En son yazıda, Gezi direnişi davasının yarattığı iklimi ve mahkemenin kararını ele almaya çalışmıştım. Bu yazıda, yaratılmaya çalışılan kâbus ikliminin inşa edildiği bir diğer dehlize değinmeye çalışacağım.
Ama bunu yapmadan önce, Gezi kararı açıklandığında Milletvekili Ahmet Şık’ın öfkeli bir şekilde o gün ve öncesinde mahkemeye gelmeyenleri suçlayan sözlerine ilişkin yaklaşımımı bir kez daha açıklama ihtiyacı hissettim. Zira, sosyal medyada Ahmet Şık’tan daha fazla Ahmet şık olanlar, TİP üyesi milletvekilinin üzerinde tepinildiğini iddia ettiler. Durumun bununla ilgilisi yok. Bu tür şeyleri yazanların iddia ettiği bir tepinme durumu da yok. Şık da hepimiz gibi öfkelendi, o öfke anında, mahkeme önlerinin, davalara katılımın azlığı nedeniyle muhalefete yüklendi. Buna benim geçen yazıda verdiğim tek yanıt şu oldu:
…mahkeme kararına duyduğu öfkeyle önüne gelen herkesi orada olmamakla, eylem yapmamakla ağır bir şekilde suçlayanların eğilimine de prim vermemek gerekiyor. Gezi davası bu hafta başı başlamadı. Osman Kavala dört buçuk yıldır tutukluydu. Böyle durumlarda, aslolanın, zaten moral yıkıma uğramış insanların moralini daha fazla bozmak değil, herkesi kazanma gayretinde olmak ve mücadelenin bir adım daha ilerlemesi için atılması gereken adımları tartışmak olduğunun altını çizmeliyiz. Herkes, herkesi aynı şekilde kükreyerek suçlayabilir. Oysa, eğer Gezi direnişinin eylem yapma kapasitemize bir darbe yapmak olduğunu düşünüyorsak, başarmamız gereken bu kapasitemizi harekete geçirmektir. Birleşik bir direnişin imkanlarını ortaya sermektir.
Özetle denilen, “Şık’ın öfkelenmekte haklı ama öfkesini yönelttiği yerde yanlış yaptığını düşünerek moral yıkıma uğramış insanların moralini bozmamak lazım”dı. Bize, birleşik mücadele zeminleri lazım. Hapsedilen arkadaşlarımıza yardımcı olacak olan da budur. Gezi davasının kararı açılandığından beri, tam da böyle bir el uzatmaya ihtiyacımız var. Sadece Gezi direnişi davasıyla son derece güçlü bağları olanların değil bu dönem tüm ezilenlerin morallerinin bir milim bile olsa ileri çekilmesi lazım. Bu dostane bir öneridir, tersini düşünenler kendi hezeyanlarının içinde anlaşılmaz bir şekilde boğulmaktadırlar.
Bu gereksiz tartışmadan çıkıp, geçtiğimiz haftanın bir diğer önemli olayına gelirsek, bazılarımız için politik havanın neden daha da ağırlaştığı iyice netleşir. Hrant Dink etrafında geliştirilen bir hedef gösterme, yoldaşımız Garo Paylan’a yönelmiş vaziyette. 24 Nisan’da Garo Paylan son yedi yıldır her 24 Nisan öncesinde olduğu gibi bir önerge verdi. Akşener bir süre sonra Garo Paylan’ı hedef gösterdi. Ardından AKP önde gelenleri de bu hedef gösterme çabasında Akşener’den geri kalmayacaklarını kanıtladılar. Sosyal medya tabiriyle Garo Paylan’ın adı ‘trend topic’ oldu, binlerce hakarete maruz kaldı, tehditler aldı. En son cumhurbaşkanı yaptığı konuşmada Paylan’ı bir kez daha suçladı.
Sadece arkadaşımız bir linç kampanyasının hedef tahtasına oturtulmakla kalmadı, daha önceki yıllarda düzenlediğimiz, 2010 yılından beri İstanbul’un çeşitli meydanlarında gerçekleştirdiğimiz 24 Nisan Ermeni Soykırımı anması yasaklandı. Sadece Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu’nun düzenlediği merkezi anma değil, İHD’nin binasının olduğu sokakta yapılacak İstanbul ve Ankara anmaları da bina içinde yapılmak zorunda kaldı.
