Her nedense barış umutlarını yükseltenlerin değil, ırkçıların, milliyetçilerin politik atmosferi köpürttüğü bir hafta geçirdik. Papa 14. Lou’nin ziyareti, 2015’ten günümüze kadar yükseltilen yerli milli hamaset dolu politik atmosfere tamamen aykırı bir gelişme oldu. Papa geldi, gitti ve Türkiye’ye bir şey olmadı, garip bir alt üst oluş yaşanmadı. Yine de bu ziyaret etrafındaki paranoyalar kasıtlı bir şekilde şişirildi, dini hassasiyetleri okşamaya çalışanların gizli ajanda ilanları üzerimize boca ettikleri lafazanlıklara tanıklık ettik. Bir diğeri ise en sonunda basınca dayanamayan İçişlerinin de soruşturma izni verdiği Barzani’nin bir üniversitede toplantıya katılmak için yaptığı ziyarette özel korumalarının tüfekle gezmesi, Bahçeli’nin milliyetçi tehditlerine Barzani de aynı şekilde yanıt verince Erdoğan da Bahçeli’yi savunmak için devreye girdi. Barzani’nin adı etrafında iktidardan da destek alan bir ‘vatan millet Sakarya’ tartışmaları Papa etrafında süren paranoyak tartışmalara eklendi.
Başka bir zamandayız, farkına varalım
Halbuki Papa’nın ziyareti de Barzani’nin ziyaretini de kullansalar, bütün hamasi argümanların köpürtülmesine rağmen ırkçıların ve milliyetçilerin belirleyemediği bir iklimin içinden geçiyoruz. Şimdi başka bir zamanın içindeyiz. Gelişmeleri karamsar bir şekilde ele alan, özellikle çözüm sürecinin batmasını derinden arzu edenler bulduğu her fırsatı değerlendiriyor. 2024 Ekim ayından beri başlamış olan çözüm sürecinin akamete uğraması için kasıtlı bir şüphecilik içinde olanların ve en başında Zafer Partisi, İyi Parti, ırkçılar, milliyetçiler ve ulusalcı sosyalistler geldiği güçlerin başarısı bu tartışmada gerçek güçleriyle orantısız bir şekilde yer kaplamayı başarabilmeleridir.
Elbette kasıtlı şüphecilere güç veren önemli bir gelişme de Meclis Komisyonu-İmralı görüşmesine CHP’nin katılmamış olması. İmralı görüşmesi, cumhuriyet tarihinin en kritik gelişmelerinden birisi. Meclisten bir komisyonun Öcalan’la görüşmesi sıradan bir hadise olarak ele alınmamalı. Sıradanlaştırılmaya çalışılan durumu bir daha hatırlatmak lazım: Mecliste bir komisyonun kurulmuş ve bu komisyon üç partiyle de olsa İmralı ile görüşmeyi kabul etmiştir. İmralı’ya bir heyetin gitmesi konusunda Bahçeli’nin tutumu zaten çok netti, arkasından Erdoğan da meclisin vereceği bu kararla İmralı ziyaretinin sürecinin önünü açacak bir gelişme olacağını söylemesi devletin çözüm sürecini tüm hatlarıyla resmi bir şekilde ele aldığını ve tamamlamak zorunda hissettiğini göstermesi açısından çok kritikti. 2024’ün Eylül ayına gidersek, bu gelişmelerin hayal edilmesinin bile imkânsız olduğu bir politik iklimden, şimdi İmralı’da bir heyetin Öcalan’la görüşmesi aşamasına gelmiş olmak; hem sürecin hangi ciddi, gerçekçi bölgesel ve küresel dinamiklere bağlı olarak geliştiğini göstermesi açısından hem de Kürt halkının haklarını kazanmak için zorladığı bu kapının arkasında bütün iradesiyle ne kadar kararlı bir şekilde durduğunu göstermesi açısından çok önemlidir.
Kasıtlı şüpheciler
İşte kasıtlı şüpheciler adını verebileceğimiz odak (Barzani’nin korumaları, Papa’nın gelişi, Hüseyin Yayman’ın İmralı’ya “gitmedim ama gittim” deyişi, Fatih Altaylı’nın eski videoları, Kandil’den yapılan bir açıklama, Trump’ın bir sözü, Suriye’deki her hangi bir gelişme, Erdoğan ve Bahçeli’nin sürece yaklaşımdaki tempo farklılığı, beklenti farklılığı gibi) herhangi bir gelişmeyi iyi fırsat olarak kullanabileceğini düşündüğünde saldırıya geçiyor, yeni çözüm sürecinin hemen öncesindeki politik iklime uygun bir refleks gösteriyor ve kamuoyunun da aynı şekilde çözüm sürecine karşıt bir refleks göstermesini sağlamaya çalışıyorlar.
