Birkaç sene önce her birimizin oluk oluk kanını akıtacağını söyleyen Sedat Peker yeni bir ifşa zinciriyle bu sefer iktidarın merkezlerine saldırdı. Çok açık ki Peker’e devletin çeşitli yerlerinden sistematik bir şekilde bilgi belge ulaşıyor ve bu organize suç örgütü lideri de iktidarla pazarlık yapıyor. Evine el konulmasıyla Peker’in el yükseltmesi bir oldu.
Pandora’nın kutusu kırıldı
Bu sefer gündemdeki isimler Erdoğan’ın atadıkları. Birisi Erdoğan’ın danışmanı, birisi atadığı bir bürokrat, diğeri önerisiyle milletvekili olan biri, bir diğeri de Binali Yıldırım’ın danışmanı.
İşte bu isimler suçüstü yakalandı. SPK başkanı olan Ali Fuat Taşkesen’in siyasetin en merkezindeki isimlerin danışmanları ve AKP milletvekili vasıtasıyla aldığı rüşvetlerin yaklaşık 180 milyon dolar olduğu söyleniyor.
Peker’in ifşaları arka arkaya geliyor.
Önümüzdeki günlerde de gelmeye devam edecek.
Türk usulü başkanlığın özgünlüğü
Rüşvet-mafya-yolsuzluk ve devlet ilişkisinin kapitalizme, hemen tüm hükümetlere özgü olması, Türkiye’de bir organize suç örgütü şefinin seri videolarında ve twitlerinde açığa çıkan çürümenin sıra dışı, özgün ve aşırı tehlikeli yanlarını görmeyi engellememeli. Burada olan, yepyeni bir olgudur.
Sedat Peker’in açıklamaları, tek adam iktidarının mimarisinin kopmaz öğelerinin neler olduğunu gösteriyor.
Gelişmeler, ahlaki bir noksanlıkla açıklanamaz. Durumun açıklaması, çıkar şebekeleri açısından bir alışkanlık haline gelen davranış tarzının, liderlik etrafında kümelenerek kaynaklara el koyma geleneğinin, kaynaklardaki sert düşüşe rağmen aynı şekilde sürdürülmesidir. Bu mekanizma tüm kapitalist devlet işleyişinin kuralı olmasına rağmen, Türk usulü başkanlık rejimi bu yapıya daha önce eşi benzeri görülmemiş bir “ilginçlik” katıyor.
Mafya-rüşvet ve yolsuzluğun özgün karakteri
Bu koşullar, mafyaya özgün bir işleyiş alanı açıyor. Her sürecin, güvenlikten yargıya, dış politikadan askeri yapıya, ekonomik kararlardan asayiş işlerine, sanat dünyasından belediye hizmetlerine, hatta halk ekmek büfelerinin kaderine karar vermek gibi işlere varıncaya kadar, tek merkezden yönetilmeye çalışılmasının sonucunda, bürokrasi yönetilemez hâle gelmiş vaziyette. Liderlik merkezi bu konuda açıklama yapana kadar, güneşin her gün doğduğu konusunda haber yapma gücünü bile kaybetmiş bir basın olgusuyla karşı karşıyayız. Bu memlekette bir bakan istifa etti ama basın, bu bakanın istifa edip etmediğini, tam bir gün boyunca, Cumhurbaşkanlığı merkezi açıklama yapana kadar haber yapamadı. Şimdi, AKP’li bir vekilin ve cumhurbaşkanı danışmanının adının karıştığı bir rüşvet ağı ortaya çıkınca, bu ağla ilgili haberlere yayın yasağı getirildi.
Bu, bürokrasinin her kademesinde benzer bir kilitlenmeyi yaratıyor. Anlık kararlar genel stratejinin yerine, bir partinin seçim propagandasının ihtiyaçları da devletin genel işleyişinin yerine geçirilebiliyor.
İşte bu alan, bürokrasideki bu paralize olma durumu iki tür yasadışılığın “olağan rüşvet mekanizmalarından” bağımsız olarak devreye girmesine neden oluyor.
