Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından CHP’nin “Artık yeter” diyerek başlattığı Ankara-İstanbul arası yürüyüşü destekliyoruz. Doğrusu, yürüyüş tahminlerin de ötesinde, CHP liderliğinden beklenmeyecek bir kapsayıcılıkla sürüyor. Barış isteyen akademisyenlerin, HDP’li vekillerin, Roboskili ailelerin yürüyüş kolunda yer alması çok önemli.
Yürüş başladığında vurgulamıştık: “Adalet yürüyüşü” toplumun adaletsizliğe maruz kalan tüm kesimlerine dokunmalı, tüm kesimleri tarafından sahiplenilmeli. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL politikaları, darbeye bulaşmadığı çok açık olan binlerce insan üzerinde etkili oluyor. “Adalet yürüyüşü” baskıya maruz kalan tüm kesimleri bir araya getirmeli.
Öte yandan şu tartışmalar da mutlaka yapılmalı:
1. Öfke büyük.
CHP’nin nihayet kendi milletvekili, eski Hürriyet gazetesi Genel yayın Yönetmeni de olan Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasıyla harekete geçmesi, OHAL koşullarında oluşan tepkinin bir göstergesi ve devamıdır. OHAL, başlangıçta devlet içinde darbeye karışanlara karşı ilan edilmiş görünse de hızla Kürtlere, sendikalılara, kamu çalışanlarına, gazetecilere, akademisyenlere uzandı ve darbeciler dışında binlerce insanı kapsadı. OHAL’in darbeciler dışında vurduğu esas toplumsal kesim, Kürt siyasiler ya da Kürtlerle dayanışanlar oldu. Fakat bu kesimlerin dışında devasa bir mağdurlar kitlesi daha oluştu. Darbeyle bir alakası olmamasına, Fethullahçı darbecilerin örgütlenmesinde yer almamasına rağmen “FETÖ”cü ilan edilen büyük bir kalabalık var. Bu türden her gelişme, bir tepkiyi biriktirdi. Özellikle başkanlık anayasası değişikliğini OHAL’i kaldırmadan gündeme getirmiş olmaları, OHAL’in tam bir siyasi fırsata çevrilmeye çalışılması, referandum sürecinde ve sonrasında yaşanan ağır haksızlıklar, “atı alan Üsküdar’ı geçti” yaklaşımı, grev ertelemeleri, açlık grevcilerine yönelik muamele…bu liste uzatılabilir ve bu listenin her bir başlığı adalet talebinin toplumsal temellerini oluşturuyor. Bu toplumsal temelin ne kadar yaygın bir ruh haline tekabül ettiğini yürüyüşe duyulan sempati gösteriyor. Bu ruh halinin parçası olmak çok önemli.
2. “Lütuf değil hak”
Yürüyüşe hem faşistler hem de Erdoğan ve başbakan çok net bir şekilde hakaret etti ya da yürüyüş yapanlarla dalga geçtiler. MHP lideri açık açık yürüyen kitleyi tehdit etti. Faşist tehdide karşı açıkça yürüyüşün yanında olmalıyız. Erdoğan, yürüyüş hakkının hükümetin bir lütfu olduğunu söyledi. Hatta en son, şiddete bulaşmazsa sonuna kadar izin veririm gibi garip bir yaklaşım sergiledi. Yürüyüşler cumhurbaşkanının iznine tabi değil. Anayasal hak. Yasalar tarafından düzenlenen kurallar bunlar. Yürüyüş, gösteri, örgütlenme, ifade, düşünce hakları, kimsenin kimseye lütfu değildir. Mücadeleyle kazanılmış politik haklardır. Yürüyüş hakkını lütuf olarak görenlere karşı, gösteri hakkının demokrasinin omurgası olduğunu düşünen ve yürüyenlerin yanında olmak önemli.