Geçmişin hayaletlerine set çekiliyor
Gezi direnişinin mahkeme kararı tam bu iklimin üzerine geldi. Bu gelişmeler içinde Garo Paylan’a yönelik linç kampanyasının asli nedeni, soykırımda adlarını dillendirdiğimiz kayıplarımızın hayaletlerini bile görünmez kılmak, bugün her fırsatta cesurca başını çıkartan yüzleşme girişimlerini yok etmek. Tıpkı 2013-15 yılları arasında çözüm sürecinin figürlerinin ağır bir baskıyla birlikte o sürecin tüm kazanımlarının ortadan kaldırılması girişiminde olduğu gibi Garo Paylan’a yönelik linç girişimi de 24 Nisan anmalarında dile getirilen bir dizi gerçeğin adının bile anılmasının yasaklanması girişimi olarak görülmelidir. HDP’nin 2015 Haziran seçimlerinde üçüncü büyük parti olması, 80 milletvekilliğini kazanması nasıl devlet açısından kabul edilemez ise ve o dönem gelişen tüm demokratik adımlardan neredeyse intikam alınmak isteniyorsa, Garo Paylan etrafındaki tartışma da bir dönemin kazanımlarını hedefliyor.
Şimdi, sıra, bu soruna gelmiştir.
Devletin birleştirici zamkı olarak Garo Paylan
Çavuşoğlu’nun Uruguay’da göstericilere yönelik olarak yaptığı bozkurt işareti, Garo’ya yönelik linçin ve 24 Nisan anmalarının arka arkaya yasaklanmasının AKP-MHP koalisyonunun sağlamlaştırılması açısından önemli olduğun gösteriyor. Kuşkusuz sadece bu iki partinin iktidarı sağlamlaştırılmıyor, MHP’nin hoşuma giden her uygulama, çok açık ki devletin de hoşuna gidiyor. Dönemi karakterize eden gerçek, iktidar cenahında planlana hamlelerin hayata geçmesinin MHP’nin bu hamlelerden ne kadar hoşlandığınca belirlenmesidir.
2014 yılında Erdoğan tarafından yayınlanan 24 Nisan taziye mesajı çok ilginçtir örneğin:
"Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz."
Fakat bugün iktidar blokunun onsuz olunmaz bileşeni MHP’nin lideri, örneğin 2011 tarihinde Erdoğan’ın Dersim katliamıyla ilgili özrünü ağır bir şekilde şöyle eleştirmiş ve Erdoğan’a yüklenmişti:
"Düşünebiliyor musunuz; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, kendi tarihimizdeki bir isyana katliam diyebilmektedir. Başbakan eğer biraz onurun, merhametin ve şerefin varsa bu iftirandan dolayı özür dilersin ve sözünü geri alırsın."
2005-2022, 1915 tartışmalarının kısmen özgürce dile getirildiği bir dönem olarak geçecek tarihe. Şimdi, bu dönem hem iktidar blokunun uyumunu sağlamak hem de devletin genel politik yaklaşımını iktidar blokuyla uyumlu kılmak adına bir linç kampanyası eşliğinde silikleştiriliyor.
Garo Paylan, bu silikleştirme sürecinde halkının trajedisini milim gerilemeden dile getirildiği için linç kampanyasının merkezine oturtuluyor.
Bir taşla sayısız hedef
Garo Paylan linçi, aynı zamanda, HDP’yi eleştirme, yıpratma ve sonunda kapatma kampanyası için de işlevsel. Ne de olsa Garo Paylan HDP milletvekili. Sonuçta, bir HDP vekili linç ediliyor. HDP’li olmak öylesine büyük bir suç haline getirildi ki Deniz Poyraz’ı öldüren katil, savunmasında HDP kapatma davası nedeniyle tahrik indirimi isteyebildi. Kapatılma davası bile bir insanı öldürdüğünüzde tahrik indirimi talep etmenize neden olabilen bir partinin bir vekili, Ermeni sorununu gündeme taşıyor!
Böylece devlet ittifakı kendisini sağlamlaştırırken, milliyetçi kitlelerin ruhu okşanarak HDP yeniden saldırıların odağına oturtuluyor.
