Referandumdan sonra: İdama hayır!

17.04.2017 - 14:21
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Referendumun ilk kazananının Bekir Ağırdır ve Konda araştırma şirketi olduğunu söylemek abartı olmaz. Konda referandumdan iki gün önce anket sonuçlarını açıklamıştı. Yüzde 51.5 evet, yüzde 48.5 hayır sonucu, 16 Nisan referandumunu en yakın tahmin eden sonuç oldu.

Referandumda en büyük kaybı yaşayan ise YSK oldu. Mühürsüz oyların da geçerli sayılacağını açıklayan YSK, referandum sonuçları üzerine gölge düşürdü. Bu yazıyı, referandumda yaklaşık 2.5 milyonluk oya yapılan itirazları akılda tutarak ama 16 Nisan akşamı açıklanan sonuçları veri alarak toparlamaya çalışacağım.

Öncelikle referandumun en büyük kaybedeninin MHP olduğu çok açık. 1 Kasım seçimlerinde alınan AKP-MHP oyları yüzde 61 iken, 16 Nisan referandumunda alınan sonuç yüzde 51.3. Kaba bir bakış MHP oylarının yüzde 60’a yakınının “Evet” saflarına yönelmediğini gösteriyor. MHP, artık, ölüm kalım meselesi olarak gördüğü bir politik talebe tabanının ezici çoğunluğunu ikna edemeyen parti görünümündedir.

BBP’den yüzde 0.54 oranında bir oy desteği aldığını düşünürsek, AKP’nin de 1 Kasım seçimlerine göre fire verdiğini, tabanının bir kesiminin anayasa değişikliğine karşı çıktığını görmek mümkün. Fakat AKP açısından daha ağır olan sorun, büyükşehirlerde aldığı yenilgi oldu. İzmir ve Diyarbakır zaten AKP’nin iddialı oldukları şehirler değildi. Buna artık İstanbul ve Ankara da eklendi. Referandumun en çarpıcı sonucu, Ankara ve İstanbul’da ve özellikle İstanbul’da AKP’nin kalesi olarak görülen ilçelerin bazılarında AKP’nin ya da “Evet” cephesinin yaşadığı kayıplar.

Her ne kadar Erdoğan referandumun ardından hem basın toplantısında hem de halka seslenişinde Devlet Bahçeli’ye teşekkür etmiş olsa da, referandumun ardından en büyük siyasi sıkıntıyı yerli-milli koalisyonun yaşayacağı çok açık.

Referandumun en büyük kazananını ise çok açık ki HDP. Kürt illerinde “hayır” kampanyası yapan HDP, eş genel başkanları ve milletvekilleri, belediye başkanları, parti yönetici ve üyeleriyle binlerce kadrosu tutuklu olmasına ve ağır baskı koşulları altında kampanya yapmasına rağmen, 1 Kasım seçimlerine göre çok az bir kayıpla bir kez daha büyük bir badireyi atlatmayı başarmıştır. Üstelik, hem bölgede hem de İstanbul gibi illerde, bir ölçüde kan kaybına uğramış olsa da, sanıldığı ya da (bazılarının arzusu da bu yöndeydi) arzulandığı gibi HDP yüzde 10 barajının altına düşmediğini de kanıtlamıştır.

Özetle, bu referandum eşitsiz koşullarda süren, “hayır” diyenlerin OHAL koşullarında kaçınılmaz olarak içine sürüklenmek zorunda kaldıkları, “Evet” cephesinin kıyaslanamaz olanaklarla, fırsatlarla ve güçlerle tam bir haksız rekabet yaratarak yarıştığı bir süreç oldu. Buna rağmen AKP-MHP koalisyonunun tutmaması, referandumun kıl payıyla kazanılması, İstanbul ve Ankara’nın kaybedilmesi, özetle her iki kişiden birisinin bu anayasa değişikliğine “Hayır” oyu vermiş olması, önümüzdeki döneme damgasını basacak keskin bir dönemeci geçtiğimizi gösteriyor. AKP liderliği referandumdan “Anlamlı bir evet” sonucunun çıkmasını arzu ettiğini defalarca dile getirdi. Yüzleştikleri ise “anlamlı evet” yerine “kıl payı evet” oldu.