3. Darbe için değil adalet için.
CHP darbe için, Fethullahçı darbecilerle dayanışmak için yürümüyor. 15 Temmuz darbesini sulandıran bir iddia da CHP’nin darbeci olduğunun dillendirilmeye başlanması. CHP 15 Temmuz darbesine karşı çıktı. Hatta bu karşı çıkışını 15 Temmuz darbesine karşı mücadelenin halkın elinden yerli-milli koalisyona devredilmesinin başlangıç seremonisi olduğu bugün net bir şekilde görülen Yenikapı Mitingi’ne Kılıçdaroğlu konuşmacı olarak katıldı. CHP, OHAL koşullarında hükümet ve Erdoğan’dan farklı politikalar sahiplenmeye başladıkça, özellikle 16 Nisan referandumunda “Hayır” kampında yer aldığı için, 15 Temmuz’la ilişkilendirilmeye çalışıldı. Kılıçdaroğlu’yla birlikte, 15 Temmuz gecesi darbeye karşı sokaklara çıkan demokrat Müslüman aktivistlerin de yürümesi “Adalet yürüyüşü”nü sulandırmaya çalışan bu darbe söylemini boşa çıkartıyor.
Fakat, “Adalet yürüyüşü”ne desteğimiz bir CHP aklamasına dönüşmemeli. Üstelik yürüyüş hakkında, liderliğin CHP’de olduğunu görerek, abartılı fikirlere kapılmamak lazım.
4. CHP sol bir parti değildir.
“Adalet yürüyüşü”nü başlatan CHP sol bir parti değildir. CHP eşitliği, adaleti, özgürlüğü savunan sosyal demokrat bir parti değildir. CHP ne Podemos’a, ne Syriza’ya ne de klasik sosyal demokrat bir partiye benzemektedir. CHP, Kemalist ilkeleri savunan, cumhuriyet değerleri denilen tüm burjuva değerlere sahip çıkan, toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesinde büyük bir payı olan, devletin beka kaygısını derinden paylaşan ve bu kaygıya bağlı iç ve dış politik tüm tutumlarda AKP ve MHP’yle ortak tutumlar alan, laik-dindar bölünmesinde kendisi de önemli bir paya sahip olan bir partidir.
5. CHP dokunulmazlıklara “evet” dedi.
CHP dokunulmazlıklar gündeme geldiğinde, “Anayasaya aykırı ama evet” tutumunu aldı. Yerli-milli koalisyonun bir parçası olan CHP HDP’nin terörle arasına gereken mesafeyi koymadığını düşünen ve HDP üzerinde estirilen terörün bir parçası olan bir parti. Bugün Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının hapiste olmasının nedenlerinden birisi de CHP’dir.
6. CHP MHP’yle ittifak yapan bir partidir.
CHP, kategorik AKP karşıtlığını MHP’yle ittifaka kadar götüren bir partidir. 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP’yle birlikte Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdiler. İhsanoğlu daha sonra seçimlerde MHP’ye katıldı ve MHP milletvekili oldu. Yerel seçimlerde faşist adayları desteklemek de CHP’nin anti AKP ittifak arayışının sonuçlarından birisi.
7. CHP çözüm sürecine düşman!
CHP hem 2000’lerin sonunda yürüyen Oslo sürecine hem de 2013 yılında başlayan çözüm sürecine net bir şekilde karşı çıkan, sürecin bozulması için çabalayan devletçi bir partidir ve bugün “Adalet yürüyüşü” düzenlemesi bu gerçekleri değiştirmemektedir.
8. Eleştirel destek.
“Adalet yürüyüşü”ne tüm mağdurları, adalet isteyen tüm kesimleri kapsaması, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” gibi milliyetçi sloganlarla yürüyüşün manipüle edilmesine izin verilmemesi, yürüyüşe uygun sloganlara sahip çıkılması, kutuplaştırmacı değil tüm kesimlerin ortak adalet duygusuna hitap etmesi ve sadece Enis Berberoğlu için değil tüm tutuklu milletvekillerinin özgürlüğünü savunduğu ölçüde veya savunmasını sağlamak için katılmak gerekir. Yürüyüşün özellikle tutuklu Kürt milletvekillerinin haklarını savunmayı da kapsaması yönünde bir tartışmayı yapmak çok önemli. Bir yürüyüşün böyle kapsayıcı olmasının yolu, tek slogan ve tek pankart altında birleşmektir. “Adalet” sloganı bu açıdan birleştirici bir slogan. CHP liderliğinin bu konuda dikkatli davrandığını söylemek gerekir. Üstelik, yürüyüş giderek on binlerce insanı kapsadıkça, açık ki yürüyüş içindeki sağcı eğilimden daha çok demokrat eğilim hakim hâle geliyor. Hemen bütün yürüyüşlerde olduğu gibi yürüyüş, yürüyenleri değiştiriyor.
