AKP içinden farklı sesler çıkmaya başladı.
Önce çocuk istismarı yasası adıyla bilinen ve kadınların mücadelesiyle geri çektirilen yasanın gündeme gelmesiyle AKP içinde farklı sesler duyuldu. Sonra, Erdoğan’ın Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birliği’nin Türkiye’yle sürdürdüğü müzakereleri geçici süre dondurması kararının ardından “Eyyy AB” diye başlayan ve meydan okuyan konuşmalarından farklı sesler çıktı. Örneğin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek AB süreciyle ilgili çok daha ılımlı konuşmalar yaptı. Son olarak AKP Genel Başkan yardımcısı Tuğrul Türkeş, eski partisi ve şefi Devlet Bahçeli’nin başkanlık ve anayasa değişikliğiyle ilgili AKP’yle kurduğu ittifakın arkasında bazı hinlikler olacağını söyledikten sonra Hürriyet gazetesine verdiği röportajda OHAL’le ilgili de şunları ekledi: “OHAL’i tatbik ettiğin bir ülkede anayasa gibi temel bir yasayı değiştirmemelisin.”
Bu yazıda AKP içindeki çatlaklardan değil, sadece bu son çatlağın üzerinde önemle durmak gerektiğinden söz etmeye çalışacağım.
Mevcut AKP liderliği ve AKP liderlerinin de “liderimiz” diye bahsetmeye başladığı Erdoğan’ı artık yakından tanıyoruz. Özellikle 2011-2012 yıllarından itibaren ve yine özellikle Gezi direnişinden beri kutuplaştırıcı bir söylemi tercih ettiği çok açık AKP liderliğinin. Bu kutuplaştırıcı dille, bir şey inşa ediyorlar; ya da hedeflerinde olan bir şeyi bu kutuplaştırıcı yaklaşımla daha kolay elde edebileceklerini düşünüyorlar. Bu, her koşulda toplumun yüzde 50’sine seslenen, AKP’ye oy veren kitlelerle biraz da MHP’ye oy veren kitlelerin dışında kalanları sürekli olarak dışlayan, oyunun içinde kalma hakkı olmadığını net bir şekilde ifade eden bir üslup. Bir dizi gerilim daha başlamadan çözülebilecekken (ki Gezi Parkı gerilimi de buna dahil) gerilim sürekli olarak tırmandırılıyor.
Bu yüzden Türkeş’in dediği gibi mi olacak yoksa AKP liderliği son birkaç yıldır yaptığı gibi, inceldiği yerden kopsun diyerek gerecek mi? Aklı selim davranmak isteyen bir hükümet, OHAL altında başkanlık ve anayasa değişimini gündeme getirmez. Bu, kağıt üzerinde ne yazarsa yazsın, otoriter bir başkanlığın kurulmak istendiğinin altını çizmek anlamına gelir. Nereye gidileceğini nasıl gidildiği de belirliyorsa, bu gidişatla inşa edilecek başkanlığın, örneğin idam savunusundan, gazetecilerin, edebiyatçıların tutuklanmasından, FETÖ’yle hiçbir ilgisi olmayan o binlerce kamu çalışanın açığa alınmasından, Türkiye’de çatışmaların yeniden başlaması ve Suriye ve Irak’ta askerlerin savaşmakta ve ölmekte olmasından bağımsız düşünülemeyeceği çok açık.
Tartışma, düşünce, ifade, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü olmadan ne başkanlık ne de anayasa değişikliği tartışılabilir. Zira, sadece bir tarafın konuştuğu ve karşı tarafa sürekli “hain” dediği şeye tartışma denmez.
Yıldız Önen
(Sosyalist İşçi)