Dün aynı saatlerde, Ankara’da ve Belarus’da Ukrayna iki ayrı önemli ve tarihi toplantı oldu.
Ankara’da “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” metnini CHP, İYİ Parti, Deva Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve Demokrat Parti Genel Başkanları imzaladı ve kamuoyuna açıklandı.
Ukrayna’da, Rusya devlet Başkanı Vladimir Putin’in 24 Şubat 2022 Perşembe sabahı Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşı sona erdirmek için iki devlet yetkililerinin bir araya geldiği toplantı.
Belarus’taki toplantıda kurulan masada taraflar barış hedefli diyalog süreci başlattılar. Ölümleri durduracak, insanların yaşam haklarını güvence altına alacak barışın tesisine yönelik ilk adım atıldı. Sürecin nasıl gelişeceği belli değil. Putin’in başlattığı Batıyla, küreselleşen çok yönlü vekâlet savaşının insanlık için yeni felaketlerin habercisi olduğu açık.
Putin savaşının bir tür 2. küresel soğuk savaş dönemine atılan ilk adım olduğu konusunda yorumcular ve analizciler hem fikir. Bu nedenle ikinci toplantının nasıl gelişeceği ve tarafların müzakeresinin nasıl sonuçlanacağı, yeni dönemin niteliğine ilişkin hiç kuşkusuz önemli ipuçları verecek.
İlk toplantı ise açıklanan 6 muhalefet partisinin yol haritası Türkiye’nin rejim krizinin çözümünün olanak, risk ve sorunlarını kapsıyor.
Her iki konuya ilişkin tartışmalar, farklı boyutlarda ve farklı yönleriyle değişik mecralarda hiç kuşkusuz çok uzun süre devam edecektir. Her iki konu, Türkiye’nin barış fikrinden son yıllarda ne kadar uzaklaştığını göstermekte.
Bu kısa sürede Türkiye’de Putin seven muhaliflerin ve Ukrayna yönetimini kutsayan iktidar yanlılarının hiç de sayıca az olmadığını gördük. Siyasetin, evrensel değerlerle ve insancıl hukuk ekseninde yapılmadığından ülkede çok yönlü altüst yaşanıyor. Barış konusu bunların başında geliyor.
Sivil toplum ve siyaset aynı kapanda
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem metnini sunan 6 muhalefet partisinin her bir temsilcisi konuşmasına, Ukrayna savaşına gönderme yaparak “savaşa hayır” diye başladı. Ama Putin savaşına karşı tek cümlelik bile olsa açık ve somut bir yaklaşım sergilemediler. Türkiye’nin iç barışına dair sistem değişikliği önerilerinde somut barışı çağrıştıran bir tutuma yer verilmemesi dikkat çekiciydi.
Ortak metinlerinde, insan hakları konusunda birçok alana ilişkin bir şeyler ifade edilirken, barış hakkının lafı dahi edilmedi. Birleşmiş Milletlerin metinlerinde ve birçok uluslararası sözleşmede temel insan haklarından biri olarak ifade edilen Barış Hakkı’ndan söz etmemelerinin nedeni ne olabilir? Barış hakkı konusunda detaylı bilgi için şuraya bakılabilir.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisinde, herkesin kendi kimliğiyle yaşamasını taahhüt ediliyor. Ancak kimlik tanımını din, inanç, kanaat ve yaşam tarzı kriterleriyle sınırlanması, hiç bir evrensel normlara ve tanıma uymamaktadır. Bunun bir tercih olduğuna kuşku yok. Ancak bu tercih, metinde yer alan uluslararası hukuk ve evrensel haklar vurgusuyla çelişiyor.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun sonbahardan itibaren Kürt meselesi ve iç barış konusunda “helalleşme ve muhatabımız HDP’dir“ sözleriyle yapmak istediklerini zayıflatan bir yaklaşımın çok fazla anlamı olsa gerek.
Mesele, HDP ve Kürt sorunu meselesi olmaktan çok daha büyük ve köklü sistemsel bir sorun. Konunun oy ve seçim kazanma hesapları kısacında ele alınması, siyasetin doğal yapısının bir gereği olarak değerlendirilmesi yanlış ve tehlikelidir.
Barış hakkının toplumsal boyutunu oy hesabına indirgemek, iktidarın yarattığı korkuya teslim olmak ve Türk milliyetçiliğinin basıncıyla siyaset yapmak ciddi tehlike oluşturan faktörlerdir.
Başka bir ifadeyle 6 muhalefet partisi, meselenin salt siyasal boyutuna odaklanırken, toplumsal sonuçlarını fazlasıyla ihmal etmişler.
Barış hakkı konusu, siyasetin olduğu kadar Türkiye’de sivil toplum kurumlarının da sorun alanı. Bu durum, Suriye savaşında, Afrin’e yönelik askeri ve siyasi operasyonlarda ve en son Putin’in Ukrayna’ya açtığı küresel nitelikli savaşta her boyutuyla görüldü.
Türkiye’deki son eylemler, toplumunun bir bütün olarak, evrensel barış hakkı konusunda, duyarlılığa, gelişkinliğe, kapsayıcılığa sahip olmadığını gösteriyor. Temel bir insan hakkı olarak barış konusu Türkiye siyasetinde ve sivil toplumunda her yönüyle tam içselleştirilmiş değil.
Sorunun bir boyutunu da, gelişen savaş konusunda kafa karışıklığı, siyasal savrulma ve yanlış bakış oluşturuyor. Sivil toplum ve siyaset aynı kapana sıkışmış halde.
Ama çok daha önemli olan Türkiye’de sivil toplum kurumlarının, büyük ölçüde karar alıcılar, toplumu etkileyenler nezdinde etkisiz olmalarıdır. Sivil toplum kurumlarının bir tür siyasetin arka bahçesi olarak konumlanıyorlar ve kurgulanıyorlar. Bu aşılamadığında yeterince caydırıcı, uyarıcı teşvik edici olamıyorlar.
Irak işgali öncesi ülkenin dört bir köşesinde Irak’ta Savaşa Hayır sloganı çerçevesinde harekete geçen geniş kesimlerin toplumsal duyarlılığında, Suriye savaşında ve en son Ukrayna savaşında geriye ciddi bir şeyin kalmamış olması izaha muhtaç.
Dünyanın birçok kentinde ve de en önemlisi Moskova’da Putin’in savaşına karşı on binler yürüyüş yapıyorken, Irak’a asker gönderme tezkeresini engellemiş Türkiye’de yüzlerle ifade edilen barış eylemleri yapılıyor.
Bu durumu çözüm sürecindeki toplumsal duyarlılığın, çatışmaların yeniden başlamasıyla ters yönde gelişmesi konusu birlikte el alınmadan sivil toplumun bu soruna çözüm üretmesi zor.
Siyasal krize paralel, çok boyutlu sivil toplum kriziyle karşı karşıyayız. Siyasi krizin çözümünü kolaylaştıracaklardan biri de, sivil toplum kurumlarının siyasetin arka bahçesi olma haline son vermektir.
Siyaset bunu istemez ama siyasetin rayına oturması sivil toplum kurumlarının bunu başarmasıyla çok yakından ilişkili olduğu unutulmamalı.
Hakan Tahmaz