Yüzleşme mücadelesine gözdağı
Hrant Dink 1990’larda yüzleşme mücadelesini başlattı. 12 Eylül’ün darbeci ikliminden çıkışta bu mücadele hem etkilendi hem de genel demokrasi çabalarının bir parçası oldu. Ardından yüzleşme mücadelesi hız kazandı. Devlet yetkililerinin severek dile getirdiği, “tartışmayı tarihçilere bırakalım” tezi, tarihçilerin tartışmaya dahil olmasıyla çöktü. Taner Akçam, Ayhan Aktar, Ahmet Demirel gibi isimler cumhuriyetin kuruluş öyküsünü hurafelerden arındırma çabalarıyla yüzleşme sürecine çok önemli bir teorik güç kattılar ve resmi tezleri yerle bir ettiler. 2005’te düzenlenmek istenen “Ermeni Konferansı”, devletin tartışmaları tarihçilere bırakma eğiliminde tarihçileri dövme aşamasına geçtiğini gösterdi.
Tarihçiler linç edilmeye çalışıldı, konferans yasaklanmaya çalışıldı. Devlet, tartışmayı tarihçilere bırakalım önerisini yaparken, resmi tez savunucusu olmayan tarihçileri tarihçilerden saymadığını da göstermiş oldu.
Hrant Dink’in katledilmesinin ardından yüzbinlerce insan “Hepimiz Ermeniyiz” diye haykırınca, yüzleşme çabaları daha keskinleşti, kitleselleşti ve güçlendi. 24 Nisan anmaları İHD tarafından çok önceden başlatılmış olsa da 2010 yılında Taksim Meydanı’nda uluslararası, merkezi ve çok etkili bir anma düzenleyen Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu, yüzleşme sürecinde etkileyici bir rol oynamaya başladı.
Şimdi sayısız girişim, vakıflar, platformlar, Garo Paylan’ı linç eden kampanya üzerinden geriletilmeye çalışılıyor. Böylece, bir yandan da Taner Akçam’ın tabiriyle “yeni bir kuruluş hikayesi” yazılması imkânsız hale getirilmek isteniyor.
Muhalefetin hizalanması
Bu süreç aynı zamanda muhalefetin devletle ve giderek iktidar blokuyla aynı hizaya gelmesine neden oluyor. Bu açıdan da devlet ve iktidar için bulunmaz nimet. Anaakım muhalefet, tıpkı hemen tüm sınır ötesi operasyonları desteklemesinde olduğu gibi, iktidar blokunun dikenli tellerle çevirdiği yerli ve milli dış ve iç politikadan milim farklı olmadığını gösteriyor.
Bu kadar esaslı bir konuda, “milliyetçi duyguları” hoş utmak konusunda iktidardan geri kalmak istemeyen muhalefet, şurada yanılıyor: Aslı varken ve iktidardayken, muhalif olanların milliyetçiliğini kim ne yapsın? Anaakım muhalefet, özellikle Meral Akşener’in tetiklemesiyle Garo Paylan’a karşı ırkçı linç girişimini şişirirken hem medya hem de devlet gücünü kullanma olanaklarıyla iktidar blokuyla yarışamayacaklarını göremiyorlar.
İlk taşı Meral Akşener atsa da finali Recep Tayyip Erdoğan yaptı.
Kuşkusuz bu, muhalefetin aslında milliyetçi olmadığı ama iktidarı sıkıştırmak için öyleymiş gibi yaptığı anlamına gelmemeli. Değil çünkü, anaakım muhalefet, 24 Nisan ve Garo Paylan gelişmelerine bakıldığında Ali Babacan dışında ya koyu bir milliyetçiliği ya da derin bir sessizliği tercih etmiş görünüyor. Meral Akşener koyu bir milliyetçi olduğu için Garo Paylan’a yükleniyor. CHP liderleri koyu milliyetçi oldukları için en iyi ihtimalle tarihçilere bırakmaktan söz edebiliyorlar.
Bu alanda da Erdoğan’la boy ölçüşemiyorlar. Erdoğan, giderek çizgisi daha sağa kaysa da 24 Nisan taziye mesajı yayınlayarak, anaakım muhalefetle kıyaslayınca daha olumlu bir noktaya da adım atarak CHP’yi bu noktada da sıkıştırıyor.
Kuşkusuz, anaakım muhalefet değil sadece mesele, DSİP, İHD gibi birkaç kurumu saymazsak, sokyırım tartışmasından uzak duran, 24 Nisan hiç yaşanmamış gibi mezarlıkta yürürken ıslık çalan bir sol muhalefet açısından da Garo Paylan’a yönelik linç girişimi turnusol kâğıdı işlevi gördü.(1) Herkesin hep beraber, 24 Nisan’ı konuşmayı tarihçilere bırakalım diyenler, 24 Nisan anmalarını basmaya çalışanlar, zaman zaman göçmen düşmanlığı yapanlar hep beraber 1 Mayıs’a hazırlanmamızı engelleyemez böyle linç girişimleri falan! Kimlik işleriyle sınıf hareketini bölmeye çalışan liberallere taviz vermeye gerek yok. Liberal sol üzerine kapsamlı makaleler kenarda bekliyor, hazırda zaten, 2010 referandumunda beri!