Referandumdan iki gün önce şu vurgulanmıştı: “Bütün bir referandum süreci boyunca, kıyaslanamaz bir propaganda gücü farklılığına rağmen, “Evet” kampanyası, “Hayır”a anlamlı bir fark atamadı. Bu nedenle referandum süreci, daha önce benzeri görülmemiş ölçüde bir kutuplaşma yaratarak ya da zaten varolan kutuplaşmayı daha da derinleştirerek mevcut sorunlara, etkisi referandumdan sonra azalarak da olsa sürecek olan yeni bir sorun alanı daha ekledi.” (http://marksist.org/icerik/Yazar/6818/Evet-cikarsa-diye-bir-gunluk-bir-yazi)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 16 Nisan akşamı yaptığı konuşmada söyledikleri ise kutuplaşmanın derinleşerek devam edeceğini gösteriyor. Erdoğan hem “Atı alan Üsküdar’ı geçti” dedi hem de hemen “idam” tartışmasını yapmaya başladı. Yine yukarıda alıntıladığım yazıda, “17 Nisan’da, ‘anlamlı bir evet’ çıkmazsa, sadece biz değil, AKP-MHP koalisyonu da egemen sınıf da bir dizi sorun alanıyla karşı karşıya kalacak. Bu, çıkan sonucun meşru olmadığı anlamına gelmeyecek. Matematiksel açıdan yasal ve meşru olsa da bölünmüş, zorlanan, kaygılı, didişen, ABD’den İran’a, Rusya’dan Hollanda’ya kadar biriken dış politika problemleriyle yüz yüze kalmış ve Suriye sorunu büyüyerek duran, bütün bu sorunları sadece OHAL koşullarında tüm muhalefete baskı uygulayarak çözmesi mümkün olmayan bir egemen sınıf koalisyonuyla karşı karşıya olacağız anlamına gelir” deniyordu.

İşte şimdi böyle bir koalisyonla karşı karşıyayız.

Ve referandum sonucunun ilk şoku ve referandum sürecinin sıcaklığının neden olduğu bir siyasi alşıkanlık değilse, “idam” talebinin bir kampanya hâlinde gündeme getirilmesine “İdama hayır” diyen bir kampanyayla karşı çıkmak çok önemli bir ilk adım olacak. Bu nedenle, elbette referandum sonucunda şaibeli görünen yanların açığa çıkması ve hakkımızı sonuna kadar savunmak için hukuki mücadelemizi sürdürelim ama aslolan mücadeleye ara vermemektir. 16 Nisan referandumu OHAL döneminde müthiş bir silkelenme anlamı taşıyabilir. Matematiksel “yenilgiyi” siyasi bir kazanıma dönüştürebiliriz:

1. Trump'lı dünya, Avrupa’da gelişen ırkçılığa güçlü bir ivme kattı. Irkçılık karşıtları küresel bir ırkçılık karşıtı hareket inşa etmeye çalışıyor. Referandum sürecinde "Evet" saflarından Kürtlere, Ermenilere yönelik ırkçı yaklaşımlar sergilenirken, özellikle ulusalcı temelde “Hayır” kampanyası yapanlar da Suriyeli göçmenlere karşı ırkçı açıklamalar yaptılar. Referandumun hemen ardından ırkçılığa karşı bir ağ örmeye devam etmeliyiz.

2. 16 Nisan referandum sonuçları, Kürt sorununda yeniden diyalog yolunun, çözüm kapısının aralanmasının ne kadar acil ve zorunlu olduğunu gösterdi. Kürt illerinden çıkan oy aynı anda iki mesajı birden veriyor. Kürt halkının büyük çoğunluğu anayasa değişikliğine karşı. Sadece anayasa değişikliğine değil, 2015 yılında bölgede hayata geçirilen uygulamalara, yıkıma ve şiddete de tepkili. Öte yandan, örneğin Diyarbakır’da olduğu gibi “evet”e çıkan oyların AKP’ye yönelen oylar olduğunu varsayarsak (MHP’ye bir oy çıkmayacağı kesin), 16 Nisan referandumunun Kürt illeri açısından bir sonucu da çözüm sürecinin yeniden devreye girmesi talebinin dile getirilmiş olmasıdır. HDP, 2015 Kasım seçimlerinde yüzde 72.8 almışken, referandumda “hayır” oyları yüzde 67.6’ya geriledi. AKP ise 2015’te yüzde 21.4, 16 Nisan’da ise yüzde 32.4 oy aldı. Bu sonuç MHP ile koalisyon kuran AKP’nin çözüm sürecinin devre dışı bırakılmasıyla neleri kaybettiğinin daha yoğun tartışılmasına kapı aralayabilir.

