlikte mücadele etmesi gerektiğine vurgu yapıldı.
Merve Diltemiz: “Kadınlar mücadele içinde var olmaya devam ediyorlar”
DSİP MK üyesi Nurdan Düvenciyi anarak konuşmama başlıyorum. Nurdan’ı yakın bir zamanda kaybettik. Nurdan’ın hayatı kadın mücadelesi açısından örnektir.
Egemen tarih anlatısı hep erkekler üzerine kuruludur. Hatta sosyalizmin tarihi denince de erkekler Marx, Engels akla gelir. Çünkü mücadeledeki kadınlar sürekli görmezden gelinir.
Dün Nadire Mater 68 hareketini anlatırken şöyle dedi: “İlk defa 68 için yapılan bir toplantıda sadece kadınlar konuşuyor, bu beni çok mutlu etti, çünkü bu konuda genellikle erkekler konuşur. Çayan’ın konuştuğu salonlarda bulundum, ama hiç konuşmadım, çünkü saçmalarım diye çekindim. Ama erkek arkadaşlarımız rahatlıkla konuşurlardı, saçmalasalar bile”
Nadire Mater temel sorunu ortaya koyuyor: Kadınlar, erkekler gibi saçmalama haklarını kullanamıyorlar. Ama kadınlar mücadele içinde var olmaya devam ediyorlar.
Cumartesi anneleri, 8 Mart eylemleri, hep devam ediyor. Kürtaj hakkı, eşit işe eşit ücret, cinsel özgürlük, annelik hakları için mücadele ediyorlar. Kadınların mücadelesi, kadın hareketi, LGBTİ hareketinden çok şey öğrendi, heteronormatif sistem dışında farklı cinsiyet rollerinin olabileceğini öğrendi. Simon de Beauvoir der ki: Kadın doğulmaz, kadın olunur. Mesela Meral Akşener kadındır, ama erkek zihniyetlidir. Siyasette, her alanda kadınlar var, ama yönetimlerde kadınlar yoktur. Kürt hareketi kadınlar konusunda bize çok şey öğretti.
Bizler, atılan ihraç edilen kadınlar olarak dernek kurduk. Birlikte iş yapmayı amaçlıyoruz. Sistem kadınları eziyor, kadın mücadelesi hepimize öğretiyor.
Rümeysa Çamdereli: “Hükümet başörtüsü yasağını kaldırdı, ama keyfi olarak, elinde bir koz olarak tutuyor”
Müslüman feministim, Reçel blog’da yazıyorum. Müslüman kadın mücadelesi uzun süre başörtüsü gölgesinde kaldı. Hala da farklı talepler Müslüman camiada hemen saldırıya uğruyor. Hükümet başörtüsü yasağını kaldırdı, ama keyfi olarak, elinde bir koz olarak tutuyor. Kadın meselesi üzerine konuşma ve eleştirilerimiz hep şekilcilikle suçlandı. Feminizm ile ilgili Müslüman kadınların kafasında pek çok soru var.
Kadına Şiddete Karşı Müslüman İnisiyatifi olarak çeşitli etkinlikler yapıyoruz. Başörtüsü dışında da eylemler gerçekleştiriyoruz. Kadın mücadelesi değerlidir, Müslüman kadınlar da bu mücadelede yer almaya devam ediyor.
Filiz Kerestecioğlu: “Meclis, erkeklerin saçmalama hakkını bol bol kullandığı bir yerdir”
Ben de Nurdan’ı anıyorum, birlikte 8 Martlara katıldık. Baroda Kadın Araştırmaları Merkezi çalışmasını yürüttük. Daha sonra Avukat Hakları Merkezinde önemli çalışmalarda bulundu. İyi ki tanıdım, iyi ki birlikte çalıştık.
Ben feminist bir kadınım. Bu yolu Şirin Tekeli, Şule, Gülnur, Stella gibi kadınlar açtı. Feminizm değiştirme iradesidir. İlk dönemlerde dayağa karşı yürüyüşler yapardık. Sloganımız, “özel olan politiktir” idi. Ev içi şiddete karşı “bağır, herkes duysun” dedik. Şunu gördük, şiddet uygulananlar sadece ezilen yoksul kadınlar değil, her kesimden kadınlardı.
