Bugünün en kritik gündeminin çözüm süreci ve Suriye’deki gelişmeler olduğu çok açık. Özellikle şu noktanın altını çizmek gerekiyor; Alevilere yönelik çeşitli unsurların -bunun içinde HTŞ güçlerinin de olduğunu biliyoruz- aktif rol aldığı katliamların kimse tarafından gizlenmesine müsaade etmemek gerekir. 1000’e yakın insanın öldürülmüş olması çok ciddi bir katliamdır. Bu katliama karşı ses çıkartılmalı, ama demeden fakat demeden sorumlulardan hesabının sorulması için yoğun bir çaba içinde olunmalı. Olaya bulaşan tüm faillerin net bir şekilde yargılanması sağlanmalı. Eğer varsa, bu toplu katliamı engelleyecek pozisyonda olmasına rağmen engellemeyenlerden de hesap sorulmalı.
Türkiye’de iktidar Suriye’de demokratikleşme yönünde bir basınç yapmalı ve toplumun tüm ezilen kesimlerinin ve tüm kimliklerin özgürlüğünün garanti altına alınması için mücadele edilmeli.
Suriye’de bu kaçıncı katliam
Bir yandan da şu noktanın altını çizmek zorundayız: HTŞ’nin çeşitli unsurlarının ve başka güçlerin giriştiği bu katliamın sorumlularının hesap vermesi mücadelesini, Suriye’de özellikle Esad’a karşı başlayan ezilenlerin isyanının iç savaşa dönüşmesiyle beraber yüz binlerce insanın öldürüldüğü, milyonlarca insanın iç ve dış göçe zorlandığı koşulların sorumlularını unutmadan vermek zorundayız. Bugün Alevilere yönelik katliama karşı mücadele öncelikle Suriyeli göçmenlerle dayanışanların ve Suriye’de Esad rejiminin öldürdüğü, zulmettiği, hapsettiği, işkence ettiği on binlerce insan için ses çıkartanların atması gereken adımdır.
Katliamlarda çifte standart diye bir şey uygulanamaz. HTŞ iktidarındaki bu ilk kaotik durumu İslamofobik propagandayı güçlendirmek için kullananlara verilecek ilk yanıt budur. Suriye’de de dünyanın herhangi bir başka yerinde de iktidarların o toplumdaki ezilenleri kurtarma yeteneğine sahip olmadığını, HTŞ’nin demokratik bir siyasal odak olmadığını en başından beri açıklıyoruz. Doğrudan ezilenlerin talepleri, işçilerin, emekçilerin talepleri, yalnızca aşağıdan birleşik mücadeleler sayesinde ulaşılabilir.
Bunu vurgulamak şu açıdan da çok önemli. Suriye’de Alevi sivillerin ölümüyle sonuçlanan olayların kökeninde HTŞ ve onunla müttefik güçlerin sahil bölgelerine yaptıkları baskıların ardından, devrik Esad rejiminden kalan güçlerin yaptığı saldırılar var. Bu askerlerin kurduğu Sahil Savunma Tugayı’nın başında Mukdad Fatiha adında Esad döneminin sivil katliamlara, gasp, adam kaçırma gibi suçlara karışmış cinayetleriyle meşhur eski bir asker vardı. Bunun yanı sıra “Suriye’nin Kurtuluşu için Askeri Konsey” isimli bir grubun kurulduğuna dair açıklamalar da yapıldı. Bu grupların saldırılarında resmi ve sivil 130 kişi öldürüldü. 7 Mart’tan sonra ise HTŞ’ye bağlı güçlerin de aralarında olduğu çeşitli silahlı gruplar Lazkiye ve Tartus’ta bir katliama giriştiler. 10 Mart’a gelindiğinde 830 sivil katledilmişti.
830 sivilin katliamına bulaşan tüm unsurların yakalanmasını, yargılanması ve cezalandırılmasını savunmak bir zorunluluk. Kaotik ortamı fırsat bilerek insanlık ve savaş suçu işleyenler yakalanmalı, açığa çıkartılmalı ve en ağır cezaları almalı. Bunun ne dini mezhepsel bölünmüşlükle ne de örneğin Türkiye’nin kendi iç siyasal kutuplaşmasıyla açıklayabiliriz. Milyarlarca dolarla Rusya’ya kaçan Esad’ın temsil ettiği hanedanın tıpkı Suriye’yi iç savaşa sürüklerken yaptığı gibi kendi egemenlik alanını yeniden inşa etme girişiminin bir parçası, bu girişimin yarattığı gerginliğin bir ürünü olarak ele almak gerekiyor. Esad rejimi bir suç imparatorluğu gibiydi Suriye’de. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin 15 Mart 2024’te yaptığı bir açıklamada iç savaşın insani yıkımını çarpıcı sayılarla gözler önüne seriliyor. Ülkede 13 yılda 164.223 sivil öldürülürken, sivil dışı ölümlerin sayısı da 343,344 oldu. Ölen sivillerin 122.695’i erkek, 15.671’i kadın ve 25.857’i çocuktu. 49.452 sivil rejim hapishaneleri ve güvenlik merkezlerinde işkence altında hayatını kaybetti. 52.799 sivil rejim güçlerinin açtığı ateş ve bombardıman sonucu öldürüldü. 26.403 sivil rejim hava kuvvetlerinin saldırılarında öldürülürken, 8.729 sivil Rusya’nın saldırıları sonucu öldürüldü.
Kuşkusuz bu sayılar özellikle IŞİD’in Suriye’nin önemli bir bölümünü ele geçirdiği Ağustos 2014 döneminde işlediği cinayetlerde öldürülenleri de kapsıyor. Özellikle Ezidilere yönelik katliamda binlerce insan yaşamını yitirdi. 5 bin kişi öldürüldü, 10 bin kişi esir alındı. Ama Suriye’de toplu katliam, en az iki kere kimyasal silah kullandığı da kanıtlanan Esad rejimi tarafından işlendi. Bu rejimin devrilmesinden sonra mevcut geçiş sürecinde Suriye’deki her adımın siyasal sorumluluğu HTŞ’nindir. Sadece HTŞ’nin de değil, bu iktidarı destekleyen tüm güçler bu iktidar altında yaşanan gelişmelerin de sorumluluğunu paylaşırlar.
Esad rejiminin devrilmesi ve 60 yıllık diktatörlüğün sona ermesi Suriye ezilenleri için çok önemli bir ivmedir. Fakat bunu söylemek HTŞ’ye övgüler düzmek anlamına gelmez. Esad’ın devrildiği gün, kitlelerin aşağıdan mücadelesi için yeni olasılıklar ortaya çıktı. Sosyalistlerin altını çizeceği tek olumlu nokta budur. Tüm dünyada Suriyelilerin Esad’ın devrilmesinden duyduğu coşkunun da nedeni budur. Bu HTŞ’ye güvenmekle alakalı değil, tersine HTŞ’ye rağmen verilecek bir mücadelenin ihtimallerinin belirmiş olması nedeniyle böyledir. Marksist.org’da yayınlanan bir yorum yazısı bu durumu çok başarılı bir şekilde özetliyor:
“Suriye halkının, Sednaya hapishanesiyle somutlanan bir baskı ve cinayet dönemini geride bırakırken, kurbanların yerini başka kurbanların aldığı yeni bir baskı dönemine girmesini engellemenin tek yolu, farklı uluslardan, mezheplerden ve kimliklerden Suriyelilerin ortak mücadelesi. Böyle bir mücadelenin tohumları ülkenin her yerinde bulunuyor; işçiler bağımsız sendikalar kurmak için harekete geçiyor, kadın haklarını korumak için toplantılar düzenleniyor, sol ve sosyalist yapılar İsrail saldırganlığına ve mezhepçiliğe karşı eylemler yapıyorlar.”
