Marksizm 101 - Kitleler harekete geçtiğinde…

07.09.2024 - 13:27
Can Irmak Özinanır
Haberi paylaş

Kapitalist sistemin ekonomik temeli işçi sınıfının artı değerine el konulmasıysa, ideolojik temeli de kapitalizmin insan doğasının bir sonucu, yıkılması mümkün olmayan bir sistem olduğu inancını yaratmasıdır. Gündelik yaşamımızı sürdürürken hakikaten de devasa devletler, ordular, okullar, sanayi kompleksleri gibi bir sürü yapıyla hayatın bütününü sarmış olan kapitalist ilişkiler gözümüze yıkılmaz gibi görünür. Sisteme karşı mücadele etmekte olan insanlar için bile kapitalizmin altüst oluşu fikir genellikle uzak bir gelecekte gerçekleşecek bir devrime bağlıdır. 

Oysa Marx ve Engels’e göre komünizm gelecekte varılacak bir hedefin değil güncel hareketin adıdır. Dolayısıyla kapitalizmin altüst olduğu bir devrim, bir hedeften öte her an güncel bir ihtimal olarak görülmelidir. Elbette devrimciler de günün gereklerine uygun taktikler ve stratejiler geliştirebilirler ancak temel strateji her zaman kapitalizmin yıkılması olmalıdır. 

Peki, kitleler kapitalizmi bu kadar doğal algılarken bu sistem nasıl yıkılabilir? Kapitalizm, doğası gereği krizlerle karakterize olur. Bu krizler içinde geniş emekçi kitleler kendi yaşam koşullarının iyileşmesi için mücadele ederler. Mücadele çoğu zaman sistemin kendi sınırları içinde gerçekleşir, ya koşulların biraz daha iyileşmesiyle ya da işçilerin mücadeleyi kaybetmesiyle sonuçlanır. Ancak kriz derinleştikçe, mücadele eden kitleler açısından kapitalizm artık doğal bir şeymiş gibi görünmemeye başlar. Lenin’in tabiriyle devrimci durum “Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerinse eskisi gibi yönetilmek istemediği” bir duruma tekabül eder. 

Kitleler, kendi özgüçlerinin farkına vardıklarında o güne kadar kapitalizm tarafından oluşturulmuş olan hegemonya altüst olur. Egemen fikirlerin tamamı bir sorgulamaya tabi olur. Devrimci süreçlerin aynı zamanda bir yaratıcılık patlamasını da içinde taşıması bir tesadüf değildir. Bir büyük mücadele dalgası doğduğunda, ki zamanı hiçbir zaman bilinemese de her zaman böyle bir mücadele doğar, kitlelerin kafasındaki fikirler de altüst olur. Milliyetçi fikirlerin etkisindeki bir işçi, eskiden düşman olarak gördüğü başka bir ulustan işçiyle kol kola girebilir, LGBTİ+ düşmanlığı yapan biri herkesin cinsel yöneliminin özgür olmasıyla kendi özgürlüğü arasındaki ilişkiyi görmeye başlayabilir vb. 

Troçki’nin ifadesiyle: “Devrimin en tartışma götürmez özelliği kitlelerin tarihsel olaylara doğrudan müdahalesidir… Devrimin tarihi, her şeyden önce, kendi kaderlerinin karara bağlandığı sahaya kitlelerin aniden dalmalarının öyküsüdür.” 

Bu fikirlerin altüst oluşu illa ekonomik bir sebepten de kaynaklanmayabilir, politik bir talep hızla sistemin en temel ekonomik ilişkilerine dönük bir saldırıya dönüşebilir veya ekonomik bir talep, politik bir mücadeleyi tetikleyebilir. Devrim, ekonomi ve politikadaki bu hızlı altüst oluşun adıdır. 1968’de Fransa’da öğrenciler sokaklara kadın ve erkek yurtlarının birleştirilmesi talebiyle çıkmıştı ve kısa süre içinde milyonlarca işçinin sokağa döküldüğü devrimci bir durum doğmuştu. 

Dolayısıyla kitleler tarih sahnesine adım attığında, kapitalizmin haleleri birer birer ve hızla dağılmaya başlar. Dağılanın yerine yeni bir dünya inşa edebilmek ise devrimci partilerin bu enerjiyi örgütleyebilmesine bağlıdır. 

Can Irmak Özinanır

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol