AKP kurmaylarının nobranlıkları tepki çekmekle birlikte, hükümete karşı biriken öfkenin ardındaki asıl neden, hükümetin 12 yıldır geniş kitlelerin “rıza”sını alarak “başarıyla” uyguladığı yeni liberal politikalarının sonuçlarının ortaya çıkıyor olması.
Bülent Arınç geçenlerde yaptığı bir açıklamada "Biz yüzde 50 oy alıyoruz. Fakat geriye kalan yüzde 50′de bir nefret söylemine dönüşüyor. Bu, bizim yüzde 50 oyumuza engel olmaz. Ama Türkiye yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkabilir" dedi. Bülent Arınç’ın söyledikleri kısmen doğru olmakla birlikte, hükümete yönelik öfke AKP’ye oy vermeyen kalabalıklarla sınırlı değil.
Gezi olayları, hükümetin yenilmezlik duvarında büyük bir yarılma meydana getirdi. Milyonlarca insan korku duvarını aştı. Polis şiddetine, hükümete karşı sokakta mücadele edebileceğinin farkına vardı. Gezi’nin ardından büyük bir isyan dalgası gelmedi ama öfkeli kalabalıklar artık sokağa kolayca çıkmaya başladılar.
Biz bu öfkeyi hem Soma’da hem de Özgecan Aslan cinayeti sonrasında gördük. Soma’da 301 işçinin ölümünün ardından 12 yıllık iktidarı boyunca iş cinayetlerini önlemek için hiçbir adım atmayan hükümete karşı öfkeli kalabalıklar sokağa çıktı. Özgecan Aslan cinayetinin ardından kadınlar aynı şekilde kadına yönelik şiddet konusunda hiçbir adım atmayan hükümete isyan ettiler.
Bu isyanlarda, AKP’ye oy veren kent yoksullarının ve işçilerin yaşadığı hayal kırıklığının da payı olduğunu belirtmek gerekir. Hükümete oy veren milyonlarca insan, AKP’nin zenginleri kollayan, memleketin her alanını şantiyeye çeviren, kadınları korumayan politikalarına karşı öfkeli. Daha da önemlisi, büyüyen ekonomiye rağmen küçük kırıntılarla yetinilmesi istenen işçi sınıfında da hükümete karşı öfke her geçen gün artıyor. Öfke sadece hükümete yönelik değil; kâr uğruna binlerce işçiyi ölüme gönderen, işçileri güvencesiz, sendikasız, her türlü sosyal güvenlik sisteminden yoksun çalıştıran patronlara karşı da öfke büyüyor.
Sokağa çıkan kalabalıkların örgütsüz olması, her bir mücadelenin birbirinden ayrı bir şekilde seyrediyor olması hareketin zaaflarını oluşturuyor. Tüm mücadele başlıklarını birleştiren, öfkeli kalabalıkların örgütlenebileceği merkezi bir odağın olması, hareketin kazanması için gerekli. Daha önemlisi sefalet ücretlerine, taşeronlaştırmaya, iş cinayetlerine karşı mücadele eden ve patronlarla hükümet arasındaki sıkı fıkı ilişkiyi gören, işçi hareketine güven veren, hareketin kazanması için mücadelenin önünü açan antikapitalist bir partinin inşası artık savsaklanamaz bir hâle geldi.
Hemen belirteyim: Her seçim döneminde klişe hâlinde Kürt hareketini CHP ile ittifaka zorlayanlar, boğazlarına kadar sosyal şovenizme batmış, işçi sınıfını laik-anti-laik ekseninde bölen, Birleşik Haziran Hareketi gibi bölünerek yan yana gelen yapılar gideremez. Üstelik bu yapıların HDP ile ittifak yapması seçimlerde HDP’nin barajı aşmasını değil, barajın altında kalmasına yol açar: bakınız yerel ve cumhurbaşkanı seçimlerindeki ittifak politikalarının çöküşü. Kendini düzen içi muhalefetle sınırlayan, milletvekilliği hesapları peşinde ilkesiz ittifaklar yapan, AKP’ye karşı “ulusal birlik” çağrısı yapan bir muhalefet, yeni liberal politikalara karşı öfkeyi birleştiremez.
Öte yandan Rifondazione, Podemos, Syriza gibi “radikal demokrasi” talepleriyle sınırlı, çeşitli sol yapıların bir araya gelerek oluşturdukları yapılar, yeni liberal politikalara karşı biriken öfke yerine hüsrana yol açacaktır.
Yeni liberalizm, kapitalizmin tarihsel krizinin bir aşamasında, azalan kâr oranları sorununun çözümüne yönelik işçi sınıfına bir saldırı olarak uygulanan, Türkiye sermayesinin de içinde olduğu küresel sermayenin politikalarıdır.
Mesele ne sadece AKP’dir ne de ondan sonra iktidarı alacak/alabilecek düzen partileridir. Mesele hem AKP’yi yenecek hem de kapitalizme karşı mücadeleyi yükseltebilecek kitlesel bir odağın yaratılmasıdır.
Çağla Oflas