16 Nisan Başkanlık referandumundan 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden süreçte ana akım siyasette değişmeyen tek bir şey var: Göçmen düşmanlığı.
İktidarından, ana muhalefetine göçmen düşmanlığında o kadar anlaşıyorlar ki, kurdukları cümle bile aynı. Örneğin: Cumhurbaşkanı Erdoğan 24 Haziran seçimleri öncesinde yaptığı muhtarlar toplantısında "Afrin'i, İdlib'i çözeceğiz ve mülteci kardeşlerimizin tekrar evlerine dönmesini istiyoruz. 3.5 milyonu saklayacak halimiz yok.” dedi.
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Mersin'de yaptığı konuşmada seçilirse 2019 Ramazanı'na kadar Suriyelileri göndereceğini söyledi. Ana muhalefet partisinin adayı Muharrem İnce ise mülteci düşmanlığının önde gelen ismi. Hemen her ağzını açtığında Suriyeli mültecilere hedef göstermekten imtina etmiyor. Geçen hafta ekonomik programını açıkladığı bir televizyon programında kaynak sorununa ilişkin yaptığı açıklamada; mültecilere aktarılan kaynakla, Cumhurbaşkanlığı Külliyesine aynı şekilde israf olarak yaklaştığını gösterdi: “Saray yaparsanız, Suriyelilere 40 milyon dolar harcamazsınız alın size kaynak”. Göçmen düşmanlığında hızını alamayan İnce, Suriyeli Mültecilerin evlerine bayramlaşma ziyaretlerine ilişkin ise “Bayrama giden Suriyeliyi almam” dedi.
Kapitalizmin çok yönlü krizi derinleştikçe tüm dünyada işçi sınıfına yönelik saldırıları arttıran otoriter yönetimler göçmen düşmanlığı kartını ileri sürüyorlar. Faşist partilerin de yükselişine yol açan mülteci düşmanlığı otoriter sağ yönetimleri iktidara taşıyan en temel politika. Türkiye’deki ana akım siyaset mevcut krizin ancak işçi sınıfına yönelik yeni saldırılarla atlatabilineceğinin farkında. O nedenle, AKP’den, CHP, İYİ partiye tüm sermeye partileri göçmen düşmanlığında birleşiyorlar.
Biz birlikte yaşamak istiyoruz
Suriyeli mülteciler evlerinden, yurtlarından göç edeli sekiz yıl oldu. Sekiz yıldır mültecileri sınır dışı etme tehdidi bitmedi. Ekonomik ve sosyal yaşamımızdaki bütün sorunların nedeni olarak mülteciler hedef gösterildi. Oysa ekonomik ve sosyal yaşamımızın erozyona uğramasının nedeni artık her yönüyle çürüyen kapitalizm.
Toplumunun en saldırıya açık, en yoksul ve en ezilen kesimini oluşturan mülteciler kapitalizme karşı mücadelenin önemli bir bileşenidir. Çalışma yaşamında en güvencesiz en ağır koşullarda çalışmaya maruz kalan mülteciler patronlara karşı birlikte mücadele eden işçi sınıfının bir parçasıdır. Dolayısıyla Krizin faturasının işçi sınıfına çıkarılmasını engellemek mültecilerle omuz omuza verilen mücadeleden geçiyor. Irkçılığa karşı mültecilerle birlikte örgütlenmek, birlikte mücadele etmek aynı zamanda eşit koşullarda birlikte yaşam irademizi güçlendirmek, sermayenin egemenliğini de kırmanın tek yolu.
Savaşa, sermayeye değil değil emekçiye bütçe
Dolar kuru arttıkça, işsizlik rakamları artıkça, alım güçleri azaldıkça, Suriyeli mülteciler ile Türkiyeli emekçiler karşı karşıya getirilmekte. Türkiye’de kötü giden her şeyden Suriyelilerin sorumlu tutulması milyonlarca işçinin düşük ücret ve güvencesiz koşullarda çalışmasına yol açan, yoksullaştıran yeni liberal politikaların üstünü örtmeye yaramakta. Oysa geniş emekçi kesimlerin güvencesiz koşullarda çalışmasının, yoksullaşmasının nedeni Suriyeli Mülteciler değil, patronlar ve patronların dostu hükümetin sermaye ve militarizm yanlısı politikaları.
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan yıllık rapora göre Türkiye’nin Savunma Bütçesi 18 milyar 200 milyon. Hükümet 16 yıllık iktidarı boyunca sermaye dostu olduğunu her fırsatta ortaya serdi. OHAL ‘in ilanının ardından emekçiler yeni saldırılarla karşı karşıya kaldı. KHK’larla on binlerce kamu emekçisi işinden edildi. Zorunlu BES, Varlık Fonu, İşsizlik Fonu gibi alanlardan patronlara yeni teşvikler verilmesi gibi düzenlemelerle sermayeye para aktarılırken işçi ve emekçilerin hakları daha da geriletildi.
Kirli savaşın maliyeti 226 milyar dolar
Yerinden yurdundan ayrılmak zorunda kalmış, üstelik hiçbir hak ve statü elde etmeden bu ülke topraklarında yaşamak zorunda bırakılan mülteciler için harcanan 40 milyon dolar fazla geliyor. Oysa bu rakam Suriye’de sürmekte olan kirli savaşın ortaya çıkardığı yıkımın boyutları düşünüldüğünde az bile.
Suriye’de 2011 yılından beri emperyalist yayılmacılık ve kirli çıkarlar için sürdürülen savaşa milyon dolarlar aktarılıyor. Üstelik savaşın sürmesi, ortaya çıkan insani, ekonomik, sosyal yıkımın telafi edilemez boyutlara ulaşmasına neden olmakta. 2017 yılında Dünya Bankası tarafından yayınlanan “Savaşın Bedeli” başlıklı bir raporda Suriye’de sürmekte olan savaşın bedelinin 226 milyar dolar olduğu belirtildi. Her fırsatta Suriyelilerin gönderilmekle tehdit edildiği Suriye ise yoksulluğun pençesinde. Her 10 Suriyeliden 6'sı aşırı yoksulluk çekiyor ve bu süreçte olumsuz koşullarda 200 bin bebek dünyaya geliyor. Savaşın başladığı 2011'den günümüze kadar Suriye'deki evlerin yüzde 7'si kullanılmaz hale geldi ve yüzde 20'si ağır hasarlı. Ayrıca ülkede tıbbi hizmet sağlayan merkezlerin yarısı kısmi yıkıma uğradı ve ülke genelindeki merkezlerin yüzde 16'sı ise tamamen yok edildi.
Çağla Oflas
(Sosyalist İşçi)