6’lı Masa’nın metni: Eskiye duyulan özlemin gizlediği sağcılık

01.02.2023 - 16:41
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

6’lı Masa’nın mutabakat metni nihayet yayınlandı. Metne her kesimden gösterilen ilgi ve tartışmaların yoğunluğu, 6’lı Masa’nın oyun kurucu vasfını daha fazla kazandığını gösteriyor. İktidar medyasının mutabakat metniyle ilgili yazdıkları, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından herkesi terörist olmakla suçlayan OHAL dönemi ile aynı trol yaklaşımı tercih ettiklerini gösteriyor. 

Mutabakat metnini terörle mücadelenin eksikliği açısından ele almaya çalışması, bu çevrelerin bu topluma anlatacakları “yeni” hiçbir şeyin kalmadığını, demokrasi denilen ögenin en geri yorumlarından bile bütünüyle koptuklarını gösteriyor.

İktidar bloku çevrelerinin bu gerçek dışı saldırıları, mutabakat metnine gösterilen teveccühün nedenini de açıklıyor aynı zamanda. O kadar sağcı, o kadar kural tanımaz, en geri fikir, eğilim ve uygulamalara öylesine cevaz veren bir iktidar blokuyla her gün cebelleşiyoruz ki bu kapandan kurtulma isteği, çürümeden, yolsuzluk sarmalından, yoksulluktan, yasakçılıktan, kayırmacılıktan, ekolojik yıkımdan kurtulmak için, “normale” bir ölçüde yakın görünen her girişim, iktidara yönelik her meydan okuyuş moral veriyor, umut duygusunun yeşermesine neden oluyor.

Asgari ücrete yapılan zam, bir ay içinde açlık sınırının altında kaldı. Türk-İş, “dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması tutarını ifade eden açlık sınırı, 2023 Ocak’ta 8 bin 864 TL’ye yükselerek asgari ücretin üzerine çıktığını” açıkladı.

Bu gelişmeyle aynı anda yaşanan bir başka gelişmeyse, milyoner sayısında yaşanan artış. Türkiye'deki milyoner sayısı son 1 yılda yüzde 61 artarak 760 bin 982 kişi oldu.

Toplumda artan yoksulluk, ekonomik krizin faturasının benzersiz bir şekilde işçilere kesilmesi öylesine bir siyasal sağcılaşmayla el ele ilerliyor ki, 6’lı Masa’nın mutabakat metni insanların kafasında, uzlaşma, soluklanma, karşılıklı konuşma, bağırmadan politika yapma, hamaset içermeyen söylemler, dışlayıcı bir dilden arınma gibi bir dizi normalleşme adımını çağrıştırıyor. 

Bu mutabakat metninin, hemen hemen tek olumlu yanı da bu. Bazı muhalefet partileri iktidar blokunun tüm baskılarına rağmen dağılmamayı başardı.

Mutabakat metni sermaye sınıfından yana tercihini açıkça dile getiriyor

Fakat buradan sonrası, mutabakat metninin de gösterdiği gibi, işçi sınıfı ve ezilenler açısından, Kürtler ve azınlık bırakılanlar açısından, kadınlar açısından, LGBTİ+’lar açısından, ekoloji savunucuları, ormanların savunucuları açısından vahim önermelerle dolu. Bazı arkadaşlarımız, “olumsuz diyemem” şeklinde yorumladılar metni. Sadece “Olumsuz” olarak açıklanacak bir durumla karşı karşıya değiliz. Mutabakat metni, sınıfsal bir tercihi, egemen sınıf tercihini açıkça dile getiriyor.

Bu yüzden bu metin her şeyden önce, sermaye çevrelerine yapılan bir çağrıdır. Sermaye gruplarına, “bize güvenin” demektedir. Girişte metni özetleyen bölümde söylendiği gibi, “İnşaat merkezli bakış açısına son vererek İstanbul’u gerçek anlamda bir Finans Merkezi yapacağız” deniyor. İnşaat sermayesine daha az ama finansal sermayeye daha çok kol kanat gerecekler. Dünyanın çeşitli yerlerinde finans merkezi olan şehirlere ve bölgelere bakılınca, bu merkezlerde işçi sınıfının ne kadar ağır koşullarda sömürüldüğü ortaya çıkar. Ayrıca finans merkezi olmak, finans merkezi sıfatını layıkıyla hak edecek bir inşaat sürecine de doğrudan bağlıdır. 