Bunlar barışa karşı olan bir odak.
Eğer bir örgütün, bir kurumun, bir sendikanın, içinde sözleri geçiyorsa, pankartlarda barış sözünün kullanılmasını engelliyor, basın açıklamalarında çözüm sürecinden olumlu bir tonla bahsedilmesini engelliyorlar.
Bu sürecin içinden Kürtlerin haklarını kazanma ihtimalini de düşündükçe hastalanan, yatak döşek yatan bir odak. Zafer Partisi ve İyi Parti ile ulusalcı sosyalistlerin zımni ve adı konulmamış bir ittifak halinde; bazen süreci, bazen iktidar bloğunu, bazen Öcalan’ı, bazen DEM Parti’yi aşağılayarak, dalga geçerek, kötüleyerek, kötü göstermeye çalışarak süreç bağlamında attıkları tüm adımlar, yaptıkları tüm tartışmalar çözüm sürecinin başarısız olması yönünde bir toplumsal direnç şekillendirmeyi hedefliyor.
Bu açıdan, sürecin niteliğini belirlemeseler bile sürecin temposunu ve toplumsal bir destekle ilerlemesini engelleme konusunda en küçük odağın bile olumsuz görüşlerinin ciddi bir etkisi olduğunu görmemiz gerekiyor. Ve bu odağa karşı mücadele Kürt meselesinde tarihi önemdeki bir virajı almak açısından çok kritik.
Olağan şüphe değil şüpheyi örgütlemeye çalışanlar
İnsanların böyle ciddi bir konu hakkında şüphelerinin olması normal karşılanabilir.
Elbette! Başlayışı, gelişmesi, hızı nedeniyle şaşırtıcı olan böyle bir süreç, herkeste, sürecin inşa edicilerinde bile şüphe yaratabilir. Ama burada kastedilen, olağan şüpheler değil. Her önemli politik gelişmede samimiyet testini devreye sokan, sanki taraflar evliliğe hazırlanıyormuş gibi “güveniyor musunuz” sorusuyla karartılan her zamanki şüphecilik değil.
Burada, kasıtlı bir durumdan söz ediyoruz.
Sonuçları öngörülerek atılan sistemli bir akıl yürütme var. İmralı heyetinin yaptığı görüşmeden sonra Dem Parti, Öcalan’ın bu konudaki görüşlerini kamuoyuna şöyle aktardı: “Öcalan, yakın zamanda yoğunlaşan süreç karşıtı söylem ve çıkışlar hakkında, geçmiş çözüm girişimlerine karşı geliştirilen sabotaj girişimlerini anımsattı. Bu süreçlerin tümünde karşılaşılan bir durum, bir habitus olarak darbe mekaniğine dikkat çekti. Bunun klasik bir darbe çalışması olarak değil, süreci ilerletmeye yönelik her adıma karşı bir hamle yapmak suretiyle kırılgan ve tehlikeli bir ortam yaratma çabası şeklinde anlaşılması gerektiğini vurguladı. “Günümüzde norm-dışı güçlerin taşıyıcılığını bu çevreler yapmaktadır.”
Kasıtlı şüpheciler, norm-dışı fikirlerin, norm-dışı güçlerin işini kolaylaştırıyor. İmralı’da kullanılan ‘habitus’ bireylerin geçmişi, içinde şekillendiği toplumsal ilişkileri, ait olduğu toplumsal sınıfı, büyüdüğü ailesi, aldığı eğitimin ve sayısız geleneği aynı anda işaret eden bir kavram. Bütün bu etkenler insanların çeşitli davranışlar göstermeye yatkın olması anlamına gelir. Meclis komisyonu-İmralı görüşmesinde aktarılan bu görüş, özetle “norm-dışı” odakların, “sıradan milliyetçiliği” harekete geçirme kapasitesine vurgu yapıyor. Bu yüzden küçük büyük demeden, süreç hakkında karamsarlık yayanlarla tartışma aynı zamanda süreç geriye dönerse yaşanması ihtimal dahilinde olan ırkçı çılgınlığa karşı duvar örmek için de önemlidir.