9. Liderliğin sınırlamaları.
Yürüyüşün en başında yazdığım gibi: “Yürüyüşün liderliğinin iki temel sorunu var. Birincisi, sağcı olması. Adalet yürüyüşü sağcı sloganlarla sürdürülüp, büyük bir İstanbul mitingiyle kazasız, belasız, hareket çok da büyümeden sonlandırılmak istenecektir.” Bir gazetecinin yürüyüşten Gezi gibi kapsamlı bir hareket çıkabilir mi sorusuna yanıt veren CHP Grup Başkanvekili ve milletvekili Engin Altay’ın şu yaklaşımı CHP liderliğinin yaklaşımı olarak görülebilir: Gezi çok iyi niyetle başlayan ve sonra devlet ve FETÖ tarafından ve kimi uç örgütler tarafından amacından çıkarıldı. Bu nedenle Adalet Yürüyüşü’nde buna asla müsaade etmeyeceğiz, bunun altını çizerek söylüyorum. Amaç çok barışçıl ve dengeli bir şekilde sesimizi duyurmak. Kırmak, dökmek, yakmak yok; agresif bir slogan dahil olmayacak.”
Hükümetin yürüyüşü karalama ve suçlama kampanyasını atlatma çabası olarak görülse de bu yaklaşım CHP’nin hareketin kapsamını daraltma ve kendi denetiminden çıkmasını engelleme eğiliminin de bir göstergesi.
10. Kontrollü darbe söylemi.
Yürüyüş içinde hiç kuşkusuz “bas geççi” denilebilecek, kategorik olarak Erdoğan karşıtlığı yaptığı için gerekirse şeytanla ittifak kurmaya hazır olan ve klasik, toplumun geniş kesimlerini kapsamaktan uzak sloganları savunanlar var. Ama yürüyüş aynı zamanda 16 Nisan referandumunda belirginleşen, CHP tabanında, HDP’de yer alan ya da her hangi bir parti tercihi olmayan, hatta daha önceki dönemlerde AKP’ye oy vermiş olan kesimleri, referandumdan sonra “Özgürlükçü hayırcılar” dediğimiz kesimleri de etkiliyor, kapsamaya çalışıyor.
Ama CHP liderliği alışkanlıklarından vaz geçemiyor ve bir yandan kapsayıcı olmaya çalışırken öte yandan 16 Nisan referandumundan önce sürdürdüğü bir tartışmayı yürüyüşün en başında derinleştirdi. Bu, 15 Temmuz darbesinin kontrollü bir darbe olduğu fikrini tekrarlamakla açığa çıkan bir eğilim. 15 Temmuz öncesi ve gecesi bazı noktaların karanlıkta kalması bir şey, 15 Temmuz’un kontrollü, yani hükümetin çıkarları için planlanmış olmasını iddia etmek ayrı bir şey. 15 Temmuz darbesi ve bu darbeye karşı direniş bir şey, bu direnişin yerli-milli koalisyon tarafından başkanlık tartışmasına havale edilmesi ve OHAL uygulamalarının yarattığı sıkıntılar ayrı bir şey. 15 Temmuz sonrası hükümetin 15 Temmuz’la hiçbir ilgisi olmayan grupları, toplumsal kesimleri hedeflemesi, darbenin gerçekliğini, şiddetini ve ağırlığını yok etmiyor. Bu politika, “Adalet yürüyüşü”nün içeriğini sulandıran ve darbeye karşı direnenleri yürüyüşten uzak tutan, kutuplaşmayı derinleştiren bir siyasi çizgi.
Yürüyüşün ilk birkaç gününden sonra CHP “kontrollü darbe” tezini dile getirmedi. Bu da yürüyüşün yürüyenleri değiştirme yeteneğinin bir kanıtı.
İstanbul mitinginin kitlesel olacağını şimdiden söylemek mümkün. Ama esas mesele 9 Temmuz’dan sonra başlayacak. Belli ki ağırlıklı eğilim, “Adalet Yürüyüşü”nden 2019 seçimlerine ortak aday çıkartmak açısından yaklaşacak. “Seçimlere değil, mücadeleye bak” diyenlerin, yürüyüşten sonra siyasal kutuplaşmaya yanıt olacak bir mücadele platformunun ve halkların eşit koşullarda kardeşliğini savunacak bir zeminin oluşması için değerlendirmek isteyenlerin etkisi, yürüyüşün enerjisinden nasıl bir siyasal olanak çıkacağı konusunda belirleyici olacak.
Rıfat Solmaz