Irkçılar güç topluyor
Bu yıl, 1915’teki suçları nedeniyle yargılanan isimler, örneğin İttihat ve Terakki’nin şefi Talat, çokça övgü topladı. Garo Paylan’a yönelik tehdidin ciddiliği, İttihat ve Terakkiciliğin ve onun liderliğinin kısmen yaygınlaşmasında. Garo’ya tehdit olarak sadece Talat’ın fotoğrafını kullananlar bile oldu.
Bu, iktidar blokunun sağcılığının yarattığı iklim içinde ırkçıların ne kadar pervasızlaştığını gösteriyor.
Irkçılık, özellikle göçmen ve daha da özel olarak Suriyeli düşmanlığını propagandasının merkezine alarak güçleniyordu. Ermenilerden bir ay önce hedefte Suriyeliler vardı, tüm aşağılamanın, dalgacılığın, ırkçı nefretin yöneldiği kesim Suriyelilerdi. Herkes Suriyelileri geri gönderme telaşına kapıldı. En küçük bir olayda kitle katliamına girişmeye hazır ırkçı güruhlar yer yer saldırılar da gerçekleştirdiler. 24 Nisan yaklaştığında Suriyeli düşmanlığı alanında antrenman yapan ırkçılar, hızla gündeme uyum sağladılar ve bu sefer de Ermenileri aşağılamaya, ölümle tehdit etmeye başladılar. Talat’ın fotoğrafının kullanılmasının 1915’i yaşayan Ermenilerin torunlarında nasıl hisler uyandıracağı çok açık.
Sonuçta, iktidar bloğunun özel çabasıyla inşa ettiği yerli-milli husumet dolu atmosfer, milliyetçi muhalefetin zaman zaman Erdoğan’ın taziye mesajlarını solda gösteren aşırı sağcı çıkışlarıyla daha da kesif bir hâl aldı. AKP’nin özellikle 15 Temmuz darbesinin püskürtülmesinin ardından tüm siyasal alanı aşırı milliyetçi sağ bir zemine sürüklemesiyle ve muhalefetin çok çeşitli kesimlerinin AKP-MHP’nin arkasından hızla bu alana konumlanmasıyla oluşan hava yüzleşme, yeni bir kuruluşun hikayesini yazacak toplumsal hareketleri inşa etme sürecini kesintiye uğratmış gibi görünebilir, hatta 1914’ün sonlarını yaşıyormuşuz duygusu uyandırmış olabilir. Üstelik, gelişmeler, aynı zamanda iktidar blokunun seçim kampanyası başlamadan böyle. Bu seçim kampanyasının ne kadar milliyetçi bir doza sahip olacağını şimdiden tahmin edebiliriz.
Yanıt: Kitlesel mücadeleler
Şimdi, karamsarlık, Gezi davasının öncesi ve sonrasıyla Garo Paylan linçi, göçmenlere yönelik ayrımcılığın şiddet içeren boyutlara ulaşması insanın nefesini kesiyor.(2) Ama yine de bu yıl bir dizi alanda gerileme yaşasak da ne Kürt sorununun ne de 1915 gerçeklerinin görmezden gelinerek, inkar edilerek çözümü imkan dahilinde. İktidarın almaya çalıştığı viraj siyasetin merkezini sürekli olarak sağa çekse de yıllardır mücadele içinde elde edilen kazanımlar bir çırpıda yok edilemez.
Her vahim gelişmeden sonra, sokağa çıkmak yerine sandığı adres olarak gösteren ana muhalefetin seçimci eğilimi, sık sık karşımıza çıkan ve önümüzdeki dönemin her bir haftasında daha sık karşılaşacağımız fırsatların tepilmesine neden oluyor. Kasım ayından beri yaşanan aşırı yoksullaşmaya yönelik anaakım muhalefetin yaklaşımı, bu açıdan büyük bir tehlike barındırıyor. Bu tehlike, tüm muhalefetin seçimlerde “ana muhalefet” olacağını düşünmeye başlaması.