Bu açıdan şunun altını çok net çizebiliriz: CHP’nin İmralı ziyaretine katılacak heyete temsilci vermemesi sadece CHP’yi oyunun dışına düşürmekle kalmadı, süreç hakkında kasıtlı şüphecilerin işlerini kolaylaştırdı. Çünkü zaten en baştan beri eleştirilen bir “üçlü koalisyon” şeklinde ilerleyen süreç İmralı’da da aynı şekilde masadaydı. DEM Parti, MHP ve AKP heyete temsilci verme cesaretini gösterdiler. Böylece hem komisyonda hem CHP içerisinde ciddi bir korkaklar güruhunun bu konuda iktidardan da MHP’den de daha geri bir pozisyonda olduğunu gördük. Cesaret edemediler.
Ana muhalefetin korkaklığı
CHP, ana muhalefet partisi ve anketlerde AKP’den bir iki puan önde gözüküyor. Bu kadar yaygın bir ağa sahip iktidar adayı bir partinin heyete temsilci vermemesi, kasıtlı şüpheciler için bulunmaz nimete dönüştü. Sürecin akamete uğramasını en çok arzulayanlar, elbette AKP’ye yönelik kızgınlığı öne çıkartıyorlar. Otoriterleşmenin şok dalgalarıyla muhalefeti aralıksız yıpratan AKP’ye yönelik olarak açığa çıkan öfkenin arkasına gizlenenler, çözüm sürecini AKP üzerinden karalamaya çalışıyorlar. İmralı heyetinde yer alan Gülistan Koçyiğit, CHP liderinin heyete temsilci vermemekle kalmayıp bir de Dem Parti’yi çözüm sürecinde iktidarla görüş alışverişinde bulunmasını Stocholm Sendromu’yla, kendi celladına âşık olmakla suçlamasına “kimse AKP karşıtlığını çözüm karşıtlığına çevirmesin” diyerek yanıt verdi.
Özgür Özel çözüm sürecinin bir kanadının “hepimiz adına konuşabilir” dediği Öcalan’ı muhatap kabul etmeyerek, hem çözüm sürecine yönelik bir muhatap sorunu yaratmayı hedefledi hem de böyle görüşmelerin süreç olumsuz ilerlerse görüşme yapanların başına çorap örülmesi ihtimalini yeniden gündeme sokarak aynı zamanda da bir tehdit dili kullanıp bu tür görüşmelerin meclisin görevini üstlenmesi anlamına geldiğini ima ederek şüphecilere birden çok malzeme verdi. Özetle görüşme sürecinin hem dışında kaldılar hem de süreci lekelemeye, bu görüşmeyi lekelemeye çalıştılar.
CHP oyuna yeniden dönebilecek mi?
Şimdi mecliste komisyona girip İmralı’yla görüşmeye hayır diyenlerin tamamının yeniden oyuna dahil olması için çok özel bir çaba harcamaları gerekiyor. Kasıtlı şüphecilerinse zaten oyuna dahil olmak gibi bir amaçlarının olmadığını, tersine oyunu bozmak gibi temel bir perspektifleri olduğunu görmemiz çok önemli. O yüzden CHP elbette üzerine gelen şok dalgalarının etkisiyle otoriter eğilimlerin en ağır basıncını hissederken İmralı’ya gitmemek için bir gerekçe bulduğunu düşünebilir. “Heyette yoktuk ama komisyonda varız” diyerek de durumunu toparlamaya çalıştığı ortada.
Fakat CHP’nin yıllar içindeki şekillenişinin sadece oyun dışına düşmesine neden olmadığını, heyete girmemesini gerekçelendirirken heyete giren partileri, özellikle DEM Parti’ye yönelik eleştirileri; bu eleştirilerin haddini aşan seviyesizliği, yeniden çözüm sürecinin dinamik bir unsur olması önünde büyük bir engel. Tüm süreci Stockholm sendromu, cellatlar, kendi katiline âşık olmak bağlamlarında ele alarak sürecin temel dinamiği olan silah yerine diyalog ve barışçıl bir dilin hâkim olması eğiliminin fersah fersah gerisine düştüğünü gösterdiklerinin farkında değil CHP’liler.