Bu tartışmada Arap halklarına layık olanın Katil Esad gibi diktatörler olduğunu ima edenler ne Alevilerin yanında durabilirler ne Alevi katliamına karşı ses çıkartabilirler ne de demokrasi adına konuşabilirler. Olsa olsa korkunç bir İslamofobik propaganda yapmış olurlar. Alevilere yönelik katliama karşı bütün eylemlere omuz vermek, bu eylemlerin büyümesi için çabalamak çok önemli. Tıpkı göçmen mücadelesine, göçmenlerle dayanışmaya omuz vermenin, tıpkı Suriye’de Esad’ın devrilmesi mücadelesine omuz vermenin ve geniş cephelerle bu mücadeleyi Arap Baharı’nın bir parçası olarak desteklemenin önemli olması gibi.
Katliam haberlerinden birkaç gün sonra Mazlum Abdi ve Şara arasında bir anlaşma imzalandı. Elbette hiçbir gelişme ve anlaşma yüzlerce sivilin katledilmesini unutturamaz ama sağlam bir arka plana sahip olmadan iç siyasetin kutuplaşmacı diliyle gelişmelere bakmak Suriye’de tüm halkların eşitliği için verilecek aşağıdan mücadelenin ve bu mücadeleye verilecek desteğin önüne geçen politikaların şekillenmesine neden oluyor.
Suriye ve Kürt meselesinde çözüm süreci
Dünya Suriye’ye odaklanmışken, Suriye meselesi Türkiye açısından da çok önemli bir politik gelişmeyi işaret ediyordu. İmralı’nın yaptığı açıklama ve Ekim ayından beri ışık hızıyla gelişen yeni çözüm süreci herkesin beklediğinin ötesinde bir ivmelenmeye sahip oldu. Bu ivmenin en son sıçrama noktası ise HTŞ-YPG anlaşması oldu. Üstüne vazife olmayan insanların yaptığı “İmralı’nın açıklaması YPG’yi kapsar mı kapsamaz mı” tartışmasına -üstelik Suriye’de kaotik bir durum gelişirken- HTŞ ile YPG’nin liderlikleri yan yana gelip yaptığı anlaşma son verdi.
Tuncer Bakırhan’ın T24’e verdiği röportajda dediği gibi YPG’nin silah bırakıp bırakmayacağını ya da silah bırakma çağrısının onu kapsayıp kapsamadığını YPG’ye ya da bu çağrıyı yapan İmralı’ya sormak gerekirdi. Ama artık bu soru geride kaldı.
Bu yeni çözüm süreci özellikle Suriye’de Kürt bölgesinin bir yandan ABD-İsrail denetiminde bir yandan da özerk bir yapılanma olarak şekillenmesine ve Suriye Kürtlerinin bu iki ülkeyle iş birliği yapmasına bir yanıt olarak ilan edildi. Temel güdülerden birisi, devlet açısından buydu. Devlet Suriye’deki gelişmelerden bir beka kaygısı anlatısı inşa etti. Gelişmelerden ürken iktidar bloku sözcülerinin, yaşananların bütün bölgede çok ciddi bir istikrarsızlık yaratacağı ve zaten İsrail’in Gazze’ye, Yemen’e, Lübnan’a, İran’a yönelik tehditlerinin Ortadoğu’nun çivisini çıkarttığı koşullarda bunun yansımasının Türkiye’de iç politik gerilimleri derinleştireceği analizini yapması ekim ayında iç siyasette başlayan gelişmelerin arka planını oluşturuyordu.
Devlet Bahçeli gibi bir figürün çözüm konusundaki sürekli ve ısrarlı mesajlarının arkasında yatan bu bakış açısı oldu. Bölgedeki gelişmelerin iç politikaya yansımasının baş edilemez politik sonuçlar doğurabileceğini düşünen iktidar bloku bileşenleri içinden geçtiğimiz sürecin adımlarını attı. Dolayısıyla Suriye’deki gelişmeler çözüm sürecinin kaderini belirlemesi açısından da çok önemliydi. İmralı’nın açıklamasına Kandil’in olumlu yanıt vermesinden sonra HTŞ ve YPG arasında imzalanan anlaşmanın bir açıdan son 6 ayın en kritik dönemeci olduğunu söylemek mümkün.
YPG’nin Şam merkezli silahlı güçlere katılacağını, bunun bir parçası olacağını ama aynı zamanda, Kürtlerin bütün temel haklarının Suriye anayasası tarafından güvence altına alınacağını ifade eden anlaşma Kürt sorununun bölgesel çözümünde atılmış olan çok önemli bir adımdır.
