Türkiye son bir haftadır Afrin’i tehdit ediyor. Gazeteler sürekli bir askeri sevkiyattan söz ediyor. Geçtiğimiz hafta Afrin’de bazı yerlerin vurulduğu söylendi. Erdoğan, her konuşmasında daha sert bir şekilde Afrin’e saldırılacağını, bir koridora izin verilmeyeceğini ilan ediyor.
Türkiye’nin Kürt koridoruna müsaade etmeyeceğini iddia ettiği her seferinde, gözler ABD ve Rusya’ya dönüyor. PYD’nin ABD’yle ittifakı ve Rusya’nın da Türkiye’nin Suriye sahasına karışmasını rejim açısından yanlış bulması düşünüldüğünde Türkiye tehdit ediyor ve sonra sorunu nadasa bırakıyor şeklinde değerlendiriliyor. Fakat bu sefer, gelişmeler her zamanki tehditlerden farklı bir düzeye tekabül ediyor. ABD askeri yetkililerinin Afrin’le ilgili gelişmeler hakkında söyledikleri Türkiye’nin müdahale ihtimallerinin artması anlamına geliyor. ABD liderliği Suriye’nin kuzeyinde kurulan koalisyonun sözcüsü Ryan Dillon, bir gazetecinin Türkiye’nin muhtemel Afrin operasyonuna ilişkin sorusu üzerine “Afrin, koalisyonun operasyon sahası içinde yer almıyor.” açıklaması yaptı.
Türkiye hem Rusya hem de ABD’yle derin bir askeri çelişki içerisine girecek mi?
Girerse, bu askeri çelişkinin derinleşmesinden ne gibi bir beklentisi olabilir?
Yerli-milli mutabakat hükümeti gözünü bu kadar şiddetli bir şekilde karartabilir mi?
Devlet, yaklaşık iki buçuk yıldır beka kaygısıyla hareket ediyor ve son gelişmeler bu kaygının en üst düzeyde yoğunlaştığını gösteriyor. Kaygı, soğukkanlı ve barışçıl bir politikanın belirlenmesinin önünde temel bir engel.
Türkiye Afrin’i neden bir tehdit olarak görüyor?
Bunun nedeni çok açık: Kürtlerin Suriye’de elde edeceği statüko, elde edilecek siyasi kazanımlar, son yıllarda devletin önüne geçmek istediği temel gelişme. Tüm politikalar bu merkezi politika etrafında şekilleniyor. Aşırı milliyetçilerle AKP arasında kurulan ittifak, beka kaygısı üzerinden çok daha etkili bir şekilde hareket etme geleneğine sahip olan güçlerin, böylece aynı zamanda devleti tahkim etme konusunda da mevzi kazanmasıyla sonuçlanıyor. Bir yandan devlet aşırı sağ temellerde yeniden tahkim edilirken, öte yandan 1980 askeri darbesine karşı yıllara yayılan toplumsal mücadelenin kazanımları alınmaya çalışılırken tüm toplum nezdinde devasa bir sorun beliriyor: Beka kaygısına bağlı politikalar, beka sorunu yaratmaya başlıyor.
Bakış açısını bütünüyle değiştirmenin çok kritik bir önem taşıdığı günlerden geçiriyoruz.
Yıldız Önen
(Sosyalist İşçi)