Üstelik muhalefetin seçim platformu olarak öne sürdüğü 6’lı ittifak, oldukça çürük. İki partisi Gezi davasında müşteki.(3) Birisi, Garo Paylan hakkında linç girişimini başlatan parti. Aynı zamanda göçmen düşmanı. CHP ise İYİP gibi göçmenler konusunda benzer göçmen düşmanı yaklaşıma sahip. Sınır ötesi operasyonlara destek veriyor. Garo Paylan’a ise sahip çıkmadı.
Saadet Partisi ve Demokrat Parti’yi saymaya ise çok gerek yok.
Gözümüzü bu muhalefetten almalıyız.
Bu ekonomik olarak neoliberal politikaları savunan, siyasi olarak iktidar blokuyla bir dizi konuda örtüşen ve egemen sınıfın bir başka kesiminin programını savunan bir blok.
Seçime değil, mücadelenin gelgitlerinin olacağını da bilerek ve şu anda bir “git” dönemi yaşadığımızın farkında olarak, sokakta birleşik mücadeleyi örmek ve yeniden kazanımlar elde etmek için gelişmelere kitlesel yanıt vermek üzerinde en çok duracağımız, enerjimizin esasını harcayacağımız hamle olmalı.
1 Mayıs ilk yığınsal yanıt olacak geçtiğimiz haftanın kabuslarına. Gezi direnişi davası kararı ve ırkçılığın ve milliyetçiliğin hortlatılmasına karşı önümüzdeki mücadele açısından güçlü bir hazırlık olacak.
Bizler hem Garo Paylan’la dayanışmaya, hem 24 Nisan’ı ana sloganları atmaya, bir yandan Ukrayna savaşına karşı çıkan politikaları tartışırken aynı anda Kürt halkının özgürlüğünü savunan bir mücadele hattını savunmaya, kadınların, göçmenlerin, LGBTİ+’ların sözlerini söylemeye gidiyoruz alana.
Bir yandan son 6 ayın işçi hareketinin ivmesi aynı anda Kürt halkının Newroz eylemlerinin açığa çıkarttığı yığınsallık ve coşku, kadın hareketinin son yıllarda sokaklara taşan enerjisi ve kazanımları, iklim krizine ve ekosistemin katliamına karşı büyüyen öfkeyle birleşebilirse, bu gücün karşısında hiçbir zorbalık duramaz.
Tüm üyelerimizle sendikalar içinde bu talepleri daha güçlü dile getirmek için buluşuyoruz. Bu politikalarda anlaştığımız herkesi eğitim emekçilerinin sendikalarında buluşmaya çağırıyoruz.
Şenol Karakaş
1. Örneğin sosyal medyada Şık tartışmasında teraziyi şaşıran arkadaşlara, burada da öfkelenmeliyi miyiz, Garo Paylan’ı yalnız bırakanlara “neredesiniz” diye sormalı mıyız sorusunu yöneltebiliriz ama bu çok çocukça bir tartışma olur ve Garo’yla dayanışmak için en önde Ahmet Şık’ın koşturacağı gerçeğini gölgeler.
2. Bu değil tek vahim olay. Bir de Garbis Balıkçı’yı kaybettik. Sevag Balıkçı zorunlu askerliğini yaparken Ermeni düşmanı iklim nedeniyle vurularak öldürülmüştü. Garbis Balıkçı ve Ani Balıkçı, Nor Zartonk ve insan hakları kurumlarıyla beraber bu cinayetin hesabının sorulması için mücadele ettiler. Ama Garbis Balıkçı hiç atlatamadı oğlunun devlet tarafından teslim alınıp öldürülmesinin ruhunda yarattığı yıkımı. 2022’nin 23 Nisanını 24’üne bağlayan gece hayatını kaybetti. Ani Balıkçı tek bir katilin ailesinden üç kişiyi (birisi Sevag Balıkçı’nın ananesi olmak üzere) öldürdüğünü anlatırken çok yorgun görünüyordu.
3. Bunu yazdığımda bazı arkadaşlar uyardılar: Böyle durumlarda hükümetin tüm bürokratları mecburi müşteki oluyor diye. Doğru. Hatta Ali Babacan Gezi davasını eleştirdi de. Ama, davanın her bir duruşması öncesi basına ve kamuoyuna diyerek, Gezi davasında müşteki olmadıklarını hem Deva Partisi hem Gelecek Partisi liderlikleri olarak açıklayabilirlerdi.