Metnin bu sorunu, özünde, 5’li Çete olarak adlandırılan AKP döneminde iyice şişen çeşitli rant çevreleri dışında sermayeye güven verme özelliği, mutabakatın her alanına sinen iki yaklaşımından bağımsız değil. 

6’lı masa neoliberal politikaları uygulamaya devam edecek

Bu metin, neoliberal politikaları, neoliberal konsensüs çağının kurallarına bağlı kalarak, Erdoğan’ın yıktığı bu kuralları yeniden inşa ederek uygulayacağını ilan ediyor. Demokrasi anlayışı, bu kuralların uygulanmasını garanti altına almayı amaçlayan neoliberal bir uzlaşma, diyalog, kapsayıcılık ve tartışma perspektifinin ürünü. “Sermayenin tabana yayılmasını sağlayacak, uzun vadeli kaynakları özellikle sürdürülebilir kalkınma amaçlarının gerçekleştirilmesine dönük şirketlere yönlendireceğiz” gibi önermeleri bu yüzden dile getiriyorlar. Türkiye’de 1980’lerden sonra yaşanan değişimlerden, sınıflar mücadelesinden ve sert siyasal tartışma, kutuplaşma ve mücadelelerden habersizmiş gibi görünen ana akım muhalefetin bir diğer sorunu da, seçim tartışmaları başladığından beri perspektifini Erdoğan’dan kurtulmak olarak kodlamasına neden olan, restorasyonculuğudur.

Önce, iktidar blokundan hemen kurtulmak isteyen insanlara, tüm yurttaşlara sesleniyor. Hemen sonra, sermaye gruplarına seslenerek, egemen sınıfın liyakat ilkesiyle çıkarlarını koruyacağı çağrısını yapıyor.  Bunun ardından, devletin kadim kesimlerine seslenerek, eski dönemin, Erdoğan öncesinin vesayetten arınmış halini bir siyasal temel olarak inşa edeceğini bütün bir “Sanayi ve Teknoloji, Savunma Sanayi” başlığı altında özetliyor. Örneğin şu cümleden hoşlanan herkese Türk milliyetçisi demek yanlış mıdır: “Savunma sanayimizi çok daha ileri bir noktaya taşıyarak, ülkemizin savunma alanındaki dışa bağımlılığını azaltacak, ileri endüstriyel teknolojilerin gelişimine öncülük yapacak bir ekosistem oluşturacak, silahlı kuvvetlerimizin gücünü ve caydırıcılığını artıracak ve yüksek katma değerli ihracatı geliştireceğiz.”

Değildir elbette, ama bu yaklaşımdaki kritik nokta, devlete verilen mesajdır.

6’lı masa, krizin faturasını işçilere ödetecek

Sermayeye ve devlete verilen net mesajlar, işçi sınıfı ve emekçiler için aynı netliği barındırmıyor. Türkiye ekonomisinin yapacağı atılımın ve AKP-MHP blokunun yarattığı yıkımın bedelini kimin ödeyeceğine dair güçlü bir işaret yok. Ama eğer Türkiye, çağdaş kapitalist toplumlarda olduğu gibi esas olarak sermaye sahipleriyle emek gücü sahipleri olarak ikiye bölünmüşse, krizin faturasını bu iki kesimden birisi ödemek zorundadır. 6’lı Masa, bırakalım krizi aşmak için sermayeyi vergilendirme talebini dile getirmeyi, vergi sisteminin sermaye üzerinde bir denetim mekanizması olarak kullanılmasına karşı olduğunun da altını çiziyor. Oysa durum açık, krizi atlatmak için hangi toplumsal kesimlere fatura çıkartılacak? Ana muhalefetin bu faturayı işçi sınıfına çıkartacağı gün gibi açık.