90’lı yıllarda Kürt kadın hareketi gelişti. Bu hareket daha sonra feminist hareket ile buluştu. Feminist hareket olarak Müslüman kadınlarla dayanıştık, 28 Şubat’a karşı durduk. 2002’de “geceleri de, sokakları da istiyoruz” sloganı ile yürüdük. Kadın hareketinin bugün sokakta ve ayakta olabilmesi, zamanında haklarımız için mücadele ettiğimizdendir.
Meclis, erkeklerin saçmalama hakkını bol bol kullandığı bir yerdir. Sözle, vücut dili ile her türlü eril baskıyla karşılaşırsınız. Çok daralırsınız, buradan çıkayım, alanlara döneyim dersiniz. Ama yine de kadın dilini Mecliste de egemen kılmaya çalışıyoruz. HDP kadının sözüne değer veren bir partidir.
Ben çalışmalarımda dışarıdaki kadın hareketinin desteğini çok hissettim. 80’lerde kadınlar bile çalışmalarımız sırasında bize hakaret ederlerdi, ama artık kadın dayanışması çok yüksek, bunu korumalıyız.
İşçi sınıfının mücadelesi: Deneyimler, olanaklar
Günün dördüncü toplantısında KHK ile Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilen DSİP ve Eğitim Sen üyesi Can Irmak Özinanır, Birleşik Taşımacılık Sendikası’nın (BTS) eski genel sekreteri İshak Kocabıyık ve yine KHK ile ihraç edilen Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) üyesi hemşire Arzu Şenel Atmaca işçi sınıfının mücadelesini konuştular.
Can Irmak Özinanır: “İşçi sınıfına güven verebilmemiz gerekiyor”
İşçi sınıfı zenginliğin kaynağıdır, emeğini satarak yaşamaya çalışan herkes işçidir. İşçi sınıfına dair muhalefette bir umutsuzluk var, çünkü çoğunluğu AKP’ye oy veriyor. Toplum olarak AKP’ye oy verenler, vermeyenler olarak ikiye bölündük. Bazı solcular, seküler, devrimci, eylemci, ideal bir işçi sınıfı arıyor. İşçi sınıfı aslında sürekli hareket halinde, eylemler yapıyor, OHAL koşullarında bile kazanımları var, mesela hükümet planladığı halde, hala kıdem tazminatlarına dokunamadı, çünkü işçi sınıfının eyleminden korkuyor. 15-16 Haziran’da patronlar ve devlet işçi sınıfından korkmuştu.
İşçi sınıfının çoğunluğu AKP’ye oy verse de, örneğin 7 Haziran’da bu olmamıştı, çünkü 7 Haziran öncesi işçi sınıfı sıkıntı yaşamaya başlamıştı. Önce Soma, sonra Ermenek maden katliamları oldu, 2015 Mart ayında metal işçileri greve çıktı, eylemlere 30 bin işçi katıldı. Çoğunluğu AKP’li, MHP’li idi, ama direnişe katıldılar. / Haziran seçimlerinde azalan AKP oylarında metal işçilerinin direnişinin önemli rolü vardır. Daha sonra çatışmalar, ölümler başladı. 10 Ekim katliamı yaşandı, 15 Temmuz darbe girişimi oldu, sokağa çıkanları bazı emek örgütleri dışladı, böylece işçileri örgütlemek için bir fırsat kaçırıldı. Sonra bir korku ortamı yaratıldı, 150 bin kişi işten atıldı, on binlerce kişi tutuklandı.
Bütün bu süreçlerin sonunda geldiğimiz noktada işçi sınıfı yine büyük sıkıntılar yaşıyor, seçimlerde AKP büyük oy kaybedebilir. Memur eylemlerini daha çok KHK ile atılanlar yapıyor, diğer memurlar fazla katılamıyorlar, çünkü her an işten atılabilirler.