Birincisi şu; liderliğe yakın olduğu iddiasıyla, hatta bilgisi dahilinde olduğu iddiasıyla bürokratik kademelerde iş yaptırılıyor. Diğeri ise, bütün bu işleyiş bağımsız bir denetim yapısını ortadan kaldırdığı ve siyasetin odağındaki bir ya da birkaç figür karar verene kadar cezalandırmanın dışında kaldığı için, mahalle çapındaki minik mafyatik yapılardan daha geniş, eski dönemlerin mafya örgütlenmelerine kadar yapılanmalar sahada cirit atmaya başlıyor.
Son olarak, içinden 28 Şubat darbesinin fışkırdığı 1990’lı yılların vesayetçi karanlık döneminin Susurluk’ta karakterize olan tüm figürleri bir yerli-milli sürecin destekçisi, hemen hemen kopmaz parçası durumundalar.
Bu, dönemin özgün mafya-siyaset-rüşvet ilişkilerinin hangi zeminde geliştiğini gösteriyor.
Öfke korkuyu sollarken
Yayın yasakları, iktidar kanadının gürültülü çıkışları, toplumu kutuplaştıran siyasi adımlar artık Erdoğan-Bahçeli iktidarı açısından kullanışlı olmaktan çıkıyor. Peker’in ifşalarının ardından birçok parti suç duyurusunda bulundu.
Bunun nedeni, bu toplum zaten öfkesini burnundan solurken, korkunç bir rüşvet-yolsuzluk ve mafya ağının en ufak bir utanma, sıkılma, çekinme hissedilmeden ortalıkta cirit atmasıdır.
İnsanlar aç!
Yoksul.
Barınamıyor.
Ev kirasını ödeyemediği, kredi kartı borçlarını ödeyemediği için bunalmış milyonlarca insan var.
Bir tarafta ise bir kalemde 4 milyon dolar rüşvet alan, her seferinde en az 500 bin doları yolsuzluk yaparak ama siyasal pozisyonunu kullanarak cebe indiren, 180 milyon dolarlık bir serveti sadece rüşvetle biriktiren ya da dört beş ayrı yerden aşırı yüksek maaşlar alan insanlar var.
Peker’in açıklamaları başka açıklamaları da gündeme getirdi. Siemens’in Almanya’daki merkezi, TCDD YHT ihalesinde dağıtılan 12 milyon avroluk rüşvet için soruşturma açıp rapor yazdı: "%30 Türk devlet görevlilerine, %20 Kolin’e, %20 TCDD yetkililerine, % 20 aracılara, %10 Siemens Türkiye’nin yöneticilerine.”
Bunlar öfkeyi katmerlendiriyor.
Fakat kesin olan, bu rüşvet ağının, mafya - yolsuzluk - bürokrasi bağlantısının dağıtılmasını istiyorsak, bir tripoda bir kameraya bir de bir organize suç örgütü liderine değil, işçi sınıfının ve ezilenlerin mücadelesine güvenmek zorunda olduğumuzdur.
Daha önce de vurguladığımız gibi, bu iktidarın bir seçim kazanma şansı hemen hemen hiç kalmadı. Şimdiden herkes sonrasının hesaplarını yapıyor.
Burada devreye iki hata giriyor. Muhalefet bileşenlerinin, gerçekçi, toplumsal öfkeyi birleştiren ve işçi sınıfının harekete geçme yeteneğini artıran adımları atmadan, bir seçim galibiyetinin doğrudan kendi hanesine yazılacağını sanması ve bunu kesin olarak görmesi. Fakat iktidarın taban kaybetmesi, bu kitlelerin demokratik, sol, sosyalist çevrelerin etrafında birleşmesi anlamına gelmiyor.
İkinci hata ise 24 Nisan 1915 tartışmalarının gösterdiği gibi, muhalefetin ezici çoğunluğunun zaman zaman iktidardan daha yerli, daha milli olduğunun görülmemesi.
Önümüzdeki kritik 10 ay, sol muhalefetin bu iki hatayı aşıp aşamayacağı ve örgütlü işçi sınıfının tüm ezilenleri peşinden sürükleyerek siyasal gelişmelere damgasını basıp basamayacağı belirleyecek.
Şenol Karakaş
Yazıda Enternasyonal Sosyalizm’in 8. sayısında yayınlanan ve Peker’in ifşalarının gündemi ilk belirlediği dönemde kaleme alınan “Mafya işleri ve kendi kuyruğunu yiyen iktidar” başlıklı makaleden faydalanmıştır.