Toplumsal pek çok sorun, mutabakat metninde görmezden gelinmiş

Mutabakat metninin birçok gediği var. Birisi, bu toplumun fay hatları meselesinde aldığı, daha doğrusu alamadığı tutum. “Control F” çıktı ve 244 sayfalık bir metinde olmayan kelimeler ve içerikler varmış gibi konuşmak tarihe karıştı. Herkes duyarlı olduğu, görmek istediği başlığı arattı. Çıkan sonuç şöyle: Kadın 94 kere, göç 52 kere, yolsuzluk 37 kere, elektrik 32 kere, borç 18 kere, reform 17 kere, işsizlik 11 kere, fatura 4 kere, müsadere 1 kere, kamulaştırma 0, Kürt (ve anadil) 0, pahalılık 0, KHK 0, siyasi tutuklu 0, işkence 0 kere geçiyor. Alevi kelimesi de benim Control F araştırma sonuçlarıma göre geçmiyor, “Hayır, bir kez geçiyor” diyenler de var elbette. En azından Cemevleri kelimesi geçiyor. LGBTİ+ kelimesi ise elbette hiç geçmiyor. Kadın kelimesinin bu kadar çok geçmesine bakıp aldanmayalım, İstanbul Sözleşmesi hiç geçmiyor metinde. Metni basına duyurdukları kalabalık ve coşkulu toplantıda İstanbul Sözleşmesi’nden söz edildi.

Burada, 6 partinin birbirlerinin hassasiyetleri nedeniyle bazı temel konularda tutum açıklamamış olmaları, bu tutumsuzluğu mazur görmemiz gerektiği argümanına gerekçe olarak sunuluyor. Bu kesinlikle karşı çıkılması gereken bir argüman. Zira birbirinin hassasiyetleri denilen konular, hassasiyet denilip geçilemeyecek politik fay hatları. Burada “hassas” kelimesi, apaçık bir sağcılığa tekabül ediyor. 

Kürt sorununun özüne dönük köklü bir çözüm tartışılmıyor

Volkan Akyıldırım’ın yazdığı gibi örneğin Kürt sorununda “Millet İttifakı aslında Kürt sorununu çözmekle ilgileniyor, fakat Kürtlerin adını anmadan bunu yapmak istiyor! Gerek iktidar programı, gerek iktidar olduğunda gerekli çoğunluğa elde etmesine bağlı olarak yapacağı yeni anayasada Kürt sorununun özüne dönük köklü bir çözüm tartışılmıyor bile.”

Memleketin en önemli siyasal sorununa yerel yönetimlere dair umut verici birkaç vurgu dışında hiçbir politik yanıt vermemek, hassasiyetle değil, sağcılıkla açıklanabilir ancak. Bir gazetecinin yazdığı gibi “Demokrasi” kelimesi 6 kez geçerken “teknoloji” kelimesinin 174 defa geçmesi de sağcılıktan başka bir izahı olan bir durum değil.

Göçmenlere yönelik insani bir bakış açısı her iki İttifak’ta da yok 

Yukarıda, göç kelimesinin 52 kere geçtiğinden söz ettim. Sanmayın ki göçmenler Kürtlerden daha şanslılar. Göç konusundan söz edişlerinde olumlu hiçbir nokta yok. Hem göçmen hem de göçmen hakları aktivisti Taha Elgazi’nin dediği gibi, “Göçmenler 6’lı masadan korkuyor. Çünkü bu masadaki bazı partiler; mesela CHP ve İYİ Parti yıllardır seçim meydanlarında mültecileri seçim malzemesi olarak kullandılar, kullanmaya devam ediyorlar. Partilerin mültecilere yönelik söylem analizini yapsak, elbette Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi hariç, mültecileri göndermekten en çok bahseden, mültecilere dönük ayrımcı ve nefret dilini en çok kullanan partiler, CHP ve İYİ Parti.”

Hepimiz Göçmeniz kampanyasının mutabakatla ilgili basın açıklamasında dile getirdiği şu görüşler bütünüyle doğru: “Göçmenlere yönelik insani bir bakış açısı her iki İttifak’ta da yok. Konuya “müteahhitlerimiz nasıl para kazanır”, “Avrupa’dan daha fazla para nasıl koparırız”, “Üzerinden para kazanamadığımız göçmeni ülkesine nasıl geri göndeririz” şeklinde bakılıyor.”