“1- Dini ve etnik kökenlerine bakılmaksızın tüm Suriyelilerin siyasi sürece katılımı ve temsil hakları garanti altına alınacak.
2- Kürt toplumu Suriye devletinin yerli bir topluluğudur ve Suriye devleti onun vatandaşlık hakkını ve tüm anayasal haklarını garanti altına almaktadır.
3- Suriye’nin tüm topraklarında ateşkes sağlanacak.
4- Suriye’nin kuzeydoğusundaki tüm sivil ve askeri kurumlar, sınır kapıları, havaalanı, petrol ve doğalgaz sahaları dahil olmak üzere Suriye devletinin yönetimine entegre edilecek.
5- Yerlerinden edilmiş tüm Suriyelilerin kendi kasaba ve köylerine geri dönmelerinin sağlanması ve Suriye devleti tarafından korunmalarının sağlanması.
6- Suriye devletinin Esad kalıntılarına ve güvenliğine ve birliğine yönelik her türlü tehdide karşı mücadelesi desteklenecek.
7- Bölücü çağrılar, nefret söylemi ve Suriye toplumunun tüm bileşenleri arasındaki birliğe zarar verecek tüm girişimler engellenecek
8- Yürütme komiteleri anlaşmanın en geç bu yılın sonuna kadar uygulanması için çalışılacak.”
Özellikle 2’inci madde, Kürt halkının haklarının anayasal düzeyde garanti altına alınacağı vurgusu, Kürt meselesinin çözümü açısından bir kapının aralanması anlamına gelmektedir ve önemli bir deneyim sunacaktır. Bu gelişme, ulusal kimliğin inkarından vazgeçilmesi durumunda ne gibi adımların atılabileceği konusunda da önemli bir örnektir. Fakat bir başka madde var ki bu memleketteki Esad hayranlığını gizleyemeyen çok sayıda ulusalcıyı derinden yaralamıştır. 6’ıncı madde Esad kalıntılarına karşı HTŞ ve YPG’nin birlikte mücadelesini öngörmektedir.
Şimdi, en beklenmeyen adım en hızlı şekilde atılmışken, HTŞ-YPG arasında bir anlaşmaya varılmışken, Kandil İmralı açıklamasına koşulsuz uyacağını açıklamışken, İmralı’nın tüm Kürt kesimlerinin sözünü dinlediği bir odak olduğu, bir kez daha tescil edilmişken sosyalistlerin, demokratların ve batıda yaşayanların bu sürecin ruhuna ve hızına uygun adımları atması gerekiyor.
“Yeni çözüm süreci”nin kendi hızına uygun bir hızla, çeşitli adımları atmamız gerekiyor. Çünkü Kürtler bütün bu adımları atarken haklı olarak demokratik adımların nasıl atılacağı, Kandil’in fesih ve silahsızlanma sürecinin bir parçası olarak on binlerce insanın nereye gideceği, nasıl gideceği, ne gibi demokratik hakların gündeme geleceği, kayyım politikalarına devam edilirken gelişmeleri nasıl bir çözüm süreci olarak ele alabileceğimiz gibi bir dizi başlıkta tartışmalar sürüyor.
Yeni çözüm sürecinin bir kalıcı barış sürecine evrilmesi, Kürtlerin bir kez daha uzattığı barış elinin havada kalmaması ve süreçten Kürt halkının en temel taleplerini karşılayarak çıkmasının sağlanması için büyük bir barış mücadelesine ihtiyacımız var. Bu ise kafalardaki kuşkuların giderilmesi, dikiz aynasına bakmaktan vazgeçilmesi ve koşmaya başlanması ile olacak. 1968 sloganlarından birisi “Koş arkanda, eski dünya var” idi. Demokrasi, yeni döneme uyum sağlayan ve demokrasinin gelişmesi için barış sürecinin elzem olduğunu bilenlerin koşmasıyla gelişecek. Başarmamız gereken işçi sınıfının bu gelişmeleri sahiplenmesini sağlamaktır.
Şenol Karakaş