3. Referandum sonucu matematiksel açıdan yasal ve meşru olsa da bölünmüş, zorlanan, kaygılı, didişen, ABD’den İran’a, Rusya’dan Hollanda’ya kadar biriken dış politika problemleriyle yüz yüze kalmış ve Suriye sorunu büyüyerek duran, bütün bu sorunları sadece OHAL koşullarında tüm muhalefete baskı uygulayarak çözmesi mümkün olmayan bir egemen sınıf koalisyonuyla karşı karşıya olacağız anlamına gelir.

Bu açıdan, referandumdan sonra, kilit kavram "mücadele" olmak zorunda. İki toplumsal mücadele zeminine özel bir önem vermek zorundayız. Birisi kadın hareketi. Kadın mücadelesi, mücadele başlıklarından birisi olmanın çok ötesinde, OHAL koşullarında iki kere binlerce kadını bir araya getirerek direnmek isteyen tüm güçlere ilham verdi. Bu hareketin mücadelesine özen göstermeye devam etmek zorundayız. Başka bir deyişle, kadın hareketinden öğrenip başka mücadele alanlarına deneyimini aktaracak köprüleri kurmak zorundayız.

Diğeri ise işçi hareketi. Hükümetin referandumdan sonra gündeme getirmesi kaçınılmaz olan 657 sayılı yasayla ve Kıdem Tazminatı hakkıyla ilgili önlemler, işçileri “evet ya da hayır” dediğine göre ayrımayacak. "Evet” diyen kamu çalışanı da “Hayır” diyen kamu çalışanı da hakkını kaybedecek, “Evet” diyen kamu çalışanı da “Hayır” diyen kamu çalışanı da kıdem tazminatı hakkını kaybedecek. Bu yüzden referandumun hemen ardından, acil olan, “hayır”cı işçilerle “evet”çi işçilerin birleşik mücadelesinin imkânlarını zorlamak.

İşçi sınıfının tercihleri, bu referandumda çok açık bir şekilde kendisini ortaya koydu. 2015 yılında yaşanan metal sektörü grevlerinin ve ardından başlayan küçük çaplı ama etkili işçi eylemlerinin sonucunda, 7 Haziran seçimlerinde işçi sınıfının önemli kesimleri AKP’ye oy vermekten vazgeçmişti. 16 Nisan referandumunda İstanbul gibi bir işçi kentinde “Hayır” oylarının kazanması çok önemli. Buna Antep, Bursa, Kocaeli ve Kayseri gibi işçi şehirlerinde “Evet” diyen işçilerin eklenmesi, işçi sınıfının bir kesimi AKP’ye sarı kart göstermişken, anaysa değişikliğine evet dese de işçilere yönelik uygulamalar başladığında harekete geçme ihtimali olan işçi sınıfı kesimleri arasında köprüler kurmaya çalışmak çok önemli.

Son olarak, bu mücadeleleri siyasal alana aktarmak bir başka ve özel mesai harcamayı gerektiriyor. Bu referandum sürecinde, sol saflarda “fikrimiz iktidarda”ydı. En beklenmedik ulusalcı sosyalistler bile AKP tabanında yer alan yoksul kitleler kazanılmadan AKP’nin geriletilmesinin mümkün olmadığını itiraf etmeye başladı. Tam bu şekilde olmasa ve sadece köprüyü geçene kadar böyle düşündüklerini zaman zaman ağızlarından kaçırsalar da, daha önceki seçim süreçlerinde ortalığa saçılan “makarnacılar” gibi çıkışlara çok rastlanmadı. Sık sık adı geçen “utangaç hayırcılar” AKP tabanında yer alıp da referandumda “hayır” demeyi düşünenlerdi.

Oysa 7 Haziran seçimlerinde böyle bir tabanın varlığı belli olmuş, AKP oylarının yüzde 20’sini kaybetmişti. Bu seçmenler başka partilere gitmemiş ve 1 Kasım seçimlerinde AKP’ye yönelmişlerdi yeniden, ama bu apaçık gerçek sıklıkla görmezden gelindi. Şimdi, bu konuda yine matematiksel bir zorunluluk da olduğu için bir kavrayış birliği oluşuyor. Referandumdan sonra, hem yukarıda saydığım mücadele başlıklarında Evet-Hayır kutuplaşmasını aşan kampanyaları hem de kitlesel bir siyasî alternatifi, AKP tabanında yer alan emekçi, yoksul, değişimden yana ama alternatifsiz kitlelere seslenebilecek siyasî odağı örgütlemek için harekete geçmeliyiz.

Şenol Karakaş

[email protected]

Marksizm 2017'nin programı açıklandı

Bültene kayıt ol