Burada da sorun hassasiyet meselesini aşıp doğrudan sağcılığın alanına giriyor. Terörle mücadele konusunda geleneksel devlet yaklaşımını tekrar eden cümlelerin olduğu bir mutabakat metnini, uzlaşma kültürüne bir örnek olduğu için aranan lezzet diyerek bakamayız ne yazık ki. Nerede uzlaşıldığı çok önemli zira.

LGBTİ+’ların, Alevilerin sesi, soluğu ve özgürlüklerinin savunucusu olmak gerekir

İktidarın karşı olduğu her şeyle, her güçle, her toplumsal kesimle, her ezilenle politik bir bağ kurmaya çalışmayan, iktidarın düşmanlaştırdığı LGBTİ+’ların sesi, soluğu ve özgürlüklerinin savunucusu olmayı hedeflemeyen bir uzlaşma, sadece sağcı değil üstelik korkak bir uzlaşma zeminidir de. İktidar aleyhimizde nasıl bir kara propaganda yapar diyerek korku içinde en temel konuları görmezden gelmek, Bahçeli Dersim’i ziyaret ederken, Alevilerin en temel haklarını savunmaktan çekinmek, AKP’nin yerel yönetimlere özerkliği savunduğu parti programının gerisinde tutumlara saplanıp kalmak, üç dört ay sonra cumhurbaşkanlığı yapacak ve mecliste çoğunluğu oluşturup memleketi yönetecek olan bir grup parti açısından hazin bir geri çekiliş.

Ekolojik hareketin asli talebi fosili yerde bırakmak ve hızla yenilenebilir enerjiye geçmektir 

Son olarak, ekoloji alanında iktidar hem birbiriyle çelişkili bir dizi vurguya sahip, hem de çok tehlikeli bir şekilde nükleer enerjiyi savunuyor. Metin hem iklim kriziyle mücadeleyi önüne alıyor ama hem de şunu söyleyebiliyor: “Doğu Akdeniz’de haklarımızı koruyarak münhasır ekonomik bölgelerle ilgili uluslararası antlaşmaları tamamlayacak ve arama faaliyetlerini yoğunlaştıracağız.” 6’lı Masa’nın kurmayları Doğu Akdeniz’de ne arandığını sanıyorlar? İklim krizini durdurmak için verilen sözler, fosil yakıt kullanımını radikal bir şekilde azaltmak için verilen sözlerken, Doğu Akdeniz’de hem fosil yakıt arayışlarına devam edecek olmak hem de bu arayışlardan kaynaklı militarist didişmelerin içinde yer alacağını ilan etmek vahim bir gelişme. İklim aktivistleri belli ki mutabakat metninin yazarlarının kulağına önemli kavramları fısıldamışlar ama bu hareketin asli talebi fosili yerde bırakmak ve hızla yenilenebilir enerjiye geçmektir.

Pelin Cengiz’in “AKP'nin küçük modüler nükleer müjdesi, Altılı Masa metnine nasıl girdi?” başlıklı makalesinde söylediği gibi bir yandan yeni termik santrallar yapmayacağız diyerek olumlu bir noktaya adım atarken hemen arkasından “Yeni nesil nükleer teknolojilere dayalı Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi kurarak ‘Türkiye Nükleer Ekosistemi’ geliştireceğiz.” ve “Akkuyu Nükleer Santral Projesi’nin mevcut durumunu ve sözleşme detaylarını, anlaşma dışında verilmiş olan hakları veya üstlenilen yükümlülükleri gözden geçireceğiz” açıklaması mutabakat metnini açıktan nükleerci yapmaktadır. Bunu, metnin, “Daha güvenli ve daha hızlı inşa edilebilir yeni nesil ‘Küçük Modüler Reaktörler’ kuracağız” bölümü kesin hale getirmektedir.

Şenol Karakaş

 

Bültene kayıt ol