Özel sektördeki işçiler ise eylemlerini OHAL koşullarında da sürdürüyorlar, grevleri yasaklanıyor, iş yavaşlatıyorlar, yürüyüş yapıyorlar. Zonguldak işçileri kendilerini madene kapatarak özelleştirmeyi engellediler. Suriyeli ve Türkiyeli saya işçileri yürüyüşler yaparak ücretlerini yükselttiler. Metal işçileri grev yasağını tanımayacağız, fiilen greve gideceğiz dediler, yüzde 25 ücret zammı aldılar. İşçilerin direnişi sonucu taşeron sisteminin iyileştirilmesi için çalışmalar başladı, gerçi sonuçta on binlerce işçi işsiz kaldı, ama bazı adımlar atılmış oldu.
Sosyalistler olarak emek hareketi ile bağ kurabilmek için yeni perspektiflere ihtiyacımız var. İşçi sınıfına güven verebilmemiz gerekir. Acil gündemlerimiz, ırkçılığa karşı mücadele, savaşa karşı barışı savunmak olmalıdır. İşçi sınıfı her zaman mücadele eder, ediyor. Biz sosyalistler onlarla bağ kurabilecek miyiz, önemli olan bu. DSİP olarak, işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır, diyoruz ve herkesi DSİP’e üye olmaya çağırıyoruz.
İshak Kocabıyık: “Çevremizdeki ülkelerin işçi örgütleri ile diyalogumuz olmalı”
Bugün Marx’ın 200. doğum günü, aynı zamanda şair Arkadaş Özger’in ve Fatsa Belediye Başkanı Terzi Fikri’nin ölüm yıldönümleri, hepsini anıyorum.
Biz Birleşik Taşımacılık Sendikası olarak 10 Ekim’de ağır darbe aldık, 14 arkadaşımız öldü. İşçi sınıfı direniyor, ama çok ters örnekler de var, örneğin şeker fabrikaları satılıyor, doğru dürüst bir karşı çıkış yok. Türkiye’de kaos var, Mao der ki, bir yerde kaos varsa, orada devrimci bir durum vardır, olumlu bir ortam var demektir, Türkiye böyle bir ortamda. 24 Haziran seçimleri önemli, işçi sınıfı örgütleri bu seçime önem vermeli.
İşçi sınıfının mücadelesi sadece Türkiye ile sınırlı olmamalı, çevremizdeki ülkelerin işçi örgütleri ile diyaloglarımız olmalı. 1995’te KESK 150 bin kişi ile Ankara’da eylem yaptı, ama sonuç alamadık. Çünkü KESK’te yatay örgütlenme zayıf, hep dikey örgütlenme esas alınıyor, tabandaki memurun görüşleri dikkate alınmıyor, bunu değiştirmek gerekir.
Bütün ülkelerin işçileri birleşin, sözüne, kadınları, mültecileri, diğer ezilenleri de eklemek gerekir. Yaşadığımız, mücadele ettiğimiz, hatıralarımızın olduğu mekanlara sahip çıkmalıyız.
Arzu Şenel Atmaca: “En başta daha kapsayıcı, daha kolektif olabilmemiz gerekirdi”
Bir yıl önce KHK ile atıldım. Bugün hükümet bir korku ortamı yarattı, çalışanlara korku hâkim oldu, hükümet amacına ulaştı. Şimdi KESK alanlarda eylem yapıyor, ama işyerlerinde yapamıyor, çünkü herkes işsiz kalmaktan korkuyor. Ben daha işten atılmadan önce, “FETÖ”cü dedikleri insanlar atılırken sendikamıza SES’ten bir arkadaşıma öneride bulundum, bu işten atmalara karşı çıkalım dedim ama olmadı. Sonuçta haksızlıklara karşı sessiz kalmış olduk, en başta daha kapsayıcı, daha kolektif olabilseydik iyi olurdu. Bana sendikamız sürekli maddi destek veriyor. Aslında maddi ihtiyaçlarımız için kalıcı organizasyonlar yapabilsek daha iyi olur, sendikanın da gücü bir yere kadar.