Cellatları tanıyoruz
DEM Parti yetkilileri bu cellat suçlamasını özetle, “Kim cellat kim değil anlatırız size. Celladı çok iyi tanıyoruz” diyerek yanıt verdi. Özgür Özel daha geçen ay Demirtaş, Yüksekdağ gibi HDP’li vekillerin tutuklanmasına neden olan meclis oylamasında iktidar bloğuyla beraber davranan CHP adına özür dilemişti. Yakın dönemin siyasilere yönelik, Dem Parti yöneticilerine ve vekillerine yönelik baskı politikasının hayata geçmesinde bu kadar ağır bir sorumluluğu olan, ulusalcı ve milliyetçi bir politik odak ve Kürt sorununun çözümsüzlüğü konusunda belirleyici bir güç olan CHP’nin, “demokrasinin son kalesi, demokratların da en sonuncusuymuş” gibi kibirli bir yaklaşımla süreçte DEM Parti’ye yönelik eleştiri getirdiğinde hem komik kaçıyor hem DEM Parti’yi zor duruma düşürüyor hem de kasıtlı şüphecilerin yarattığı iklime körükle gitmiş oluyor.
Bir yandan da cumhuriyet tarihi dersinde sınıfta kalıyor.
Dönüp arkamıza bakma zamanı değil
Şimdi 5 saatlik meclis komisyonunun MİT’i dinlediği toplantısında konuşulduğunu tahmin ettiğimiz somut meselelerle beraber düşünüldüğünde, önümüzde komisyonun meclise getireceği ve Kürt halkının bütün süreç boyunca ciddi bir şekilde beklediği bir dizi yasal reform adımları önem kazanıyor. Bu maddeler (hem PKK üyelerinin siyasi hayata katılıp katılmamasına dair düzenlemeler, hem genel olarak terörle mücadele yasasındaki değişiklikler gibi değişiklikler) meclise geldiğinde, mecliste komisyonda olan ve İmralı’ya temsilci göndermemek için kılı kırk yaran bir gayretkeşlik içinde olan, eğilimlerini AKP karşıtlığının ve demokrasinin yüksek ihtiyaçlarının gerekleriymiş gibi yüksek perdeden argümanlarla gizlemeye çalışan partilerin, iktidar cenahının tüm muhalefet partilerinin nasıl ele alacağını göreceğiz.
Bu açıdan elbette kasıtlı şüphecilere arayıp da bulamadıkları fırsatı veren, bu nedenle de toplumda geniş bir barış duygusunun bir eylem silsilesi içerisinde açığa çıkmasının önünde engel olan temel mesele iktidar bloğunun adalet, özgürlükler ve demokrasi konusundaki baskıcı tutumlarıdır. Süreci yavaştan alma eğilimi ve sadece “terörsüz Türkiye’nin inşası olarak kodlama ısrarı, “norm-dışı dinamiklerin” hareket alanını genişletiyor.
Öte yandan son bir yılda tarihi önemdeki gelişmelerin zirvesi olan İmralı’yla meclisteki heyetin yaptığı görüşme yeni bir evreye geçtiğimizi göstermektedir. Şimdi içinde bulunduğumuz evrede yapılması gereken, kasıtlı şüphecilere nefes aldırmamak, her tartışmada sürecin öneminin altını çizmek, şüphecilerin ekmeğine yağ süren iktidar bloğunun yavaşlığını eleştirmek, otoriter şok dalgalarına karşı tüm ezilenlerin mücadelesini örgütlemek ve barışın “kaybedeni olmaz” duygusunu güçlendirmektir.
Bu mücadele Kürtlerin müzakere masasında yalnız kalıp kalmayacağını tayin edecektir. Bu mücadelenin neresinde duracağı da CHP’nin oyunun dışına düştüğü alandan oyuna yeniden dahil olup olmayacağını gösterecektir.
Kamuoyu anketlerinde, adalet arzusunun ekonomik talepler kadar öncelikli olduğunu gösteriyor. Kürtleri müzakere masasında yalnız bırakanlar kof bir otorite karşıtlığından mustariptir. Halkların eşit koşullarda kardeşliğinden yana olanlar hem otoriter şok dalgalarına karşı direnecek hem de yeni çözüm sürecinin sonucuna ulaşması için barıştan bir milim taviz vermeyecek.
